İnsan varoluşundan beri gördüğü, hissettiği her şeyi tanımaya çalışmış; tanıdıkça da öğrendiklerini kendi lehine nasıl çevirebileceğini düşünen bir canlıdır. Bu öğrenme açlığının başında ise doğa geli...

İnsan varoluşundan beri gördüğü, hissettiği her şeyi tanımaya çalışmış; tanıdıkça da öğrendiklerini kendi lehine nasıl çevirebileceğini düşünen bir canlıdır. Bu öğrenme açlığının başında ise doğa gelir. İnsan ve muhtaç olduğu doğa arasında tam anlamıyla fark edemediğimiz çok fazla bağlantı var. Yeşil ile mavi renklerinin verdiği huzur ve güven hissi bunun en basit örneği. Şöyle de bir gerçek var ki; insan ilkel çağlardan beri doğaya olan bağımlılığından kurtulmak için teknolojiye kafa yorarak doğadan aldığı desteği azaltmaya çalışmıştır. Mesela güneş ışığı ve ay ışığına olan bağlılıktan kurtulmak için elektrik ve ampul icat edilmiştir. Yine, kitle iletişim araçlarının icadından önce dumanla veya posta güvercinleri ile iletişim sağlayan insan; teknolojinin gelişmesiyle doğadan aldığı bu yardımı da bırakmıştır. Doğa, günümüzde teknolojinin akıl almaz boyutlara gelmesi ve tabi artan nüfus ile balkondaki saksıdan, hafta sonu gidilen piknikten ibaret gibi dursa da aslında insanın en muhtaç olduğu olgudur. İNSAN VE ÖZGÜRLÜK En gelişmiş canlı olan insan doğada karşılaşacağı tüm tehlikelere karşı kendini güvene almak için ise topluluk halinde yaşamayı esas edinmiş ancak artan nüfus ile bu topluluklar kendi özerkliklerini ilan etmiştir. Birbirinden bağımsız yaşayan topluluklar zaman içinde toprak kavgasına girince savaşlar gerçekleşmiş ve sonucunda sınırlar çizilerek ülkeler ortaya çıkmıştır. Her toplum kendi kurallarını belirleyip o çerçevede yaşamaya alışsa da insan aslında içten içe yaradılıştan gelen özgürlük duygusunu tam olarak bastıramamıştır. Bu nedenle her türlü kısıtlama ve yasak insana daha cazibeli hale gelir. Çünkü özgür olmak insanın ruhunda vardır. Çoğu insan kuralların doğruluğunu kabul eder hatta destekler ama içgüdüsel olarak bu kuralların kendisi için değil diğer insanlar için olmasını ister. Çünkü insan bencildir. İçinde bulunduğumuz süreçte tüm insanlık evlerine kapanmış durumda. Çoğunluk bunun gerekli olduğunu düşünüyor, destekliyor ama yine de yapacağından geri kalmıyor. Rutin hayatında senede birkaç kez yürüyüş yapanlar sağlığı için yürümek zorunda olduğunu bahane ederek kendini sokağa atıyor. Yasak olmasa şehir değiştirmek aklına bile gelmeyecek olanlar jandarmanın kapattığı ana yolları aşmak için tarladan yol yapıyor yine de şehir değiştiriyor. Sokağa çıkma kısıtlaması kararını takdir edenlerin bir kısmı da kısıtlamanın son dakikalarını saniye saniye takip edip ‘Şöyle bir hava alıp gelelim’ diyerek parka bahçeye çıkıyor. Herkes kurallara ve yasaklara itaat edilmesi gerektiğini düşünüyor hatta etmeyenlere kızıyor ama içten içe kuralların kendisi için değil de diğer insanlar için olması gerektiğini düşünüyor. Yani uzun süredir evde olmanın verdiği sıkıntı kişisel değil; tüm insanlık ruhundaki özgürlük ve doğa bağımlılığının dışavurumunu yaşıyor. Umarım en yakın sürede el birliğiyle mahvettiğimiz fakat hala son derece bağımlı olduğumuz doğaya kavuşur, özgür oluruz. Zira en tehlikeli canlı olan insan her geçen gün kendi yuvasını kafes gibi hissederek daha tehlikeli hale gelebilir.