Geçen haftaki köşe haberimizde ayrıntılarını aktardığımız, “Rus doğalgazına bağımlılığımızın son durumu” analizimize pek çok tebrik aldık. Aslına bakarsanız, enerji gibi uluslararası siyaseti doğruda...

Geçen haftaki köşe haberimizde ayrıntılarını aktardığımız, “Rus doğalgazına bağımlılığımızın son durumu” analizimize pek çok tebrik aldık. Aslına bakarsanız, enerji gibi uluslararası siyaseti doğrudan etkileyen stratejik konularda, ülkelerin tamamıyla bağımsız olmasını beklemek anlamlı değil. Enerjide net ithalatçı olan ülkelerin asıl becerisi, kaynak çeşitliliğini sağlamalarında yatıyor. Bizim gibi enerji üreten ülkelerle tüketen ülkeler arasında köprü olan ülkeler ise –şayet becerebiliyorlarsa- enerji trafiğini yöneten, moda deyimle “hub” olan, fiyatları belirleyen ve bu işten ciddi paralar kazanan noktaya ulaşabiliyorlar. // BAĞIMLILIK ORANIMIZ YÜZDE 70 Bu açıdan baktığımızda, yüzde 98 oranına dışa bağımlı olduğumuz doğalgazda, tek bir ülkeye olan bağımlılığın yüzde 70 olmasını akılla açıklamak olası değil. İki ülke arasında bu kadar yüsek bir bağımlılık oranının dünyada yaşanmadığını da kaydedelim. Buradaki asimetrik ilişkide kafaya takılacak bir yön yok mu sizce? Yağmurdan kaçarken doluya tutulma misali, yıllarca ABD emperyalizminden kaçarkan şimdi de Rus emperyalizminde kucağına düşümüş olabilir miyiz? Bu garip ilişkide 24 Kasım 2015 tarihinde Rus savaş uçağını düşürmemizi ve bu olayın sonrasında zafer naraları atmamızı milat alalım. Aradan geçen dört yılı aşkın sürede Rusya’ya kendimizi affettirmek için neler yapmadık neler… 1952 ylından bugüne içinde olduğumuz ve NATO’nun tam tersi bir askeri strateji geliştirdik. Hava savunma sistemimizi S-400 ile handiyse tamamen Rusya’ya teslim ettik. Siparişini verdiğimiz ve parasını büyük ölçüde ödediğimiz F-35 savaş uçakları verilmeyince, ABD’nin haksız tutumuna karşılık çareyi Ruslar’ın SU 57 uçaklarında aramaya başladık. // NE İSTEDİLERSE YAPIYORUZ Mersin-Akkuyu’da halen inşaatı devam eden Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) ihalesini Rusya’ya verdik. Sinop’taki NGS projesi yeniden ihaleye çıkarıldığında, bu santrali de muhtemelen Ruslar’a yaptıracağız. “3. nesil nükleer santral inşa edeceğiz” diyen Ruslar’a, “Siz kendi ülkenizde ya da dünyanın herhangi bir ülkesinde 3. nesil santral inşa ettiniz mi?” diye sormadık bile… Geçen haftaki yazımda ayrıntıları ile yazdığım için tekrar etmek istemiyorum. Bu ay başında açılışı yapılan Türk Akım’dan alacağımız gaza ihtiyacımız yokken, sırf Ruslar’ın gönlünü hoş tutalım diye bu hattı yapmalarına ses çıkarmadık. Pekâlâ, birisi Türkiye’ye diğeri ise bizim topraklarımız üzerinden Avrupa’ya gaz taşıyacak iki boru hattından oluşan Türk Akım’dan para kazanacak mıyız, henüz belli değil. Suriye’de Ruslar’ın her dediklerini yapıyoruz. YPG’yi açıkça desteklemelerine, Rus komutanların YPG elebaşları ile görüntülü konferans yapmalarına, aylardır sükûnetin korunduğu İdlib’i her türlü desteği verdikleri Beşar Esad’ın ordusu marifetiyle bombalayıp şu ana kadar 400 bin insanın Türkiye sınırına göç etmesine sebep olmalarına ses bile çıkarmıyoruz. Libya’da da büyük oranda Ruslar’a entegre bir politika yürüteceğimiz anlaşılıyor. “Darbeci Hafter ile nasıl arabuluculuk yaparız” dememizden birkaç gün sonra, “Rusya ile birlikte Libya’da arabuluculuk yapacağız” diyebiliyoruz. “Kimler arasında arabulucu olacağız” sorusunu kimse sormuyor bile… // DOMATES BİLE ALMIYOR Siyasi, stratejik, askeri alanlarda nerdeyse her istediklerini yapmamıza rağmen, Rusya’nın domates salatalık almakta bile hâlâ mızmızlanmasını, saçma sapan gerekçelerle mallarımızı geri yollamasını anlamak gerçekten mümkün değil. Vizelerin kaldırılmasını ise hiç konuşmayalım… Uçak krizine kadar Türk vatandaşları turistik seyahatlerinde vizeden muaf tutuluyordu. Uçağı düşürülen Rusya’nın yaptığı ilk açıklama “Bunun bedelini en ağır şekilde ödeyeceksiniz” olmuş, ikinci açıklama “vize muafiyetine son veriyoruz” olmuştu. Bunca yaşananların ardından sormak hakkımız değil mi: ABD emperyalizminden kaçarken, Rus emperyalizminin kucağına mı oturuyoruz?  

TÜRK SİYASİ TARİHİ YAZILIRKEN ADI EN ÇOK ANILACAK SİYASETÇİ

Melih Gökçek… 23 yıldan fazla süre Ankara Büyükşehir Belediye Başanlığı yaptı. Bu görevinden önce kısa süren bir kamu görevi, bir dönem Keçiören Belediye Başkanlığı, bir dönem milletvekilliği bulunuyordu. AKP’nin kurulduğu ve iktidara geldiği yıllarda, Demokrat Parti’nin Genel Başkanlığı’na soyunan ve Belediye Başkanlığı görevinin yanı sıra il il gezerek siyaset yapan Gökçek, AKP’ye ağır cümlelerle verip veriştiriyor, ham hayaller kuruyordu. “Meclis’e iki buçuk parti girecek” diyordu. “Buçuk”tan kastettiği, onbinde bir oy olan Demokrat Parti idi. 2002 yılında İzmir’de Balçova Termal tesislerindeki toplantıda yaptığı ateşli konuşma, AKP’ye etmedik laf bırakmaması hâlâ kulaklarımda. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı, Gökçek yanlış ata oynamıştı. 3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP tek başına iktidara geldi. Hemen birkaç ay sonra, Demokrat Partilileri yüz üstü bırakarak hooop AKP’ye geçti Gökçek… // “PARSEL PARSEL SATTI” 2017 yılında ise nedeni hâlâ bilinmeyen bir gerekçe ile Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından görevinden alındı. Kendisi de neden istifa ettiğinin nedenini açıklamadı. Kendi kendisine sordu mu, ondan bile emin değilim. 2015 yılında AKP’nin ağır toplarından, dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile büyük bir kavgaya girişti. Arınç’ın hakaret içeren konuşmaları sonrasında söylediği, “Bu kişi FETÖ’ye Ankara’yı parsel parsel satmıştır” iddiası yenilir yutulur gibi değildi. Canlı yayında söylenen bu sözlerin üzerine tek bir savcı bile gitmedi. Ne Arınç’a soruldu ne de Gökçek bu topa girdi… Oysa normal koşullarda, kavgada bile söylenmeyecek bu cümle, FETÖ ile ilgili pek çok düğümün çözüleceği bir dava konusu olabilirdi. Herkes sütre gerisine yattı… // DEVLETİN ARACINI KULLANIYOR Gökçek’i size daha fazla anlatacak değilim. Kamuoyu kendisini “ziyadesiyle” tanıyor… Meselem şu: İleride Türk siyasi tarihinin 2000 sonrası dönemi yazılırken, Gökçek’e özel bir bölüm ayrılması gerekecek. Düşünsenize, 23 Ekim 2017’de Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan kovulan Gökçek, o tarihren beri belediyenin kendisine tahsis ettiği üç lüks cipi kullanmaya devam ediyor. Araçların yakıtı, vergisi, bakımı vs hepsi biz vergi mükelleflerinin cebinden çıkıyor. Ve bu durum taa Mansur Yavaş’ın seçimleri kazanması sonrası ortaya çıkıyor. Basında konu işlenince ciplerden ikisini lütuf gösterip iade ediyor. Birini ise hâlâ kullanmaya devam ediyor. Hatta aynı araçla işlenen trafik suçuna kesilen cezayı bile ödemiyor. Bir de sosyal medya üzerinden Mansur Yavaş ila ağız dalaşına giriyor. Meseleyi unutturmak için Ankara’da yağan karda kayan araçları paylaşıyor. Kendince espri yapıyor. “Mansur Yavaş’a para yollayacağını, yolladığı paradan cezayı ödemesini, kalanı ile de kendisine harçlık yapmasını” söylüyor. // ESPRİ KABİLİYETİ MÜTHİŞ! Seviyeye, akıl yürütmeye, espri (!) kabiliyetine bakar mısınız? Hiçbir kamu görevi olmadığı halde, devletin aracına yapışmış, “vermem oğlu vermem” diyor. Devletin aracını iki yılı aşkın süredir neden, nasıl ve hangi hakla kullandığını, kimden cesaret aldığını, işlediği suçun hesabını vermek ve kanunları nasıl hiçe saydığını açıklamak yerine; lise ergenleri gibi soğuk espriler yaparak “ört ki ölem” diyor. Onu izlerken adeta yüreğiniz sıkışıyor. “Mustafa Kemal’in başkentini bu adam mı yönetmiş 23 sene?” diye sorasınız geliyor… Yanıt alamayacağınızı, klavye silahşörü Gökçek’in gülünç zırvalarına hedef olacağınızı bile bile…  

MAKYAVEL VE DEMİRBAŞ ŞARL’IN SİYASETÇİLERE ÖĞRETTİKLERİ…

  Makyavelizm, İtalyan düşünür ve politikacı Niccolo Machiavelli’nin (1469-1527) düşünceleri üzerine inşa edildi. Çoğu zaman hakaret sözcüğü olarak kullanılan “Makyavelist” tanımlamasının altında, genellikle siyasette ve toplumsal yaşamda “amaca ulaşmak için bütün araçların meşru olduğu” yatar. “Amacın, aracı meşrulaştırdığı” savından hareket edince, her türlü ahlâk ilkesini hiçe saymak da pek şaşılası olmasa gerek… Makyavel'e sormuşlar, “Siyasette ses mi, yoksa yankı mı daha önemlidir?” diye… Düşünür şu ilginç cevabı vermiş: “Aslında ses ile yankının aynı kişide olması en mükemmelidir. Birini seçmek gerekirse sesi tercih ederim; işin aslı, gürültüsünden değerlidir.” Kıssadan hisse… // SİYASET HER ŞEYE MÜSAİT Mİ? Türk siyasetindeki lider anlayışı, Demirbaş Şarl'ın yönetim üslubuna benziyor. İsveç Kralı Onikinci Şarl'a göre, “Siyaset her şeye müsaittir...” On ikinci Şarl'ın unvanı, Demirbaş'tı... Boylu poslu, gövdeliydi. Yakışıklıydı; arzulu kadınlarının başını döndürüyor ve olduğundan akıllı görünüyordü. Devlet Konseyi tarafından krallığa getirilmişti. Tacını elinde dolaştırır, kral olduğunu göstermek istediği zaman başına koyar ve emrederdi. Kendini kral yapan kurultayı köleleştirmişti. “Nimet teklif et; diz çöktürmeyeceğin adam yoktur" diyordu. Çünkü, “siyasetin her kalıba girenlerin işi” olduğuna inanıyordu. Despot ve sorumsuz yönetimin örneğiydi. Paltova Savaşı'nda ayağından yaralanmıştı. Çizmesini giyemiyordu. Ülke yönetimindeki demir gücünü göstermek için bu çizmenin üzerine bayrak rengi kurdeleler bağlayıp Devlet Konseyi'ne gönderdi; kürsünün üzerine konulmasını istedi. Devlet Konseyi’ndeki bütün komutanlar ve yöneticiler bu çizmeyi selamlayarak toplantıyı açıyor, görüşmeler tamamlandıktan sonra bu çizmeyi selamlayarak toplantıyı kapatıyorlardı. Bu çizme, İsa'dan sonra önünde en fazla diz çökülen öge oldu... Demirbaş Şarl, bu çizmeyi Devlet Konseyi'ne gönderirken, "millet için sorumluluğumu yüklendim; fedakârlıklarım, tarihimizin gururu olacaktır" diyordu. Güya, İsveç halkını hükümetsiz bırakmaya Demirbaş'ın gönlü razı olmamıştı. // ŞARL’IN ACI GERÇEĞİ… Sonunda anlaşıldı ki, gözden uzak bir sahil evinde danışmanı Goertz'in başında bulunduğu ve sevgilisinin de dahil olduğu bir pişkin kadro, Demirbaş Şarl'ı yönlendirmeliydi. İsveç halkı bu kadronun mutluluğu için Norveç'e karşı açtığı savaşta varlığının yarısını kaybetti. Tarih, kaybolan varlığın önemli bölümünün danışman Goertz'in kişisel servetine dönüştüğünü yazar... Bütün bunları yazmamın sebebi şu: Türk Milleti olarak, insanları, özellikle de siyasetçileri gözümüzde çok büyütüyoruz. Kendi seçtiğimiz, maaşını verdiğimiz, ülkeyi yönetmesi ve tüm milletin ortak refahına hizmet edecek çalışmalar yapmasını istediğimiz insanlara, (tövbe hâşâ) tapınmaya başlıyoruz… Yapmayalım bunu… Aramızdan yeni Demirbaş Şarl’lar çıkarmayalım…