Korona virüs korkusu ve ölüm olayları azalmaya başlayınca liderler saldırganlıklarına kaldıkları yerden başlıyor. Bugün gelinen noktada; Akdeniz ve Kuzey Afrika’da ABD-Rusya rekabeti yeni boyuta taşın...

Korona virüs korkusu ve ölüm olayları azalmaya başlayınca liderler saldırganlıklarına kaldıkları yerden başlıyor. Bugün gelinen noktada; Akdeniz ve Kuzey Afrika’da ABD-Rusya rekabeti yeni boyuta taşınırken, Fransa’nın sömürgeci psikotarih atakları da ortaya yavaş yavaş çıkıyor… Türkiye’nin Libya’nın meşru hükümeti ile birlikte hareket ederek Akdeniz’de insiyatif üstlenmesi Kuzey Afrika’da dengeleri değiştirdi. Bu durum daha uzun yıllar tartışılacak bir siyasi süreci başlatıyor. Türkiye-Libya Mutabakatı akabinde yazdığım önceki yazılarda; bunun dünyaya bir meydan okuma olarak algılanacağı ve Türkiye aleyhtarı lobileri harekete geçireceğini anlatmıştım... Fransa Cumhurbaşkanı Macron’nun kışkırttığı kimi AB ülkelerinin desteklediği, Mısır, Güney Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, Hafter eksenine karşı; Türkiye-Libya-Cezayir-Tunus-Fas ekseninin geliştiğini söylemek abartılı olmayacaktır. Bağımsızlıklarını hazmedemediği eski sömürgelerinin Türkiye ve Libya’nın yanında yer almaları, Fransa’yı çıldırttı. Bölge politikalarında İngiltere ve İtalya ile fikir ayrılığına düşmesi ise Macron’un kâbusu oldu... Fransızların işgal yıllarında öldürüp sonra bir maharet gibi kafataslarını Paris’te sergilediği Cezayir şehitlerinin iadesi konusunda süren pazarlığın bitmesi tesadüfî değildir. 170 yıl önce işlediği suçların delili olan 24 şehidin kafatasını Cezayir’e iade eden Fransa, iki mesaj vermektedir. Birinci mesajında, tarihte irtikâp ettiği ve hafızalarda yerini almış suçlarından ötürü, üstü örtülü bir özürle, Kuzey Afrika’da yeni bir sahife açmak isteği üzerine çalışıyor… Burada İkinci mesajında ise, şehitlerin kafatasları üzerinden kendi zulmünü, haksızlığını ve sömürge ahlâkını hatırlatmaktadır. Aba altından sopa gösterip, gerekirse yeniden aynı yöntemlere başvurabileceği imasıyla Cezayir’i ve diğer bölge ülkelerini tehdit etmektedir. 16 yıl süren iade pazarlığının aniden sonuçlanmasın da başka bir izahı bulamıyorum. Bu sonuç, sadece 24 şehidin kafatasının iadesinden ibaret değildir. Ancak korkunun ecele faydası yoktur. 24 şehidin kafatası, er ya da geç katledilen bir milyonu aşkın insanın da hesabını sorduracaktır… Sömürgeciler, Kuzey Afrika tarihini yazdırırken kendi suçlarını örtüp zulümlerine aracı olanları kurtarıcı gibi göstermiş olsalar da bu siyaset tutmamıştır. Fransa’nın ve diğerlerinin hesap edemediği şey budur. Kendi varlıklarını dört yüz yıllık Osmanlı tarihi ile mukayese etmektedirler. Oysa arada büyük fark vardır. Oruç ve Hızır Reis aynı zamanda Cezayirlilerin kahramanıdır. Buna karşılık Fransız generalleri Bourmond, Clauze ve Duc de Ravigo Cezayir’deki zulümleri ile hatırlanmaktadır… Libya’da destanları hâlâ okunan Türk kahramanlarının bıraktıkları olumlu izlerin yanında; İtalyanların faşist generali Radolfo Graziani’nin, büyük mücahit Ömer Muhtar’ı idam ettiği sahneler hafızalardan silinmemiştir. Fransa’nın ve Macron’un anlayamadığı şey budur. “Akıllara tesir edildiğinde zorunlu olarak bedenler de ona tabi olur. Gerçek fetih nedir ki? Gerçek fetih, bedenleri değil, kalpleri fethetmektir.” Ülkesine zarar geleceğini anlayan Türk Askeri doğru bildiği yerde ve haritada engel tanımadan ilerlemeye devam eder…