Yaratılanı sevmek için derviş olmak lazım. Lazım da… Yazı yazmanın sevinci ile eğitimci olmanın verdiği sorumlulukla “Eğitim şart” diyerek Ege Telgraf Ailesi’ne geçen hafta katıldım. 18 yaşınday...

Yaratılanı sevmek için derviş olmak lazım. Lazım da… Yazı yazmanın sevinci ile eğitimci olmanın verdiği sorumlulukla “Eğitim şart” diyerek Ege Telgraf Ailesi’ne geçen hafta katıldım. 18 yaşındaydım henüz. Ege Üniversitesi’ne kayıt olduğum günü hatırlıyorum. Bir akşamüzeri elindeki gazete olan adamın “Yarınki haberler” sesi üzerine ilk Ege Telgraf Gazetesi’ni almıştım. Genç bir taşra HHA (Hürriyet Haber Ajansı) muhabiri olarak gazetelere ilgim çoktu. O günden sonra da Alsancak’tan Cevat’ın yeri, Osmanoğulları derken Konak iskelesine yürüyünceye kadar akşamı buluyorduk. Vapurda mutlaka bir gazete alır, yarından haberdar olurduk. Ayda üç kez çekilişi yapılan Milli Piyango’nun tam listesine bakarken de piyango tutkusu gelişti. 1981 yılının 9 Ekim çekilişinde aldığım bilete 6 milyon isabet etmişti. Piyangodan daha çok heyecanlandırdı beni, 42 yıl sonra bu güzel gazetede yazı yazmak. Bu heyecanı ve sevinci yaşatan Aylin Suphandağlı hanımefendiye ve Kazım Erkmen beyefendiye teşekkür etmeden geçmek istemem. Bir derviş misali yaşamımı sürdürüyorum. Yarısı dolu bardağı doldurabilirsem ne ala, dolduramazsam bardağı kırıp diğer yarısının da yok olmasını istemem. Benim fıtratımda derviş misali yaratılanı sevmek var, Yaradan’dan ötürü. Derviş suya düşen akrebi kurtarmak ister, elini uzatınca akrep sokar. Derviş tekrar dener, akrep yine sokar. Bunu görenler dayanamaz, dervişe: “İyilik yapmak istediğin halde sana zarar verene daha ne diye iyilik edersin” der. Derviş: “Akrebin fıtratında sokmak var, benim fıtratımda ise yaratılanı sevmek, merhamet etmek; o fıtratının gereğini yapıyor diye ben niye fıtratımı değiştireyim” der. İnsanlar kötülük yapmak için harcadıkları enerjiyi, iyilik yapmak için harcasa hem kendi sağlıkları için hem de toplumsal huzur için şüphesiz daha iyi olacaktır. Bizlerin doğduğumuz ve doyduğumuz topraklara sorumluluklarımız olduğu kadar ülkemize, dünyamıza da karşıda sorumluluklarımız var. Yıllar önceydi tatilde deniz kenarına başıboş atılan pet şişeleri, mısır koçanları… Toplarken bir İngiliz bayanın bana katıldığını gördüm. Ona ‘Burası benim ülkem, ben sorumluluğum gereği çöpleri topluyorum siz neden topluyorsunuz?” dedim… Yarı yamalak Türkçesi ile “Burası benim dünyam, benim de dünyama karşı sorumluluklarım var” cevabı asla unutamayacağım güzel bir söz oldu. Hepimizin yaşadığımız dünyaya karşı sorumluluklarımız var. Mutlu yaşamanın temek koşuludur nefes aldığınız dünyanın oksijenini korumak. Dünyayı 20 yılda bir kıskacına aldığı korona gibi pandemiler ile baş etmek, ancak yaşadığımız dünyaya karşı sorumluluklarımızı yerine getirmekle mümkün. Kapitalist sistemin aç gözlülüğü karşısında da aynı duyarlılığı göstermek gerek. Aylardır bizleri evlerimize hapseden, bizi yaşama bağlayan dost sohbetlerinden uzaklaştıran pandemilerin kendinden oluştuğuna inanmayanlardanım. Bunların açgözlü kapitalistlerin laboratuvar denemelerinden kaynaklandığını düşünüyorum. Hatta ileriki tarihlerde ABD ve Çin arasında sıcak savaşa sebep olabileceğini de. Dünya ekonomisi büyük darbe alırken, birileri yine ceplerini doldurdu. Doğayı yok etmek için insanoğlunun üstüne yok. Bir de aç gözlülüğü eklenince daha da tehlikeli olurlar. Kızılderili Şefi Seattle ne güzel söylemiş: "Son ırmak kuruduğunda son ağaç yok olduğunda son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak." Başkalarının mutsuzlukları üzerine mutlu olmaya çalışanların oyununu Yüce Rabbim mutlaka bir gün bozacaktır. O sabırlıdır. Bize düşen görev “Yaratılanı sevmek, Yaradan’dan ötürü.” SON SÖZ: Yeminimiz var hayat! Ne kadar inatlaşırsan inatlaş, yine de seni en güzel yerinden yakalayacağız! Nazım Hikmet RAN