Ben ekonomist değilim. Gazeteciyim ve olayları “neden-sonuç ilişkisi”ne bağlı olarak yorumlamaya çalışıyorum. Son bi...

Ben ekonomist değilim. Gazeteciyim ve olayları “neden-sonuç ilişkisi”ne bağlı olarak yorumlamaya çalışıyorum. Son bir ay içinde dövizin çılgın yükselişi milleti çıldırtmak üzereydi ki, hükümetin müdahalesi geldi. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın pazartesi akşamı Kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamalar, sert bir düşüşe neden oldu ki, 18 TL’ye dayanan dolar fiyatı önce 12 TL’ye kadar geriledi, sonra da bu yazının kaleme alındığı saatlerde 13-14 TL bandına oturdu. Şimdi bu gelişmeleri nasıl yorumlamak lazım ona bakalım. Elbette döviz artışının durması, piyasaları rahatlattı. Herkes “Ne oluyoruz?” derken, derin bir “Oh”çekti. Bu ülkemiz açısından güzel bir gelişmedir. Zira her gün bir-iki lira artan-artırılan döviz, mal ve hizmet fiyatlarına yansımakta ve insanımıza hayatı zehir etmekteydi. Nitekim, dövizdeki sert düşüş sonucu önceki gece yapılmaya hazırlanan akaryakıt zammı durduruldu. İndirim bekleniyor. Döviz, 5 lira düşüş gösterdiğine göre, dövize endeksli olarak her gün artırılan mal ve hizmet fiyatları da düşecek mi? Buna henüz “evet” demek mümkün değil. Son bir ayda yüksek kurun etkisiyle artan fiyatlardan alınan mallar elden çıkarılmadan düşme söz konusu olamaz. Ayrıca, ülkemizde, “Bugüne kadar neyin fiyatı düşmüş de şimdi düşsün” anlayışı ile hareket edildiğine göre, bu konuda bir umut görünmüyor. Eğer düşüş görülürse bu belki de akaryakıtta gerçekleşebilir ama bunu da izleyip göreceğiz ki, hükümetin bu operasyonu mal ve hizmetlerdeki düşüşü sağlayarak tamamlaması lazım ki, anlık nefes almanın etkisi kalıcı hale gelebilsin. Aksi takdirde, döviz düşerken mal ve hizmetlerin fiyatları en azından yerinde kalsa bile yine de haksız bir kazanç elde edilmiş olur ki bu doğru bir iş değildir. Aslında şimdilik “geçici bir ferahlama” getiren son müdahale Türkiye’ye neye mal olacak, bu da çok önemli. Ekonomistler, bunun Türk Lirası’nın değer kazanması anlamına geldiğini söylerken, bir konuya da dikkati çekiyorlar. TL’ye çevrilecek mevduatlara “dövize endeksi faiz” garantisi verilmesi, bu işin yumuşak karnı. Çünkü, belirli bir faizden lirasını bankaya yatıran vatandaşın, hiç istemeyiz ama getirisinin dövizin altında kalması durumunda, aradaki zararı Hazine’den karşılanacak. Peki, bu durumda kendi insiyatifi ile para yatıran (x) şahsın zararını hazineden ödemekle 80 milyon vatandaşın parası kullanılmış ve haksızlık edilmiş olmuyor mu? İşte; tüm eleştirilerin odak noktası da bu. Zannedersem, bu operasyonla getirilen yeni modelde hükümet “döviz inşallah artmaz” diyerek hesap yapmış durumda. Bu ne kadar gerçekçi ve doğru bunu da yaşayıp göreceğiz. Aslında alınan bu palyatif tedbirlerin, başka bazı enstrümanlarla desteklenmesi gerekiyordu ki, o da bazı vergi indirimleri ve desteklemelerle yapılmak istendiği görülüyor. Kısa adı BES olan Bireysel Emeklilik Sistemi’nde devletin ödediği desteğin yüzde 25’ten 30’a çıkarılması, ihracatçıya vadeli kur farkı ödemesi, ihracatçı ve sanayici için kurumlar vergisinde 1 puanlık indirim, KDV’de yeni gelecek düzenlemeler, kamu borçlanma senetlerinin piyasaya sürülmesi gibi tedbirler umarım işe yarayacaktır. Her şeyden önemlisi 4 bin 250 TL’ye çıkartılan “Asgari Ücret”ten verginin kaldırılmasıydı. Bunun, işçi ve memur tüm çalışanların asgari ücrete kadar olan gelirlerine de uygulanacak olması da “pahalılık baskısı” altında inin inim inleyen ücretlileri de bir nebze rahatlatmıştır. Geriye ne kalıyor derseniz, ben piyasanın bu tedbirlere göre regüle edilmesi diyorum. Anlatmak istediğim şu: Maalesef, kurlardaki artışları gerekçe göstererek, mal ve hizmetlerine gerek korkarak gerekse de vurgun amacıyla zam üstüne zam yapanların buna artık bir son vermesi. Hatta birkaç ay geçtikten sonra, iğneden ipliğe fiyatları fahiş artan mal ve hizmetlerde bu rakamların da aşağıya çekilmesidir. Bu yapılabilirse, alınan tedbirlerin bir faydası olur. Yoksa heyhat. Ben bu milletin bunu başarabileceğine inanıyorum.