Geçen hafta İstanbul’da çok keyifli bir fuarı gezme ve katılımcı firmaların ürünlerini inceleme fırsatım oldu. Tuzla’daki Viaport Marina’da füzenlenen SOLAR İstanbul Güneş Enerjisi, Enerji Depolama,...

Geçen hafta İstanbul’da çok keyifli bir fuarı gezme ve katılımcı firmaların ürünlerini inceleme fırsatım oldu. Tuzla’daki Viaport Marina’da füzenlenen SOLAR İstanbul Güneş Enerjisi, Enerji Depolama, E-Mobilite, Dijitalizasyon Fuarı, Türk ve yabancı firmaların güneş enerjisi ve elektrikli araçların şarj istasyonlarında geldikleri teknoloji seviyesini göstermesi açısından bilgilenmemizi sağladı. İç siyasi gündemin hayhuyu içinde pek dikkati çekmese de, Türkiye’de elektrikli ve hibrit araçların satış rakamlarında son yıllarda dikkat çeken bir artış yaşanıyor. Akaryakıt fiyatlarına yapılan zamlar, çevre bilincinin yükselmesi ve elektrikli araç teknolojilerindeki gelişim bu sonuçta etken kuşkusuz. Bu durum yakın zamanda elektrik tüketiminde şarj istasyonlarının sayısında büyük oranlı artışları da beraberinde getirecek. 2021’DEKİ ARTIŞ YÜZDE 237 Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) verilerine göre, Türkiye otomobil ve hafif ticari araç toplam satışları 2021 yılında, bir önceki yıla göre yüzde 4,6 azalarak 737 bin 350 oldu. Otomobil satışları 2021 yılında geçen yıla göre yüzde 7,9 azalarak 561 bin 853 olurken, hafif ticari araç satışları yüzde 7,9 yükselişle 175 bin 497 adede ulaştı. Buna karşılık elektrikli ve hibrid araç satışlarında geçen sene adeta patlama yaşandı. Hibrit otomobil satışları yüzde 105,1 ve elektrikli otomobil satışları da yüzde 237,2 artış gösterdi. Elektrikli otomobillerin toplam satışlardaki payı yüzde 0,1'den yüzde 0,5'e ve hibrit otomobillerin payı da yüzde 4'ten yüzde 8,8'e çıktı. ELEKTRİKLİ ARAÇTA İKİ SENARYO Bu verilere bakarak elektrikli ve hibrit otomobillerin Türkiye otomobil pazarından aldığı payın henüz düşük seviyelerde olduğu düşünenlerin fena halde yanıldığını yakın zamanda göreceğiz. Bugün dünyada 10 milyon olan elektrik araç sayısı, 2030 yılında tam 30 kat artarak 300 milyona ulaşacak. Yeşil otomobillerin pazardan aldığı pay arttıkça, bu araçları şarj edecek sistemlerin ve altyapının varlığı büyük önem kazanacak, yatırımcılarına büyük paralar kazandıracak. Bakın nasıl? Türkiye’de elektrikli araçların büyüme perspektifi iki temel senaryo ekseninde modelleniyor. “Yavaş Büyüme” senaryosunda, hafifi ticari araç pazarında elektrikli araçların payının yaklaşık altıda bir olması öngörülüyor. Elektrikli hafif araçların 2030 yılında üçte birin üzerinde pazar payına ulaşmasının öngörüldüğü, ağır ticari araçlarda ise elektrifikasyon gelişiminin güçlendiği “Hızlı Büyüme” senaryosunda ise, hedef yıl olan 2030’da elektrikli araç parkının Düşük Büyüme Senaryosu’nun iki kat üzerine çıkarak 2 milyon seviyesine ulaşacağı, hafif ticari araç parkında ise elektrikli araçların payının yüzde 7’ye ulaşması öngörülüyor. Bu senaryoda; Ar-Ge, girişimcilik ve inovasyon ekosistemleri de hızlı büyümeyi destekliyor. BU ARAÇLAR NASIL ŞARJ OLACAK? Bu noktada elektrikli araçları şarj edecek sistemlerin teknolojisi, yatırımları ve yaygın şekilde toplumun hizmetine sunulması hayati önem taşıyor. Bugün orta segment bir elektrikli araç 7 saate varan uzun süreli şarja bağlandığında yaklaşık 7,4 kW anlık elektrik gücüne ihtiyaç duyuyor. Hızlı şarjda bu ihtiyaç 22 kW’a kadar çıkıyor. Bir AVM’nin ya da bir sitenin otoparkında aynı anda 20 aracın hızlı şarja başladığı düşünülürse, bir anda çok yüksek bir elektrik talebi doğacak. Sitelerdeki ortak alan trafolarının çok kısıtlı kapasiteye sahip olduğu düşünüldüğünde, araç şarjları sadece uzun süreli ve düşük güçte yapılabilecek. Yakın gelecekte bu tür sorunlarla karşılaşmamak için şimdiden üretim ve dağıtımda altyapımızı güçlendirmemiz gerekiyor. Sistemin aşırı yüklenmesini engellemek amacı ile şarj sistemi olan site ve AVM’lerde yenilebilir enerji sistemlerinin desteklenmesi sistemdeki yükü azaltırken, elektrikli araçlarımızı da temiz ve yenilenebilir enerji ile şarj etmemizi sağlayacak.KUTU ŞARJ İSTASYONLARINA 20 MİLYON TL GERİ ÖDEMESİZ DESTEK VERİLECEK Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın Resmî Gazete’nin 22 Mart 2022 tarihli sayısında yayımlanan yönetmelik değişikliği, şarj istasyonu yatırımı ve teknolojisini üretmek isteyen yatırımcılar tarafından dikkatle inceleniyor. Buna göre elektrikli araç şarj istasyonu yatırımlarına, yatırım bedelinin yüzde 75'ine ve 20 milyon TL'ye kadar geri ödemesiz destek sağlanacak. Bu projeler için işletme gideri desteği uygulanmayacak. Bu kapsamda destek programından yararlanılarak alınan makine ve teçhizat için destekten yararlanmada 3 yıl olarak öngörülen satılamama, kiralanamama ve devredilememeye yönelik sınırlama, makine ve teçhizatın kullanım yeri ve amacı değişmemek kaydıyla 1 yıl olarak uygulanacak. Makine ve teçhizat desteği sağlanacak yatırım projeleri için destek süresi, Sanayi Bakanlığı ile işletme arasında yapılan sözleşmenin imza tarihinden başlayarak en fazla 36 ay olarak belirlendi. Uygun görülmesi halinde bir defaya mahsus 6 aya kadar ek süre verilebilecek.  

DÖVİZE YÜZDE 8.6 FAİZ VEREREK ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİNİ BİR AVUÇ TEFECİYE SATIYORUZ

Hükümetin ve ekonomi yönetiminin ne yapmak istediğini anlamak gerçekten de mümkün değil. “Ben ekonomistim, bu iktidarın ekonomideki hesabı benden sorulur” diyen Sayın Cumhurbaşkanı, faize olan alerjisini fırsat buldukça yineliyor. Dövizi ve enflasyonu patlatmak pahasına, faizlerin düşük tutulması politikasının mimarı da bizatihi kendisi. “Enflasyonunun sebebinin faiz olduğu” yönündeki dünya literatüründe olmayan teorinin de sahibi kendisi. “Kredi faizleri tarihimizde ilk kez enflasyondan daha düşük. TL ise tarihinin en düşük seviyesinde, daha da aşağı gitmez” diyen Hazine ve Maliye Bakanı’nı o koltuğa oturtan ve orada tutan da kendisi… DÜNYANIN EN YÜKSEK FAİZİ Pekâlâ… Yurt içinde faize bu kadar abanan iktidar, iş dış borçlanmaya gelince nasıl bir yol izliyor? Türkiye Cumhuriyeti Hazine’si, on gün önce yurtdışı tahvil ihracına çıktı. Ve sıkı durun: Ortaya çıkan faiz tam yüzde 8.6! Sadece 2 milyar dolarlık bir borçlanmaya gittiğimiz halde bile, beş buçuk yıllık vade sonunda ödeyeceğimiz döviz faizi neredeyse borcun yarısı kadar. Dünya üzerinde böyle bir oran yok! Sadece ABD’nin tahvil ihracında ortaya çıkan faizin 4 katı faiz ödüyoruz. Kim ödeyecek bu dövizleri? Geleceğini sattığımız evlatlarımız. Ve işin insana saç baş yolduran yanı, böylesine fahiş tefeci faizi veren Türk Hazinesi’nin ihalesine rekor talep gelmesi, yandaş basın tarafından “başarı” olarak okurlara duyuruluyor! İnanan var mı bilmiyorum ama bu mevkute müsveddeleri, en büyük ahı kendi çocuklarından alacak. O borçları ödemek için refahından özveri gösterecek olan çocuklarından… PİSLİKLER HALININ ALTINA Ekonominin çarklarını çevirebilmek için her geçen ay daha yüklü dış finansmana, daha yüksek borçlanmaya, daha yüksek faiz ödeme zorunluluğumuz var. Aralık ayında ekonomi duvara dayanınca “şapkadan çıkan son tavşan” olan Kur Korumalı Mevduat (KKM) dövize olan talebi geçici olarak azaltsa da, “seçime kadar Allah kerim” denilerek halının altına süpürülenler kabarıyor. İçerideki döviz talebini, Hazine’ye akıl almaz yük bindirerek çözdüğünü sanan Hükümet, iş dış finansman ihtiyacına gelince dünyanın en yüksek tefeci faizi karşısında adeta diz çöküyor. Sonra da vatandaşına dönerek “dış güçler” edebiyatına başlıyor. Korkum şu: İçeride dövize olan talebi, KKM gibi akıl almaz bir risk taktiği ile baskılayan ekonomi yönetimi, bu baskının işe yaramadığını gördüğü anda dev bir döviz talebi tsunamisi ile karşı karşıya kalacak. O durumda bu yalnız ve güzel ülkenin hâli ve geleceği ne olacak, yaşayarak göreceğiz... Bugünlerimizi arar noktaya geleceğimiz kesin!  

MOTO KURYELERE BİRAZ DAHA FAZLA ANLAYIŞ…

Geçenlerde bir arkadaşımla laflarken, konu döndü dolaştı motorsikletli kuryelere geldi. Bu işi yapan vatandaşlarımıza çok saygı duyuyor, yaptıkları işin zorluğunu görüyorum. Özellikle de pandemi döneminde iş yükleri büyük oranda artan bu vatandaşlarımız, sürekli olarak kazalara kurban gidiyor. Üzerlerindeki zaman baskısını bildiğim için, trafikte her zaman onlara geçiş üstünlüğü veriyorum. Bu nedenle muhabbet arasında arkadaşıma, “Biliyor musun” dedim, “Ben bugüne mahalledeki pideci, pizzacı, tatlıcı dışında hiç eve sipariş vermedim.” Yani gece yarısı, “Canım gofret çekti” deyip, o meşhur alışveriş uygulamalarından sipariş vermeyi aklıma bile getirmedim. İYİLİK Mİ KÖTÜLÜK MÜ? Yağmurda, çamurda, cehennem sıcağında oradan oraya koşturan kurye arkadaşlara zahmet vermek olarak gördüm, bu türden züppece istekleri. Arkadaşım güldü. “Yahu” dedi, “Sen sipariş vereceksin ki onlar da ekmeklerini kazanacak.” Mantık doğruydu. Bu türden servis hizmeti apayrı bir sektör oluvermişti son birkaç yıldır. Son yıllarda dünya üzerinde neredeyse her sektörü etkisi altına alan dijital dönüşüm, pandeminin de etkisiyle iyice hızlandı. Bu dönüşümün etkilediği sektörlerden biri de hiç şüphesiz e-ticaret oldu. Artık günlük temel ihtiyaçlarınızdan giysiye, elektronik eşyalardan gıdaya kadar binlerce ürün cep telefonu uygulamaları ile kolayca satın alınabiliyor. Bu durumun oluşmasındaki temel nedenlerden biri de tabii ki verdiğimiz siparişlerin hızlı şekilde elimize ulaşacağını biliyor oluşumuz. Şu veriye bakar mısınız? 2012 yılında makul kabul edilen kargo teslimat süresi 5,5 gün iken bu süre günümüzde büyükşehirlerde 24 saate kadar düşmüş durumda. Market siparişleri ise 15 dakikaya varan sürelerle evimize ulaşabiliyor. H-TİCARET DÖNEMİ… Hızın bu denli önemli olduğu yeni dijitalleşme döneminde kavramlar da hızlıca şekil değiştiriyor, e-ticaretin yerini “h-ticaret” yani hızlı ticaret alıyor. Demem o ki… İş yapış biçimlerinde yaşanan köklü değişim hepimizin başını döndürüyor. Birkaç sene öncesine kadar, “Yahu böyle iş mi olur” dediğiniz girişimler, akıl edenlerine büyük paralar kazandırabiliyor. Okurlara akıl verecek değiliz elbet. Ama iyi niyetli önerim; sokakta, trafikte karşılaştığınız kuryelere azami ölçüde anlayış gösterin. Verdiğimiz her sipariş onların evlerine ekmek götürmelerini sağlasa da, can güvenliklerinin sipariş ettiğiniz gofretten daha önemli olduğunu bilin.

ADANALI SULTAN ANA’NIN ATATÜRK’E ADAĞI NEYDİ?

Birkaç haftadır Atatürk ile ilgili anektotları atlayınca, dostlardan serzenişler gelmekte gecikmedi. Arşivde okurları bekleyen olaylar dizisinden birini, Mart ayı içinde iken sütunlara taşıyalım istedik. Tarih 15 Mart 1923. Yer Adana. Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı zaferinden sonra ilk kez Adana’yı ziyaret ediyordu. Bu kez yanında müstakbel eşi Latife Hanım da vardı. Tren garında Mustafa Kemal’in ayaklarının tozuna yüz sürmeyi adak edenler zorla ayırabiliyorlardı. Türk’ün büyük kurtarıcısı, o mütevazı çelebiliğinden hiçbir şey kaybetmeden gülümsemekle karşılık veriyordu Adanalılar’a… Hükümet Konağı’ndan ayrılırken, kucağında bir buket sarı çiçekle merdivenlerde duran bir köylü kadını belirdi. Kadıncağız büyük bir hayranlıkla Mustafa Kemal’in gözlerine tutuldu ve bir süre bu dalgınlık içinde yerinden kımıldamadı, sonra bir ana sesindeki sevgi ve özlemle: -“Ah benim çakır oğlum! Yolunu bir deli gibi bekledim. Sana bu çiçekleri tarlamdan yoldum, eğ başını! O sarı altın saçlarını öpeyim... Bu benin adağım, umduğumu çok görme...” Genç komutanın yüzüne bir gönül rahatlığı ve neşe yayıldı, başını ona doğru eğdi. Köylü kadın bu sarı başı bağrındaki sarı çiçeklerin üzerine bastırdı, kokladı, öptü. Sonra da sarı fulyaları ayağının altına sererek: -“Adağım yerini buldu koca yiğit, tuttuğun altın, kılıcın keskin, her muradın yerine gelsin.” dedi. Bu köylü kadını, Adana civarında cephelerde Fransızlar ile çarpışan “Sultan Ana” idi. HAFTANIN SÖZÜ Affetmek, menekşenin kendisini ezen topuğa bıraktığı kokusudur. Mark Twain