Küresel iklim değişikliği, artan nüfusla bağlantılı olarak hızla tükenen hammadde kaynakları, azalan su rezervleri, yükselişi durdurulamayan kirlilik, tüm dünyada her kesi rahatsız eden boyutlara ulaş...

Küresel iklim değişikliği, artan nüfusla bağlantılı olarak hızla tükenen hammadde kaynakları, azalan su rezervleri, yükselişi durdurulamayan kirlilik, tüm dünyada her kesi rahatsız eden boyutlara ulaştı. Aydın kişiler, eğitimleri ve öngörüleri doğrultusunda konuyla şahsen ilgilenmek mecburiyeti duydu. Devletlerin politikalarına, yönetim anlayışlarına, sanayicilere veya yüksek güç ve sermaye sahiplerinin gündemine girmeyen, ancak herkesi doğrudan ilgilendiren bu konular Birleşmiş Milletler çatısı altında yasalaştırılarak gündeme alınmaya çabalandı. Çok sayıda çevre kanunları son otuz yıllık kertede kanunlaşarak vücut bulduysa da, finansal öncelikler bu yasaların birebir uygulanırlığına engel oldu ve olmaya devam ediyor. Bireyin bir başına çok büyük değişiklik yaratamadığı, etkili olamadığı veya farkındalık yaratamadığını düşünen aydın insanlar, bir araya gelerek güçlenmeyi, dernekler kurmayı seçtiler. Dünyanın her yerinde dernekler kuruldu, hatta uluslararası eylem çalışmaları yürüttüler. Bunlardan en bilindik olanları, örneğin “Yeşil Barış” adıyla yine kirliliğin baş müsebbibi ülke olan Amerika’da kuruldu. Büyük kitleleri peşinden sürükleyen, sansasyonel eylemlere imza attılar. Çok sayıda aydın insanı, akademisyeni, hukukçuyu bünyesinde toplamayı başarması yanı sıra, çok sayıda fanatik edindiler. Dünya üzerinde hemen her ülkede eylem tertipleyen yeşil hareketin, en az faaliyetinin, kurulduğu ve dünyanın yüzde 60 kadar kirliliğinin baş sebebi olan anavatanında gerçekleşmediği dikkatlerden kaçmamıştır. Bu durum çevrecilik kavramının bizzat kirliliği yaratan sermeye gücü tarafından yönetildiği, yönlendirildiği, hatta kullanıldığı algısını doğurmuştur. Aynı şekilde, yüzün üzerinde nükleer santrali bulunan İsveç’in örgülü saçlı Greta ablasıyla, dünya kirliliğine çare araması da ironi olmuştur. “Nasıl cürret edersiniz” çıkışıyla tüm dünyaya parmağını salladığı sırada, en çevreci gençlik hareketini başlatmış gözüküyordu. Ancak yine tüm dünya basınında gündeme oturduğu halde, gelişmiş ülkelerin iki yüzlü tavırları yerine, az gelişmiş ülkelerin eksik ve yanlışlarını gündeminde tutmayı seçmişti. Bunlar dünya kamuoyu gözü önünde cereyan ederken, diğer tarafta ülkeler içinde şekillenen az bilindik, ya da gündemde yer bulmayan sivil inisiyatiflerde de benzer arızalar üretilmeye devam ediyordu. Hukukun işleyişini bilmeyen ya da bile bile hukuksuzluk doğuran mahkemeler türedi. Kişilerin tek başına hukuk savaşı verdiği örnekler de elbet yaşanıyordu. Ancak sivil toplum kuruluşları çatısı altında toplanmak, tüzel kişilik ile birlikte hareket etmek daha etkili olduğundan, açılan davalar ekseri dernekler eliyle devam etmekteydi. Ancak, derneklerin varlıklarını sürdürmeleri, ekonomik ve finansal kaynaklara bağlı olduğundan, derneğin hukuk mücadelesinin de belli başlı zaruri masraflarla mümkün olmasından kaynaklı olarak, gün geçtikçe işleyiş şekil değiştirdi. Dava açmak, dosya masrafları, vekalet ücretleri, uzun yıllar devam eden ancak bir yere varılamayan davalar esnasında para işin içine girdikçe derneklerin dokusu tamamen değişti. Uzun ve kararlı mücadele gerektiren, mali güç isteyen bu davalar sivil oluşumların kimyasını bozmaya başladı. Derneklerin yönetimleri zamanla el değiştirdi, dava konuları neredeyse tümden kazanç kapısı haline getirdi. İşin daha acıklı tarafında ise, açılan ve kaybedilen davalar, hukuki mecrada emsal karar ortaya koyulması bakımından çok daha büyük bir açmaza vesile olmaktadır. Yanlış yönden açılan davalar, açılmış ancak üst hukuki yollara kadar devam ettirilmeyen davalar vesilesiyle, Çevre hareketi kendi kendini boğmaya, yok etmeye yüz tuttu.