Uzmanlara göre depresyonun temelleri hayatın ilk dönemlerinde atılıyor. Yapılan çalışmalar, farklı aile dinamiklerin...

Uzmanlara göre depresyonun temelleri hayatın ilk dönemlerinde atılıyor. Yapılan çalışmalar, farklı aile dinamiklerinin, ileriki yaşamda görülen depresyonda rol oynadığını göstermiştir. Yaşamın ilk yıllarında maruz kalınan gerçek ya da sembolik bir kayıp, depresyonun en önemli tetikleyicilerindendir. Bebek, dünyaya geldiğinde sakinleşebilmek ve duygularını düzenleyebilmek için yeterli donanıma sahip değildir. Bu nedenle anneye, annenin sesine, hareketlerine ihtiyaç duyar. Annesinin orada olup, ihtiyaçlarını karşıladığını bilmek, kendisini güvende hissetmesini sağlar. Bu noktada anneden ayrılma, tehlikeli bir dönüm noktası olabilir. Bebek baş edemediği bir durumla karşılaştığında, annesini aramaya başlar. Bulamadığında ise, önce endişelenir, sonrasında daha çaresiz ve kayıtsız bir konuma geçer. Bu tür hazır olunmayan bir ayrılık yaşantısı, ileriki yaşamda depresyonun ortaya çıkmasını mümkün kılar. Birçok araştırma, bebeğin 6 aydan önce annesinden travmatik bir şekilde ayrılması ile ileride depresyon geliştirmesi arasında anlamlı bir bağlantı olduğunu bulmuştur. Ölüm gibi ciddi bir kayıp da ileriki yaşamda depresyon görülmesinde etkilidir. Çocuğun 2 yaş gibi, gelişimsel olarak olayları sadece iyi ve kötü olarak kategorize ettiği bir dönemde yaşadığı kayıp, bu olaydan kendisini sorumlu tutmasına ve bu kaybın nedenini kendisinin kötü biri oluşuna dayandırmasına sebep olabilir. Ayrıca bazı aileler, yas tutmak yerine bu durumu inkar etmeye eğilimlidirler. Çocuğun da, yas tutması engellenebilir, ağlamaması ve güçlü olması gerektiği mesajı verilebilir ya da kaybedilen nesne olmaksızın çok daha iyi bir hayatı olacağı fikrine uyum sağlaması için ısrar edilebilir. Tüm bunlar, ileriki yaşamda depresyona sebebiyet verecek faktörler arasındadır. Bazı depresif bireylerin geçmişinde, fazlasıyla koruyucu ve sevgi dolu bir aile ortamı göze çarpmaktadır. Çocuk böyle bir aile ortamında, saldırgan dürtülerini ebeveynlerine yönlendirmekte zorlanır ve bu dürtüleri inkar etmeye başlar. Şikayet edip, kendini ortaya koyabileceği bir ortam bulamadığı için özgüven gelişminde sıkıntılar yaşar. Çocuk iyi şeyler yaptığında övülürken, bir olaya karşı gelişinde ya da kendi otonomisini kazanmaya dair adımlar attığında eleştirilir ve kötü olmakla suçlanır. Bu da çocuğun, ileriki yaşamında kendisini ortaya koymasının önünde bir engel oluşturur. Son olarak; depresif kişinin geçmişinde, eleştirici, cezalandırıcı, mükemmeliyetçi bir aile yapısı da gözlenmiştir. Eleştirel ebeveyn, çocuk tarafından içselleştirilir. Bu nedenle kişi, mükemmeliyetçi ebeveyni gibi, hayatı geçilmesi gereken bir sınav gibi görür. Hayatından keyif aldığını hissettiği zamanlarda, buna dair suçluluk duyar ve böylece hiçbir şeyden keyif alamaz bir hale gelir. Depresyon tedavisi; psikoterapi ve ihtiyaca göre psikoterapiye ilaç tedavisinin eklenmesi ile yürütülür. Bu sürecin sonunda; kişi erken dönem yaşantılarında oluşturduğu savunma mekanizmalarının depresif duygu durumu üzerindeki etkisini anlamlandırır. Daha işlevsel savunma mekanizmalarının kullanılmasıyla, kişinin hayatını olumsuz yönde etkileyen suçluluk, çaresizlik gibi duygulardan uzaklaşması, hayattan daha fazla keyif alabilir hale gelmesi ve yaşam işlevselliğinde artış görülmesi beklenir.