Ana Britannica Ansiklopedisi’nde 1 Mayıs’la ilgili olarak şu satırlar yazılıdır: “Ortaçağda ve günümüzde Avrupa’da geleneksel ilkbahar kutlamalarının yapıldığı gün; bütün dünya işçilerinin birlik, day...

Ana Britannica Ansiklopedisi’nde 1 Mayıs’la ilgili olarak şu satırlar yazılıdır: “Ortaçağda ve günümüzde Avrupa’da geleneksel ilkbahar kutlamalarının yapıldığı gün; bütün dünya işçilerinin birlik, dayanışma ve mücadelesini simgeleyen bayram günü…” Bilindiği üzere 1850’lerin ortalarından sonra gelişen batı toplumlarında ekonomik değişim yanında sosyal ve kültürel değişmeleri de getirir. Sanayi devrimiyle birçok Asya ve Afrika ülkesinin sömürülmesi Batılı ülkelerde güçlü bir sermaye kesimini ortaya çıkarır. Sanayinin içine girdiği hızlı büyüme süreci de bu ülkelerde yoğun bir işçileşme süreci doğurur. Dolayısıyla; çıkarları, yaşam biçimleri ve değerleri farklı iki ayrı sınıf ortaya çıkar. Süreç, sömürme üzerine dayandığından, çok kısa zamanda tek amaç sermaye kesiminin kâr etmesi haline gelir ve kapitalizm denen bir ekonomik işleyişle tanışır dünya… Kapitalizmin yükselişi, işçi sınıfıyla burjuva sınıfının ayrı ideolojik görüşler etrafında toplanmalarına yol açar. Bu gelişmeler sırasında fabrika ve atölyeler birer zulüm merkezlerine dönüşür. Sermaye sınıfının kar hırsına kurban edilen işçiler, insan vücudunun ve ruhunun kaldıramayacağı şartlara mahkûm edilirler. İşte bu şartlar sosyalizm, anarşizm, nihilizm gibi sermaye sınıfı karşıtı görüş ve ütopyalarla, inkar ve başkaldırı ideolojilerini ortaya çıkarır. 1 Mayıs’ın ilk kıvılcımı, 21 Nisan 1856’da Avustralyalı işçilerin, daha iyi bir gelir, daha insanca yaşam koşulları ve 8 saatlik iş günü talepleriyle başlattıkları genel grevde tutuşmuştur. Genel grev bir günlük iş bırakmayla sınırlıdır. Ancak kararlı bir ifade vardır bu tavırda: hedefe ulaşıncaya kadar her yıl aynı tarihte iş bırakılacaktır. Yani başka deyişle ilk bilinçli işçi örgütlenmesi gerçekleşmektedir. 1866 yılına gelindiğinde, bu bilinç uluslararası bir boyut kazanır ve 1. Enternasyonal adıyla bir işçi temsilcileri buluşması gerçekleştirilir. Cenevre’de toplanmıştır 1. Enternasyonal. Kongrede alınan bir kararla; bütün ülkelerin işçilerini 8 saatlik iş günü için alınan karar bir dilekten öteye gidemez. 1886 yılında, 1. Enternasyonal’den 20 yıl sonra aynı girişim Amerika’da ki işçi örgütlerince yeniden gündeme taşınır. 8 saatlik iş günü talebi neredeyse insanca çalışmanın sembolü haline gelmiştir çünkü. Tam da 1 Mayıs günü, 350 bin işçinin katıldığı ülke çapında bir genel grev başlatılır Amerika’da. Buluşma yeri Chicago’dur. Genel grev sürerken, üçüncü gün yani 3 Mayıs 1886’da, polis grevci işçilere ateş açarak dört kişiyi öldürür. Genel grevin anarşist liderlerinden August Spies, bu olayın ardından işçileri silahlı direnişe çağırır. Ertesi gün işçiler Chicago kentinin Haymarket meydanında toplanırlar. Polis de aynı yerde önlemini almış, silahlanmıştır. Polis, mitingin olaysız dağılmasına ramak kala işçilere saldırır. Bu ara polislerin üzerine bir bomba atılır. 7 ölü alanda kalır. Birisi de çocuktur bu ölülerin. Bir provokasyon olduğu kesin olan bu olaydan sonra, aralarında Spies’ın da bulunduğu 8 anarşist işçi lideri tutuklanır. Amerikalı yazar ve tarih profesörü, Martin Duberman’ın “Haymarket: 1 Mayıs’ın Romanı” adıyla yazdığı romanın (Agora Kitaplığı, 2. Baskı, Nisan 2004, Çev: Mehmet Harmancı) 255 ve 256. sayfalarında bakın olay nasıl anlatılıyor: “180 kişilik polis ekibi Fielden son sözlerini söylerken meydana girdi. “Ne kadar iğrenç olursa olsun, her hayvan üzerine basılmasına karşı direnir” diye bağırıyordu. “İnsanlar salyangozlardan ve solucanlardan daha mı aşağılıktır?” Bonfield ile yardımcısı Yüzbaşı Ward, doğruca Fielden’ın konuştuğu arabaya yürüdüler. Ward yüksek sesle, “Illinois eyaleti halkı adına derhal ve sükûnetle dağılmanızı emrediyorum!” diye seslendi. “Ama biz zaten sakiniz” dedi Fielden. Ward emrini bu kez daha yüksek sesle tekrarladı. “Pekala, dağılalım” dedi Fielden. “Zaten dağılmak üzereydik”. Fielden arabadan indi. Ayağını yere bastığı anda başı üstünden hışırdayarak ve hafif bir patırtıyla geçen bir nesne polis saflarının tam önüne düştü, büyük bir gürültüyle patladı; Mathias Degan adındaki memur anında ölürken, sekiz onu da ağır yaralandı ve çevredeki camlar kırıldı. Bir anlık şaşkın bir sessizlikten sonra polisler toplanıp kalabalığa ateş etmeye başladılar. Gürültü o kadar fazlaydı ki, bazıları top kullanıldığını sanmıştı. Spies konuşmacı arabasından inerken bir memur tabancasını onun sırtına nişanladı. Göz ucuyla durumu gören Spice’ın kardeşi Henry tabancayı patladığı anda kavradı ve kasıklarına yediği bir kurşunla yere serildi. Olup bitenin farkında olmayan Spies, paniğe kapılmış olarak kalabalığın arkasından itmesiyle oradan uzaklaştı. Polisler Haymarket’i saran üç bloğu ablukaya aldılar ve gördükleri herkesi acımasızca coplamaya koyuldular. İnleyen yaralılar sokağa serilmiş yatıyorlar, kıpırdayacak gücü olanlar sürünerek yakındaki dükkânlara erişmeye çalışıyorlardı; bazıları, arkadaşlarının çekerek sürükledikleri ara sokaklarda kaybolmuşlardı. Halsted ve Madison sokaklarının köşesindeki bir dükkanda küçük bir çocuk kan kaybından öldü. Olaydan sonraki haftalarda yedi memur ve sivil, aldıkları yaralardan dolayı öleceklerdi ve ağır yaralı sayısı da yüzü aşacaktı. Bütün olay beş dakika içinde olup bitmişti.” Haymarket olayından sonra, kamuoyunda “Chicago Sekizleri” diye anılmaya başlanan işçi liderleri, sermaye sınıfını ve patronları çok kızdırmıştır. Onlara göre asılmaları için her şey yapılmalıdır. Çünkü onların asılması, sesini yükselten işçi sınıfına bir ders vermek anlamına gelmektedir… Sanıldığı kadar kolay olmaz bu iş. Bir buçuk yıl kadar süren mahkeme her ne kadar önyargılıysa da sözüm ona adalet adına bir insanlık dersi verir kapitalizmin mahkemeleri. Oysaki Spies’ın felsefesi çok nettir: “… çok kitap okuduğum doğru. Ama onlar kafamı cevaplardan çok sorularla doldurdular. Eğer temel bir felsefem varsa, şudur sanırım: Hayatın amacı, onun keyfini çıkarmaktır. Ve başka insanların da hayatın keyfini çıkarmalarını sağlamak.” Spies olanı biteni huzurla karşılıyor gibi görünse de Louis Lingg sözünü esirgememektedir: “Konuştuğum yüz binlerce kişinin sözlerimi hatırlayacağından o kadar eminim ki, darağacında mutlu öleceğim. Bizi astığınız zaman, işte onlar, esas o zaman bomba atmaya başlayacaklar! Bunu umut ederek size şunu söylüyorum: sizlerden nefret ediyorum. Sizin düzeninizden, yasalarınızdan, kaba kuvvetle desteklenen otoritenizden nefret ediyorum. Beni bunun için asın!” (Not; Louis Lingg asılmadı. İdam edilmeden bir gün önce hücresinde, içine barut döşenmiş purosunu ağzında patlatarak intihar etti. Öldüğünde henüz 22 yaşındaydı.) Bu arada taraflı gazeteler gerilimi sürekli kışkırtmaktadır: “Kenti yakacaklardı”, “Gerekirse Chicago’nun her sokak lambasına bir işçi asarız”…“Bombayı ha onlar attı, ha başkası önemli değil. Ortalığı birbirine kattılar ya”, “Kana kan!” Olay çoktan Amerika’nın dışına taşmıştır. Örneğin İngiltere’den çekilen ve idam kararının hafifletilmesini isteyen bir telgrafta, Oscar Wilde, George Bernard Shaw ve Friedrich Engels’in imzaları vardır… Ama hayır, bu idamlar yapılacak ve işçi sınıfına “haddi” bildirilecektir. Kapitalizm kan isterken; sekizlerden biri olan işçi lideri Albert Parsons karısına yazdığı bir mektupta; “İyimserlikten yoksun kimseler asla toplumsal reformcu olamazlar. Onlar hiçbir şeyin daha iyiye gidebileceğine inanmazlar. Kötümserlik, ikimiz için de kabul edilemez” diyordu. Parsons, 3 Mayıs 1877’de tutmaya başladığı günlüğüne şöyle bir not düşer: “…bizim gibi çalışan insanların hayatları çoğunlukla yazılmaz; hikâyelerimiz ve mücadelemiz bir sonraki kuşağa ya da ders kitaplarına aktarılmaz. Tekelci sermaye ekonomiyi olduğu kadar tarihi de kontrol ediyor. Bu günlüğü elimden geldiğince dürüst tutmayı amaçladığımdan, henüz başlarken, boş bir gurura da sahip olduğumu itiraf etmek isterim, bu günlük benim adımı geleceğe taşımaya yardımcı olacak çünkü. Zaten hiç kimse bir iz bırakmadan bu dünyadan göçüp gitmek istemez.” İşçi liderleri neredeyse 17 ay yargılanırlar. Sonuç olarak 11 Kasım 1887’de infaz edilirler. Bu noktada bir ayrıntıyı açıklamakta fayda var. Liderlerden Samuel Fielden ve Michael Schwab’ın idam cezaları, ömür boyu hapse çevrilir. Çünkü bu iki lider özür dilekçesi vermişlerdir yargıya. Louis Lingg hücresinde intihar eder. Geriye kalan beş liderden August Spies (özür dilekçesi verse dahi), Albert Parsons, George Engel ve Adolph Fischer idam edilirken Oscar Neebe 15 yıl ağır hapis cezası alır. Parsons; ben suçsuzum. Eğer asılırsam, cani olduğumdan değil, sosyalist olduğumdan asılacağım. Haymarket’e bomba attığımdan değil… Illinois halkı, kendisini gönüllü olarak yetkililere sunmuş *(Not; Parsons suçsuz olduğuna inandığından karakola giderek kendisi teslim olmuştu) bir suçsuzun asılması karşısında susmayı göze alırsa, ben de savunduğum fikirler ve davam uğruna asılmayı göze alabilirim… Hayır, özür dilekçesini imzalamayacağım. Bu Lingg, Engel ve Fischer’ın aleyhine olabilir. Sayıyı azaltmamalıyız! Spies, Fielden ve Schwab imzaladılar. Ben kendimi Lingg, Engel ve Fischer’dan ayrı tutup imzayı atarsam, benim idam hükmüm değiştirilecek, bu durumda diğerleri mutlaka asılacaklar. Onların kaderi, benim de kaderimdir. …Benim onları kurtarma şansım binde bir bile değil ama, arkadaşlarımın ölümden kurtulma ihtimali varsa, bu ancak benim de onların yanında olmamla mümkün olur. Spies; Bu mahkemenin ve devleti temsil etmesi gereken halkın önünde, eyalet başsavcısını ve Chicago polis müdür Bonfield’ı cinayet işlemek üzere uydurma bir dava tezgâhlamakla suçluyorum… Bir gün gelecek, sessizliğimiz bugün boğduğunuz seslerimizden daha güçlü olacak. Schwab; İdealizmimizin bu yıl ya da gelecek yıl gerçekleşmeyeceğini biliyorum ama mümkün olduğu kadar yakın bir gelecekte gerçekleşeceğini o kadar inanıyorum ki... Fischer; Ölüme mahkûm edilmemi protesto ediyorum. Çünkü cinayet işlemedim. Ancak sosyalist olmam sebebiyle öleceksem bir sözüm yok. Fielden; Bir yanım var ki öldüremezsiniz. Engel; Hakları yalnız ayrıcalıklı sınıflara göre ayarlayan ve işçilere hiç hak tanımayan hükümete karşı kim saygı duyabilir? Böyle bir hükümete saygım yok benim. Lingg ; Bizden kimse bomba atmadı. Bizi astığınız zaman, işte onlar, esas o zaman bomba atmaya başlayacaklar. Neebe ; Evet, işlediğim suçlar şunlar: evimde bir tabanca ve bir bayrak buldular. İş saatinin azaltılması ve işçilerin eğitilmesinden yanayım. Çok üzgünüm sayın yargıç, yani mümkünse, yapabilirseniz – yapmanızı rica edeceğim – yani beni de asın. Çünkü yavaş yavaş ölmektense, ansızın öldürülmek daha şereflidir. Chicago sekizleri neyin fitilini ateşlediğini bilmeden öldüler. Dünya işçilerinde biriken nefret, tüm baskılara ve eziyetlere karşı birbirlerine daha da yaklaşmalarına neden olur. Bu ölümler ve “ders verme zavallılığı”, Amerikan işçi sınıfını yıldırmaz. 1890 yılının 1 Mayıs’ında büyük bir genel grev daha örgütlenir. Bu arada 1889 yılının Temmuz ayında, (14 – 21 Temmuz) dünyanın belli başlı işçi örgütlerinden 400 temsilci Paris’te toplanır. Bu 2. Enternasyonal’in 1. Kongresi olarak tarihe geçer. Kapitalizmle girişilen mücadelede tutulacak yollar konuşulurken, iş gününün kısaltılması için mücadele de gündeme gelir. Bu gündemde bir Fransız sosyalisti, Bordeaux’lu işçi Lavigne, Avustralya ve Amerikalı işçilerin benimseyip uyguladığı genel grev eylemini dünya çapında yaygınlaştırmayı önerir. Paris Kongresi bir yıl sonra tüm dünyada 8 saatlik işgünü için ortak bir eylem örgütlenmesini kararlaştırır. Bunun üstüne Amerikan İşçi Federasyonu Temsilcisi sendikacı Gompers, kararlaştırılan bu eylemin 1890 yılının 1 Mayıs günüyapılmasını, Haymarket buluşmasını ve Chicago Sekizleri’nin verdiği ölümüne mücadeleyi unutturmamayı, bu günün “Birlik ve Dayanışma Günü” olmasını önerir; öneri kabul edilir. Aslında kabul edilen, 1 Mayıs 1886’daki Amerikan işçilerinin; “8 saat iş, 8 saat uyku, 8 saat canımız ne isterse” sloganıyla genel grev yaptıkları Chicago buluşmasının tarihe sabitlenmesidir. 1 Mayıs böylece uluslararası bir kimlik kazanmış olur ve ilk kez 1890’da Amerika’da kutlanır. Bilimsel sosyalizmin iki kurucu liderinden biri olan Friedrich Engels, “Komünist Manifesto” nun 1890 Almanca baskısının önsözünde ilk 1 Mayıs için şöyle yazar: “Bütün ülkelerin işçileri birleşin! Bu sözü, 42 sene önce, tüm dünyaya haykırdığımızda (Not; Manifesto ilk kez 1848’de yayınlanmıştı) çok az yanıt gelmişti. Ama 28 Eylül 1864’te batı Avrupa ülkelerinin çoğunluğunun proleterleri zafer dolu anılarıyla, Uluslararası İşçi Birliği’nde birleştiler… Ah keşke Marx’da yanımda olsa, bunu kendi gözleriyle görseydi!” 1890 uluslararası genel grev eylemine karar veren ve bu eylemi örgütleme sorumluluğunu üstlenen 1889 Paris Kongresi, sonradan 2. Enternasyonal adını alacak olan örgütlenmenin kuruluş tarihi olarak kabul edilir. 8 saatlik işgünü talebinin işçi sınıfının uluslararası çapta mücadele birliğine hayat vermesi sayesinde, o günden beri 1 Mayıs işçi sınıfının uluslararası birlik ve mücadele günü olarak anılır. 1919’da, tek kurşunla vurulup öldürülen, Lenin’in “Sosyalizmin Kartalı” diye andığı Rosa Luxemburg’un, ilk 1 Mayıs eyleminden 4 yıl sonra yazdığı bir yazıdaysa şöyle denir: “Kongre tüm ülkelerin işçilerinin 1 Mayıs 1890’da, 8 saatlik işgünü için hep birlikte gösteriler yapmasını kararlaştırdı. Kimse bu kutlamanın daha sonraki yıllarda da tekrarlanmasından söz etmedi. Doğal olarak kimse, bu düşüncenin bir şimşeğin çakışı gibi başarı kazanacağını ve işçi sınıfları tarafından kısa zamanda benimseneceğini önceden kestiremezdi. Bununla birlikte, 1 Mayıs’ın her yıl kutlanacak sürekli bir kurum haline getirilmesinin gerekliliğini herkesin kavraması ve benimsemesi için, 1 Mayıs’ın yalnızca bir kez kutlanması yetti. İlk 1 Mayıs’ta 8 saatlik işgününün uygulanması talep edildi. Ama bu hedefe ulaşıldıktan sonra da, 1 Mayıs’ın kutlanmasına son verilmedi. İşçilerin burjuvazi ve hakim sınıf karşısındaki mücadelesi devam ettiği ve tüm talepleri karşılanmadığı sürece, 1 Mayıs işçi sınıfının bu taleplerinin her yıl dile getirildiği gün olacaktır. Daha iyi günler doğduğunda da, büyük olasılıkla insanlık o zaman da 1 Mayıs’ı geçmişte verilen zorlu mücadelelerin ve çekilen acıların anısına yine kutlayacaktır.”