Üzerimde en çetin kışlardan kalma soğukluk, eteklerimde sonbaharda düşmüş, kurumuş, kırılmış yaprakların ağırlığı… Yürüyorum bilmediğim, daha önce görmediğim bir yere… Omuzlarım çökmüş, belim bükülmüş...

Üzerimde en çetin kışlardan kalma soğukluk, eteklerimde sonbaharda düşmüş, kurumuş, kırılmış yaprakların ağırlığı… Yürüyorum bilmediğim, daha önce görmediğim bir yere… Omuzlarım çökmüş, belim bükülmüş, sırtım kambur olmuş… Yaşadığımız acılar, gördüğümüz olaylar, pişmanlıklar, vazgeçişler, iç çekişler, beklentiler ve keşkelerle… An’ların kavramını yitirmişçesine… Acılar yaşadık, acılar… İçimizi kanatacak kadar çok acıttılar… Umudu da gördük toz ve bulutların ardından… Sarsıldık… Çokça sarsıldık… Yıkıldık, yenildik, parçalandık… Bir şekilde geleceğe atandık… Ama unutamıyorum… Unutmuyorum… Ve unutamam, asla… Sen de unutma! Hala geçtiğimiz hafta yaşadıklarımızın psikolojisinden çıkamamış haldeyim… Yüzüm gülmüyor, seslerim zaten kısık… Hala sallanıyorum… Belki yer kabuğu sallanmasa da ben ayak bileklerimden saç uçlarıma kadar sallanıyorum… Eminim ki birçoğumuz böyledir. Geçer mi, sarılır mı yaralar? Sarılır… Ancak dersler alınarak… *** İnsanoğluyuz ya hep bir efkar hep bir doğum sancısı… Bugüne kadar size hayatımın altın bileziğiymişçesine kolumda sakladığım bir huyumdan bahsedeceğim… Küçüktüm, ufacıktım… Bu zamanın dertleriyle o zamankiler aynı değil ama yine de iç bu ya sıkılıyor… Başıma ne gelirse gelsin, beni sıkan, yüreğim, kavuran ve içimi tahtakurusu gibi kemiren ne varsa… Önce oturur ağlardım sonrasında ise kendime sarılıp ‘Geçecek’ derdim… Geçecek… Sonra da düşünürdüm eskiden yaşadığım ve zamanla üzeri tozlanmış hayal kırıklıklarımı, pişmanlıklarımı… ‘Bak’, derdim… Hangisi şu anda seni ilk günkü gibi acıtabiliyor ki… Başlarken ‘insanoğluyuz’ dedim ya… Büyüdükçe sanmayın ki küçülüyor dertlerimiz… Aslında bizler doğuştan biliyoruz onları savuşturabilmeyi… Hangi çocuğu gördün bir elma şekeri için haftalarca ağlayan? Ya da hangi çocuğu gördün dizlerinin kanamasını annesinin şefkatli öpücüğü ile unutmayan? Bizler şanslıyız… Bizim yaralarımız öpülecek ve geçecek… Bir de bu benim altın bileziğimin işe yaramadığı yerler olacak tabi… Bazı yaralar öpülünce geçmeyecek… Ona hava gerektirecek, su gerektirecek, zaman gerektirecek… Yaralar havayla nefes alıp, suyla temizlenecek, zamanla kabuk bağlayacak… Ya kurudukça sökülecek o kabuk baştan kanayacak ya da zamanla iyileşecek ama izleri hep kalacak… Her baktığında o ize baştan başlayacak o acı… Her baktığın yaşadığın an’lar aklına gelecek… Belki küllenecek, belki eskisi kadar acıtmayacak ama… Hatırlanacak… O yara daha çok hatırlanacak… İşte, böyle… Avuçlarınız kanamadan, dizlerinizde o yaralar açılmadan… Sarılın sevdiklerinize… Öpün onların avuçlarını, diz kapaklarını… Belki henüz kanamamıştır… Belki daha önce hiç acımamıştır… Ancak yine söylüyorum, biz ‘insanoğluyuz’ ya o dizler, avuçlar elbet bir gün kanayacak… Engel olamasak da, sevgimizi baştan gösterelim… Güzel günler de gelecek… Kötülüğün hapsolduğu dakikaları ezip geçecek… Biz buna inandıkça ve hep hatırladıkça…