Ekonomi gazetecilerinin attıkları başlıklar arasında sıklıkla yatırım haberleri gelir. Türkiye’nin çilekeş “gerçek” sanayicileri, küçük birer atölyede başladıkları üretim yolculuklarına yüzlerce çalı...

Ekonomi gazetecilerinin attıkları başlıklar arasında sıklıkla yatırım haberleri gelir. Türkiye’nin çilekeş “gerçek” sanayicileri, küçük birer atölyede başladıkları üretim yolculuklarına yüzlerce çalışanın sorumluluğunu omuzlarında hissederek devam ederler. Üretmek bir sevdadır onlar için. Babadan ya da dededen kurulmuş düzen devralanlar da aynı bakış açısına sahiptir. Kazandıkları üç kuruş parayı bile yeni makine almaya, fabrikasını büyütmeye, istihdamlarını artırmaya harcarlar. Çalışanlarına iş ve aş sağlamanın huzuru, ibadet etmekle eş değerlidir onlar için. En az işleri kadar önemsedikleri konu, çocuklarının iyi birer eğitim alarak işini devam ettirmesi ve büyütmesidir. Son 25 yılda buna benzer onlarca öyküyü kaleme aldım, TV ekranlarına konuk ettim. Memleket ve üretim sevdalısı çok sayıda iş insanı ile tanıştım. Farklı sektörlerde üretim yapsalar da hemen hepsinin öyküsü benzeşen hikâyeler ile örülüydü. // FEDAİLİKTEN İŞ ADAMLIĞINA Bunları anlatmamın sebebi şu: Geçen hafta yavru vatan KKTC, Halil Falyalı’nın suikast sonucu öldürülmesi ile gündeme geldi. Haber başlıklarında “iş adamı” olarak tanımlanan bu vatandaşın, çok değil 20 sene öncesine kadar kumarhane önünde bekleşen bir güvenlik görevlisi olduğu yazıldı çizildi. “Nasıl olduysa” olmuş; kumarhane bekçiliğinden kumarhane zinciri ve petrol şirketi sahipliğine, farklı iş kollarında faaliyet gösteren şirketlere kadar geniş bir alanda “iş” yapar olmuştu Falyalı. Ve adı SaBıKa ile özdeşleşen, SBK Grubu’nun patronu Sezgin Baran Korkmaz… Adının baş harfleri ile holding ve vakıf kuran, yüzlerce milyon dolara hükmeden, servetinin kaynağında ne olduğu bilinmeyen, kuşaklar boyu sanayicilik yapan iş adamlarına meydan okuyup şirketlerine “çöken”, İstanbul Boğazı’nda yalılar ve havayolu şirketleri satın alan, milyonlarca dolarlık yatlarda keyif çatan, bir ayağı siyasette diğer ayağı mafyada, bir kolu uluslararası para aklamada diğer kolu gıllıgışlı işlerde olan “sayın hayırseverimiz” Sezgin Baran… 1977 yılında Kars’ın Digor ilçesinde iki göz evde yaşayan sekiz nüfuslu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti… İlkokul diploması olup olmadığı bile şüpheliydi. // BOYACILIKTAN İŞ ADAMLIĞINA Adliye önünde boyacılık yaparak ekmeğini kazanırken 13 yaşında İstanbul’a geliyor, boyacılığa devam ediyor, 13 kişiyle bir bekâr evini paylaşıyordu. Bulaşıkçılık yaptığı dönercide müşterilerden kalan dönerleri pazarda satıyor, gümrükten tasfiye edilen su arıtma cihazlarını pazarlayarak para kazanıyordu. Sonra ne olduysa oluyor, Sezgin Baran’daki iş zekâsı bir anda filizlenmeye başlıyordu. 2015 yılında BDDK’dan lisans alan Mega Varlık şirketi ile bankaların artık tahsil edemez oldukları kredi alacaklarını belirli bir iskonto ile satın alıyor, sonra da bu alacakları tahsile uğraşıyordu. Şirketler kuruluyor, satın alınıyor, çökülüyor, kalkılıyordu… Mega Varlık Yönetim A.Ş, Komak Isı Yalıtım sistemleri, SBK Holding Biofarma İlaç Sanayii, Unico Sigorta, Münir Şahin İlaç Sanayi, Ecem İlaç Pazarlama, Bugaraj Elektronik Ticaret, Hexagon Mühendislik, Auto Alsat Bilişim Otomotiv, Vaniköy Sigorta, Komak Madeni Yağ Akaryakıt, Boğaziçi Cam Sanayi, Bukombin Bilişim, Ürosan Kimya, Noil Yatırım, Blane Teknoloji, Umut İlaç, İsaanne Sarl şirketlerinin ve milyonlarca dolarlık değeri ile Bodrum’un en lüks otelinin sahibi oluyordu. Yetmiyordu! ABD’de devleti dolandıran Ermeni kardeşlerle iş tutmaya, para aklamaya başlıyordu. Toplam 46 ayrı suçlamayla itham edilen sanıkların ABD hazinesinden 511 milyon dolar tutarında haksız kazanç elde ettikleri ve haksız kazançlarını Sezgin Baran Korkmaz ve bağlantılı olduğu kişilerin hesaplarına ve şirketlerin hesaplarına aktardıkları öne sürülüyordu. Digor’un medarı iftiharı Baran, iki ülke arasında kriz çıkarıyordu. // GERÇEK İŞ İNSANI KİM? Lafı şuraya getirmek istiyorum: Bin bir emekle, çalışma ile geceler boyu alın teri dökmekle şirketlerini büyütmeye çalışan iş insanlarımızı, onların çektiği çileleri gördükten sonra yukarıda ifadesini bulan şahıslara “iş adamı demek” namuslu iş insanlarına yapılabilecek en ağır hakarettir. “Gerçek” bir başarının sadece ve da sadece tek bir sebebi vardır: Çok çalışmak! O halde şu soruyu sormak hakkımız değil midir? Türkiye’nin muteber iş insanları kimlerdir? Gecesini gündüzüne katarak üreten sanayicilerimiz mi, yoksa boyacı sandığının içinden mucizeleri birer birer çıkarıveren Sezgin Baran’a mı? Yoksa fedailikten başlayarak KKTC’nin siyasetine yön verecek kadar büyüyen hayırsever “iş adamı” Halil Falyalı mı? Sorun, sorgulayın! Cevap alıncaya kadar, ısrarla, inatla sorun… Cevabını bulduğunuz gün, güneş çok daha güzel ışıtacak cennet toprakları. Unutmayın…  

SAYIN VALİMİZE GÜÇLÜ BİR ALKIŞ!

İzmir İktisat Kongresi, Cumhuriyeti ilan etmeye hazırlanan Atatürk ve kadrosunun hayallerindeki ülkede uygulayacakları ekonomi modelinin ete kemiğe büründüğü yerdi. Bu önemli kongre, bugünkü Kemeraltı Çarşısı'nın girişinde bulunan bir tütün işletmesinde toplanmış, o tarihi bina adeta bir ülkenin kaderinin çizildiği yer olarak tarihe geçmişti. Cumhuriyetin kuruluşunda en önemli toplantılardan birine ev sahipliği yapan bu bina, 1970’li yıllara kadar tütün işletmesi olarak varlığını korudu. Sonrasında tarihimize duyduğumuz engin saygımız (!) gereği yıkılarak yerine çok daha önemli (!) olan otopark yapıldı. Gelişmiş ülkelerde böylesine tarihi öneme sahip bir yapı ne olurdu, varın siz karar verin. // AMA NE ANIT! Binayı yıkma utancımızdan biraz yüzümüz kızarmış olacak ki yerine ucube bir anıt diktik. Ama ne anıt! Yanından her gün gelip geçen binlerce insana sorsanız, anlamsız gözlerle size bakacağına eminim. Anıt diye karşımızda duran 4 tane metal çubuk hangi mantıkla düşünüldü, doğrusu çok merak etmişimdir bugüne kadar. Ve bugün o anıt bile perişan halde… Metal çubukların üzerinde çevredeki dönercilerin ilanları yapıştırılmış. Anıtın önü motosiklet parkı olarak kullanılıyor. Tabandaki taşların kimi kırılmış kimi yerinden çıkmış. Dikkatli okurlar anımsayacaktır. Bu rezaleti bu köşede pek çok kez eleştirmiş, hatta eleştirmekten yorulmuştuk. Ve bugün… İzmir Valisi Sayın Yavuz Selim Köşger’in bu akıl almaz saygısızlığa son verecek adımı attığını büyük mutlulukla öğrenmiş bulunuyoruz. Kongrenin yapıldığı tarihi bina, aynı yerinde aslına uygun olarak yeniden yapılacak. Çalışmaların, İzmir İktisat Kongresi’nin 100’üncü yılı olan 17 Şubat 2023’e yetişmesi zor görünse de, Sayın Vali’nin ortaya koyduğu iradeye saygı duymamak, alkışlamamak imkânsız. Teşekkürler Yavuz Selim Köşger…  

İSKAMBİL KAĞIDI GİBİ DAĞITILAN DİPLOMALARIN HAYATTA KARŞILIĞI VAR MI?

Önceki gün Türkiye’de yüksek öğretim sistemini kökünden değiştirecek çok önemli bir karar alındı ve üniversiteye girişte baraj puanı kaldırıldı. Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) kararına göre, bu yıldan itibaren ilgili puan türlerinde sınav puanı hesaplanan tüm adaylar için ortaöğretim başarı puanı eklenerek yerleştirme puanı hesaplanacak. Yani yarım neti aşabilenler, tercih yapabilecek. 2022 YKS sınavından itibaren lisans ve ön lisans tercihte 150 ve 180 olan baraj puanlar kaldırılacak. İlgili puan türlerinde sınav puanı hesaplanan tüm adaylar için ortaöğretim başarı puanı eklenerek yerleştirme puanı hesaplanacak. Adaylar, önceki yıllarda olduğu gibi sınav puanına orta öğretim başarı puanının eklenerek oluşacak yerleştirme puanıyla, puan üstünlüğüne göre yerleşme imkanı elde edecek. // AMAÇ KONTENJAN DOLDURMAK Pekâlâ neden böyle bir karar alınıyor? Geçen yıl üniversitelerde örgün programlarda boş kalan 169 bin kontenjanın doldurulması hedefleniyor. Pekala bu kontenjanlar neden boş kalıyor? Çünkü gençlerimiz, o okullardan ve ilgili bölümlerden alacakları diplomaların birer iskambil kağıdından gayrı önem taşımadığını bilecek kadar akıllılar. Bakınız… Gençlerimiz, apartmanlarda yalapşap eğitim veren üniversiteleri tercih etmiyor. Çünkü onca yıl okuyup, en az 200 bin TL’ye yakın para harcayıp alacakları diplomanın bir işe yaramayacağını artık görüyorlar. Üniversite sınavına giren kişi sayısı 2 milyon 300 bin. Bu sayı kontenjanların çok üzerinde olduğu hâlde devlet üniversitelerinde yüzde 20’ye yakın, vakıf üniversitelerinde yüzde 25 boş kontenjan bulunuyor. KKTC’deki üniversitelerde boş kontenjan oranı ise yüzde 45,9 gibi akıl almaz düzeyde. Yani neredeyse yarısı boş kalmış. İlginç olan bir veriyi daha dikkatinize sunayım: // SADECE TABELA DEĞİŞTİ Üniversitelerde Elektrik-Elektronik, Bilgisayar, Makine, İnşaat gibi bölümlerde boş kontenjanlar bulunuyor. Fen ağırlıklı puanlarla öğrenci alan bu bölümlerde boşluk olması, öğrencilerin fen ve matematikte zayıf olduklarının en önemli göstergesi. 20 yıl önce bu bölümlerdeki kontenjanların tamamen dolduğunu hatta yedek sıradaki öğrenciler olduğunu anımsatalım. Liselerin başarı sıralamasında da çok ilginç göstergeler var. Eskiden “düz lise” olarak bildiğimiz okulların tabelasını indirip Anadolu Lisesi yazmanın pratikte bir anlamı olmuyor. Anadolu liselerinin yanı sıra fen liselerinin başarı puanlarında geçmiş yıllara oranla düşüş yaşanıyor. O halde başlıktaki soruyu sormak hakkımız değil mi? Bu sistemin ürünü olan gençler, Türkiye’nin geleceği için fırsat mı tehdit mi? Gençlerimize kağıt parçasından ibaret olan diplomalar dağıtmak yerine, onlara Türk sanayisinin büyük ihtiyaç duyduğu ara işgücünü karşılamalarına destek olacak mesleki eğitim versek… // MESLEKİ EĞİTİM NEREDE? Çok daha mantıklı bir iş yapmış olmaz mıyız? Siyasetçilerin dillerine pelesenk olan “Genç nüfusumuz en önemli avantajımız” cümlesinin tam bir aldatmaca olduğunu anlamamız için daha kaç kuşak yitirmemiz gerekiyor? İşsiz, mesleksiz, donanımsız, Kapıkule’nin ötesi için kâğıt parçasından ibaret olan diplomalar peşinde koşmanın hiçbir mantıklı gerekçesi bulunmuyor. Özetle… Bu verilerle yüzleşmemiz ve geleceğimizi ipotek altına alan, her sene baş döndüren hızla değişen, sonuçları doğru dürüst analiz edilmeyen bu saçma eğitim sisteminin değişmesi; akıl ve bilim odaklı bir yapıya kavuşması gerekiyor. HAFTANIN SÖZÜ Bilge sessizdir, cehalet ise yaygaracı; Bu nedenle cahilin sesi bilgenin sesini hep bastırır… Anooshirvan Miandji