Türk şiirinin usta sesi Gülsüm Cengiz, “Başka Bir Gökyüzünün Altında” kitabıyla göçlerin ve çocukların dünyasına barışçıl bir dille sesleniyor. Cengiz’in umutlu sesine kulak verelim.

Türk şiirinin usta sesi Gülsüm Cengiz, “Başka Bir Gökyüzünün Altında” kitabıyla göçlerin ve çocukların dünyasına barışçıl bir dille sesleniyor. Cengiz’in umutlu sesine kulak verelim. Şiirimizin yaşayan usta sesi Gülsüm Cengiz, “Başka Bir Gökyüzünün Altında” mübadele hafızasından çocukların özlemlerine uzanan dizelerle okuyucunun karşısına çıktı. Cengiz, kişisel tarihinden örneklerle şiirlerini anlattı. Cengiz, “Taş evlerin bırakılmışlığı ve mübadelenin derin hüznünün etkisi var bu bekletişimde; ancak şiirleri uzun sürede tamamlamam yalnız bu şiire özgü değil. İki yılda ya da daha uzun sürede tamamlanan, son dizesi için beklettiğim pek çok şiirim vardır. İlk esinlenme anında yazdıklarımı şiir olarak görmem” dedi. -Kayaköy'de adlı şiiriniz mübadele üzerine. Bu yıl, mübadelenin yüzüncü yılı. Bu olayın siyasi mirası çokça konuşuldu. Ancak biz size bu konunun edebiyatımıza bıraktığı mirası soracak olursak neler söylersiniz? Mübadele'nin edebiyata yansıması aslında geniş bir araştırmanın konusu ve umarım bu yıl bu konu üzerinde bugüne kadar olanlardan daha derin ve geniş araştırmalar yapılır. Bu konuda okuyup derinden etkilendiğim ilk kitap karşı yakadandı; Dido Sotiriyu'nun Benden Selam Söyle Anadolu'ya adlı romanı duygu ve düşünce dünyamda pek çok şeyi değiştirdi. Adından söz edeceğim ikinci kitap Kemal Yalçın'ın Yunancaya ve pek çok dile çevrilen Emanet Çeyiz adlı romanı. Ömer Asan'ın Niko'nun Kemençesi de okuyup etkilendiğim bir öykü kitabı. Firdevs Tunçay'ın Kalbim Rumeli'de Kaldı-Sardunya Kokan Toprakların Öyküleri, Kalbim Anadolu'da Kaldı-Gerçek Mübadele Öyküleri, Hasretin Çocukları kitapları mübadeleye bire bir tanıklığın öyküleri. Behlül Ablak'ın Kapadokya Güneşi adlı kitabındaki aynı adı taşıyan uzun öykü ise, bu konuda en yeni okuduğum mübadele öyküsü. Bu konuda Lozan Mübadilleri Vakfı'nın değerli çalışmaları var bildiğim kadarıyla. Mübadele'nin 85'inci yılında düzenledikleri Öykü Yarışması Seçkisi - MÜBADELE ÖYKÜLERİ adıyla Müfide Pekin tarafından yayına hazırlanmış ve kitap Lozan Mübadilleri Vakfı tarafından yayınlanmış. Kitabın önsözü ailesi de mübadil olan Feyza Hepçilingirler'e ait. Mübadele'nin 92. yılında yine Lozan Mübadilleri Vakfı ve Stos Yayınlarının yayınladığı “Hasretin İki Yakasından Mübadele Öyküleri” göçü yaşayan Rumların ve Türklerin hikayelerini anlatıyor Türkçe ve Yunanca. Bu konudaki araştırmalardan biri Prof. Dr. Kemal Arı'nın Türk Roman ve Öyküsünde “Mübadele” adlı çalışması. Herkül Millas'ın “Mübadele Öyküleri” kitabını değerlendiren Agos'taki yazısı da bu konuda karşımıza çıkan çalışmalardan biri... Konumuz edebiyat olmakla birlikte; Ömer Asan'ın yönetmenliğini yaptığı “Kardeş Nereye: Mübadele” adlı belgeselinden de söz etmek isterim. Belgesel 2010 yılında Türkiye’de ve Yunanistan’da çekildi. İstanbul, Ordu, Selanik, Drama, Katerini, Kilkis’te çekimleri yapılan belgesel 1924 Lozan Antlaşması sonrası gerçekleşen mübadeleyi konu almaktadır. Gelelim benim Kayaköy şiirime... Kayaköy adını yıllardır duyardım, ama hiç gitmemiştim. 2009'da Fethiye Kültür Sanat Günleri'ne davet edildiğimde bu olanağı bulabildim. Etkinlikler kapsamında Kayaköy gezisi de vardı. Bahardı. Köyün girişindeki diz boyu papatyalar sere serpe büyümüşlerdi. Onların kocaman sarı göbekleri bana tarihe tanıklık eden gözler gibi geldi. Köye giden yokuşu tırmanırken, iki yanı taş evlerle çevrili sokaklarda yürürken ben artık bu zamanda değildim. Sokaklarda, boş avlularda, yıkık taş evlerin odalarında dolanan rüzgarın esintisi kulağıma o zamanı, insanların dört bin yıllık kökünden söküldüğü Mübadele zamanının sesini fısıldıyordu. Kapıları kapanıp bir daha açılmayan taş evleri, bir zamanlar insan seslerinin yankılandığı boş avluları, kilise yıkıntısını, demir parmaklıkların ardındaki insan kemiklerini görmek beni çok sarstı. Sonra köyün alt yanındaki yeni yerleşim yerine, oradaki köy kahvesine gittik. Kayaköy'deki komşuları giderken, onlardan ayrılmanın hüznünü duyan “-Komşu gitme! / Ocakta bazlama / tencerede / yeni sağılmış sütü keçilerin, / çanakta balı kardeşliğin, / dallar silme zeytin.../ Gel bölüşelim...” diyen komşularının torunlarıydı orada yaşayanlar... Barış içinde yaşayıp gidiyorlardı birlikte; ama işte “düştü üstümüze bir bulutun gölgesi / esti hoyrat bir rüzgar / bizi bize bırakmadılar... / Emir çıktı, vakt'oldu / düştük yola mübadele; / paramparça yüreğim...” 2009'daki Fethiye Kültür Sanat Günleri'ne, 2004'te dilimize çevrilip yayınlanan Kanatsız Kuşlar romanında Kayaköy'ü, iki halkın kardeşçe yaşamlarını ve mübadeleyi konu edinen Louis de Bernieres de çağrılıydı. Romanı yazarken Kayaköy'e de gelmişti, o günkü gezide de vardı. O gün orada duyumsadıklarımla filizlenen Kayaköy'de şiirimi Fethiye'den dönerken uçakta yazmaya başladım. Elbette şiir notları, kopuk kopuk dizelerdi bunlar; ama şiirin temelini oluşturdular. Sonra uzun süre dönüp dönüp şiirin üzerinde çalıştım. “Kayaköy'de” şiirim hemen hemen tamamlanmıştı, ama, o gün orada duyumsadıklarımı tam olarak ifade edebilmek için beklettim bu şiirimi. İki yıl sonra tekrar çağırıldım Fethiye'ye... Şiirimi de alıp gittim bu kez. Programda Kayaköy'ün altındaki kahvede şiir okuma da vardı. O yolculuk ve ortam, bana şiirin son dizelerini yazma olanağı verdi. O gün orada okudum ilk kez... Çok etkilendi dinleyenler ve etkinliğe katılan şair yazar dostlar. Şiir Evrensel Kültür Dergisi'nde yayınlandıktan bir süre sonra, telefonum çaldı. Mehmet Başaran'dı... İlk sözü “Ne zaman gittin Kayaköy'e?” oldu. Anladım, şiiri okumuştu. Söyledim iki yıl önce olduğunu. Dedi ki, “Demek iki yıl demlendi bu şiir...” “Evet,” dedim. O zaman, yaşça da edebiyatta da benden büyük olan ustanın yüce gönüllülüğüne tanık oldum. Dedi ki, “Ben de yazdım Kayaköy'ü, ama seninki daha güzel olmuş.” Utandım, ne diyeceğimi bilemedim, teşekkür ettim. Onun Kayaköy'ün çığlığını duyan ve dile getiren Yalnızlık Ören şiirinden de böylece haberdar oldum. -Aynı şiirden devam edelim. Şiiri iki yılda tamamladığınız görülüyor. Bu sürenin uzunluğunda Kayaköy'ün büyüleyici mimarisi ve mübadelenin derin hüznünün etkisi var mı? Elbette, taş evlerin bırakılmışlığı ve mübadelenin derin hüznünün etkisi var bu bekletişimde; ancak şiirleri uzun sürede tamamlamam yalnız bu şiire özgü değil. İki yılda ya da daha uzun sürede tamamlanan, son dizesi için beklettiğim pek çok şiirim vardır. İlk esinlenme anında yazdıklarımı şiir olarak görmem. Şiir taslaklarıdır onlar benim için. Bekletir, dinlendiririm; üstünde tekrar tekrar çalışırım. Dışardan İsteğimdir adlı şiirim 2.5 yılda tamamlandı. Bu kitaptaki Bir Suyun Kıyısında Bebek Uykusu, Eğreti Bir Hayatın Ortasında Çocuklar ve başka şiirlerim de uzun sürede tamamlandılar. Elbette bu sürede başka şiirlerim ya da öykülerim de çıktı ortaya. Ama şiirlerimi yayınlatmak için acele etmem. İçime sinmişse gönderirim dergilere, ki bu kitaptaki pek çok şiirim kitaplaşmadan önce dergilerde okurla buluştu. Kitap da böyle böyle oluştu. 2013'te yayınlanan bir önceki kitabım Yasak Sevda Sözcükleri'yle 10 yıl var zaten arasında...

MÜLTECİ KAMPINDA

-"Eğreti Bir Hayatın Ortasında Çocuklar" şiiriniz de yine bir göç hikayesi. Bu sefer Yugoslavya ve Trakya'da geziniyor dizeleriniz. Şiirin konuğu çocukları tercih etmenizde özel bir neden var mı? 2000'li yılların başında, Türkiye Yazarlar Sendikası genel sekreteri olduğum dönemde bir etkinlik düzenledik. Yugoslavya'nın dağılma sürecinde süregelen savaşlardan kaçan insanların konuk edildiği Trakya'daki bir mülteci kampını ziyaret ettik. Çok sayıda yazar şair katıldı bu etkinliğe. Kamp alanındaki eğreti yaşam; çadırlar, yatak denkleri, plastik leğenler, tabaklar; kulakları bir direğe bağlı megafonda bekleşen kadınlar ve kökünden sökülmüş ağaçlar gibi suskun yaşlılar... O gün orada gördüklerim beni çok etkiledi; ama en çok çocukların durumu hüzünlendirdi. Yanımıza yaklaşan sarı saçlı, mavi gözlü küçük bir kızla konuşmak istedim, ama Türkçe bilmiyordu. Adını başkaları söyledi. Gülümsüyordu, ama hüzünlü bir şeyler vardı bu gülümsemede. “Masmavi gözlerinde Katrina’nın / şaşkın kanat çırpışları / kovanını kaybetmiş bir arının.” dizeleri orada doğdu. Evet, o gün en çok çocuklar hüzünlendirdi beni; neden evlerini, yurtlarını geride bırakıp buraya geldiklerini bilmeyen çocuklar... Ama öte yandan o gün yine en çok çocuklar umut verdi bana; çadırların arasından yükselen neşeli çocuk sesleri, yüzlerindeki masumiyet... “Çocuk, her yerde çocuk/ ve bir umut, insanın geleceği...” dizelerini çağrıştırdı o durumları da... O şiir de o gün başladı yazılmaya, ama oldukça uzun süre bekletip dinlendirdim duygulanımlarımın “şiir” olması için. Sözcükler'de yayınlandı o da ilk kez. Gelelim çocuklarla ilgili sorunuza. Evet, bu kitabı oluşturan pek çok şiirimin konusu ve konuğu çocuklar. Elbette bunun bir nedeni var. Öncelikle çocuklar, yaşama karşı savunmasızlar. Doğdukları aileyi, ülkeyi ya da coğrafyayı seçme şansları yok. Doğdukları ülke ya da coğrafyada ya da dünyanın pek çok bölgesinde yetişkinlerin çıkardıkları savaşlar nedeniyle ailelerini yitiriyorlar, aç kalıyorlar, yaşamlarını yitiriyorlar ya da geride kalan aileleriyle birlikte göç etmek zorunda kalıyorlar. Yemenli Çocuk şiirimde de açlıktan ölen Yemenli çocuklar var. Bu kitapta özellikle çocuklara ağırlık verdim. Sularda boğulan, ülkeden ülkeye geçerken sınırlarda donup ölen çocuklar; bu çocuklar yalnız anne babalarının çocukları değil, bütün insanlığın çocukları... Buna karşın nasıl da örseleniyorlar? Nasıl da acılar çekiyorlar, yok yoksul yaşıyorlar... Ya yaşamda kalıp, sınırları geçerek bilmedikleri topraklarda yaşamaya çalışanların üzerindeki emek sömürüsü ve ayrımcılık? Çocuklar üç aylık, üç yaşında, dokuz- on- on üç yaşlarında ölüyorlar, öldürülüyorlar. Hani nazar boncuğu takılır ya çocuklara nazar değmesin diye... Çocuğa Ölüm Değdi şiirim, ona naziredir. “Kırıldı nazar boncuğu/ çocuğa ölüm değdi.” Kitabın girişindeki “ve çocuklar / örselenmiş kuş sürüsü / rüzgârın kanadında-” dizelerim kitaptaki şiirlerde çocuklara olan duyarlığımın ağırlıklı olacağının ip ucudur. Evet, bu kitapta Miray Bebeğe Ağıt, Bismil'de İncecikten Bir Ağıt şiirlerimdeki çocuklar, iş kazasında ölen çocuk Ahmet, havan topuyla parçalanan Ceylan çocuk... Hangi birinden söz etmeli? Ya Maria Françeska? “Özgürlük eşitlik, kardeşlik” belgisinin doğduğu ülkede, Fransa'nın bir kasabasında gömülmesine izin verilmeyen üç aylık Roman bebeğe yapılan ayrımcılık? Ya Filistinli çocukların dünyanın gözü önünde yaşadıkları... Bütün bunları ne aklım ne de yüreğim kabul ediyor... O yüzden çocukların yaşadıkları, çocuklara yaşatılanlar, çocuk öldürümleri yoğun bir şekilde etkiledi duyarlığımı ve bu şiirler çıktı ortaya. Öte yandan, çocuklar umut imgesidir benim şiirlerimde, tıpkı pek çok şairin şiirinde olduğu gibi. Kentler Sokaklar ve Çocuklar bölümündeki Çocuğa Övgü şiirimde ifade ettiğim gibi... “Çocuk, / doğanın en büyük mucizesi; / insan soyunun varsıllığı; / ne dili dini ne de derisinin rengi / ayırır onu ötekinden... / Pandora’nın kutusundaki / umudun adıdır çocuk, / insanlığa bahşedilen...” -"Acı çekiyor insanlık" şiirinde "savaş ganimeti sayılıyor kız çocukları" dizesini okuyoruz. Ardından gelen "Masal Değil" şiirinde de Andersen'in "Küçük Deniz Kızı" masalına atıfta bulunuyorsunuz. İnsanlığın çok ilerlediği ama kadınlar ve çocuklar adına daima yerinde saydığı bu demde kız çocuklarının masalda değil gerçekten ısındığı bir dünyaya varmak adına ne yapmalıyız? Kadınların, kız çocuklarının acılarının, ezilmişliklerinin tarihi bir yıllar öncesine dayanıyor. İnsanlık tarihindeki onca mücadele, hak arayışları sonucunda; insan haklarının kabul edildiği ve bir ölçüde uygulandığı ülkelerde durumları iyileşse de özellikle din ve geleneklerin ağır bastığı toplumlarda kadınların ve kız çocuklarının üzerindeki baskılar ve yaşadıkları acılar sürüyor. Ülkemizde de kadınların yüz yılı aşkın mücadelesinin, Cumhuriyetin getirdiği kazanımların bir ölçüde özgürleştirdiği kadınlar hala çeşitli acılar çekiyorlar, öldürülüyorlar. Kadınların haklarını bir ölçüde de olsa koruyacak olan İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılması; basına yansıdığı kadarıyla öğrendiğimiz gerici çevrelerin kız çocuklarına uyguladıkları baskılar... Hangi birinden söz etmeli? Afganistanda, Suriye'de, Irak'ta olup bitenler; kız çocuklarının köle pazarlarında alınıp satılması, cinsel nesne olarak kullanılması, İran'da saçları görünüyor diye ya da haksızlığa karşı seslerini yükselttikleri için öldürülen kadınlar, ülkemizde kadınların kız çocuklarının yaşadıkları çok acı veriyor bana... Sorunuza gelince; umutsuz değilim. Ülkemizde, dünyada kadınların özgürleşme mücadelesi, haksızlıklara karşı seslerini yükseltmeleri, birbirleriyle gösterdikleri dayanışma; iklim krizine karşı dünyanın her yerinden gençlerin yükselttikleri sesler ve mücadeleleri umudumu arttıran şeyler. Umudun yine çocuklarda olduğunu düşünüyorum. Ama boş bir umut, boş bir bekleyiş değil bu. Çocukların gençlerin düşünen sorgulayan ve hayata müdahale eden bireyler olmaları için, yazdığım çocuk ve gençlik kitaplarının bu nitelikte olmasına özen gösteriyorum. Çünkü, biz şair ve yazarlara düşen sorumluluklar var. Şairin çağına ve insanlığa karşı sorumlu olduğunu düşünüyorum; şiirin, sanat yapıtlarının işlevselliğine, dönüştürücü gücüne inanıyorum.