30 Ekim Günü Saat 14.50 de İzmir 15 saniye süresince, richter ölçeği ile 6.9 şiddetinde sarsıldı. Yabancı kaynaklarda farklı algoritmalar ile hesaplanan deprem hakkında 7 ve üzeri tanımları yapıldı. 1...

30 Ekim Günü Saat 14.50 de İzmir 15 saniye süresince, richter ölçeği ile 6.9 şiddetinde sarsıldı. Yabancı kaynaklarda farklı algoritmalar ile hesaplanan deprem hakkında 7 ve üzeri tanımları yapıldı. 17 bina çökerek yıkıldı. Depremde an itibariyle 114 vatandaşımız hayatını kaybetti. Enkaz halindeki binalar altından 100 ün üzerinde vatandaş sağ olarak kurtarıldı. 1000’in üzerinde vatandaşımız yaralandı. 500 üzeri binada ağır hasar meydana geldi, 172 bina tehlikeli durumda olduğu gerekçesiyle boşaltıldı. Bir vatandaşımız Türkiye'de ilk kez Seferihisar'da meydana gelen tsunamide can verdi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre 33 binden fazla bağımsız bölümde hasar tespiti  yapıldı. Seferihisar körfezine bakan sahil kesimlerde gelgitin oluşturduğu akıntılarda çok sayıda ev iş yeri sular altında kaldı, arabalar, tekneler hasar gördü veya sulara gömüldü. Bir bakıma, deprem üssünün İzmir merkezinden yaklaşık 80 km uzakta deniz dibinde meydana gelmesi, çok daha büyük bir felaketin önüne geçmişti. Bu bilançonun diğer açısından bakmak gerekirse, yapılış şekline, dayanıklılığına, sağlam veya sağlıklı olup olmadığına bakılmaksızın İzmir genelinde 811 bin bina yapı kayıt belgesi almıştır. Nüfusa oranla karşılaştırıldığında, Yapı Kayıt Belgesi konusunda Türkiye Rekoru İzmir'de kırılmıştı. Normal koşullarda, iktidarın kanun, düzenleme veya projelerine şiddetle muhalefet eden şehrimizde 3194 sayılı İmar Kanunu Geçici 16. maddesini büyük bir sevgi ile kucaklamıştı. Oysa, hiçbir parti, örgüt, tüzel girişim veya grubun Anayasa Mahkemesine Taşımadığı kanun düzenlemesi aslında, Anayasayı çiğner mahiyetteydi. Türkiye'de sadece ziraat mühendisleri odasının Danıştay 6. Dairesinde açtığı dava ile konunun Anayasa Mahkemesine taşınmasını talep etmiş. Yani tanımını Anayasamızdan alan 3621 sayılı Kıyı Kanunu ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu yerine, toprak koruma kanunları olan 5403 ve 6537 üzerinden konu yargıya taşınmıştır. Konumuzun başka bir can alıcı kısmı ise, yürürlükteki yasanın aksine, İzmir'in tektonik plakların kesiştiği noktada, ileri seviyede deprem bölgesi ve volkanik alan olmasına rağmen, hiçbir ölçekte imar planlarında fay hatlarının paftalara, haritalara işlenmemiş olmasıdır. Yerin altı bütünüyle termal ve volkanik vasıfta olan İzmir'in hiç bir yerinde, yeraltı dinamikleri hesaba katılmaksızın yapılaşma devam etmektedir. Yüksek risk grubundaki bölgelerde herkes dilediği gibi inşaat yapabilmektedir. Bunlardan bazıları hiç şüphesiz eski Gediz Deltasının alüvyonları ile oluşmuş Bostanlı bölgesi ve Meles su havzası olarak kabul edilen Halkapınar'dan Bayraklı'ya uzanan alandır. Bu bölgeler, zemin etütleri, jeolojik yapısı, fay haritaları, deprem gerçeği göz önüne alınmadan yapılmış binalarla doludur. Deprem Sığacık Körfezinde deniz dibinde değil karada meydana gelmiş olsa veya 15 saniyeden uzun sürseydi meydana çıkan tablo ne olacaktı diye düşünmeden edemiyor insan. Aynı büyüklükteki deprem yaşanan diğer ülkelerden çok daha fazla sayıda can kaybı kaydedilen ülkemizde, bunun nedenleri sorgulanmıyor. Kentsel dönüşüm, planlı şehirleşme faaliyetlerinde bu kaygılar dikkate alınmıyor. İzmir hatalarından ders almayı ve süratle sağlıklı yaşam alanlarına kavuşmayı beklerken, İmar Barışı gibi hata üzerine binen hatalar silsilesi ile şehirleşmekte, inşaatlar olması gerektiği gibi denetlenmemekte. Daha büyük felaketlerin olmamasını "sadece" dileyerek, inşaat-rant-çimento ekonomisi kıskacında yaşama tutunmaktadır.