CHP’nin İzmir’deki önemli isimlerinden biri Tacettin Bayır. İl Başkanlığı apoletinden sonra 2015 yılından buyana milletin vekilliği görevini yürütüyor. Bayır’la ilk baskısı tükenen kitabını, basım hik...

CHP’nin İzmir’deki önemli isimlerinden biri Tacettin Bayır. İl Başkanlığı apoletinden sonra 2015 yılından buyana milletin vekilliği görevini yürütüyor. Bayır’la ilk baskısı tükenen kitabını, basım hikayesini ve gençlere tavsiyelerini konuştuk. Geçtiğimiz günlerde “Benim En Güzel Hikayem Hayatım” adlı İleri Kitabevi etiketiyle okuyucuya ulaşan ve geliri öğrencilere burs olarak verilen kitabının ilk baskısı tükendi. CHP İzmir milletvekili Tacettin Bayır’la hayatını anlattığı kitabı üzerine konuştuk ve kitaptan notlarımızı sorduk. Hayatının mücadele kararlılığı açısından zengin olduğunu söyleyen Bayır, “Özellikle genç arkadaşlarımızın zorluklar karşısında havlu atmak yerine, “Yeniden bir daha” demeleri ve asla mücadeleyi bırakmamaları gerektiğini göstereceğini düşündüm. Çocuklara umut olması için bu kitabı yazdım” dedi. İşte Bayır’la yaptığımız samimi röportajın notları; Kitabın yayımlanması için neden bu zamanı beklediniz? Bir kere ben öncelikle profesyonel yazar değilim. Böyle bir yeteneğim de yok, eğitimim de. Ben Ticaret Lisesi mezunuyum. Kitabı yazmamdaki en büyük neden Buca Meslek Lisesi’nden iki tane öğretmen bana geldi ve çocukların içinde bulunduğu umutsuzluğu anlattı. Çocukların yaşamdan kopuk olduğunu, “Okusak da bizden bir şey olmaz” noktasında olduğunu söyledi. Havlu atmış bir sürü çocuk… Beni okula davet ettiler. Ben de “Olur” dedim, “Bir kariyer günü yapalım” dedim. Kitapta da anlattım. Sabah bir oturum öğleden sonra da bir oturum yaptık. Ben hayatımı anlattım. Köyden nasıl geldiğimi filan. Saat Kulesi önünde nergis satmamdan vergi rekortmeni olmama kadar. Bu arada siyasete nasıl dahil oldum, bunları anlattım. Çocuklardan sorular geldi. Tabii okula arabayla gittim. Müdür, arabayla okula girmemi istedi. Ben de bunu istemedim; ama okul müdürü ısrar etti. Sonuçta çocuklar o yaşlarda bir araba özlemi ve hedefi içinde olabiliyor. Bundan da etkilendiler. Ben tabii, arabadan önce bindiğim motoru da anlattım. Ta Marmaris’e kadar gidip geceli gündüzlü nasıl çalıştığımı da anlattım. Bu arada, “Aslında tembel bir öğrenciydim” dedim. Çocuklar hemen kulak kabarttı. Okuldan çıktığım zaman çantayı kapının arkasından atardım. Okula gelirken de çantayı oradan alırdım. Ders de çalışmazdım. Bu şekilde anlatıyorum; hocaların da gözleri büyüyor. Ama dedim, dersi derste öğrenirdim. Can kulağıyla da dinlerdim, dedim. Bir şeyi öğreneceksen en iyi öğretmenden öğrenirsin. Sınavlarda bu şekilde başarı olabileceğimi bildiğimi söyledim. Tabii, çocuklar biraz da kendilerini buldular sanıyorum. Çünkü birkaç gün sonra okul müdürü ve öğretmenler beni ziyarete geldi ve çocukların o konuşmalardan ne kadar çok etkilendiğini söylediler. İntihar noktasına gelen çocukların, “Hayır, artık öyle düşünmüyorum. Tacettin Bey, nasıl çiçek satarak bir noktaya gelmişse ben de çalışacağım” dediklerini söylediler. Çocukların artık daha azimli olduğunu söylediler ve teşekkür ettiler. Ben de düşündüm ki, benim her okula gidip kariyer günü yapmama imkan yok. Ama kitap haline getirebilirsek, özellikle genç arkadaşlarımızın zorluklar karşısında havlu atmak yerine, “Yeniden bir daha” demeleri ve asla mücadeleyi bırakmamaları gerektiğini göstereceğini düşündüm. Çocuklara umut olması için bu kitabı yazdım. Peki kitap çocuklara ulaştı mı? Ulaşıyor mu? Bu konuda bir geri dönüş var mı? Söz ettiğim okuldaki öğrencilere ulaşıp ulaşmadığını bilemem. Epey bir zaman var arada. Şöyle bir durum var: Biz bu kitabın gelirini kız çocuklarının bursuna ayırıyoruz. İlk baskı bitti. Şimdi ikinci baskının tanıtımına gireceğiz. Ben kendim için bin adet ayrıca bastırdım. Bu bin taneyi okullara, kütüphanelere ulaştırmak istiyorum. Sadece İzmir’e değil. Örneğin Güneydoğu’ya da göndereceğim. Bu kitabın diğer yanıyla çocuklarıma, torunlarına miras olarak kalmasını istedim. Kitabın yayımlandığı dönemi sormamın bir nedeni de şu: Örneğin Alaattin Yüksel’le ilgili bazı şeyler anlatıyorsunuz. Aziz Kocaoğlu’yla ilgili sert eleştirileriniz var. Bu kitap çıktığında bu iki isim artık siyasette erk değildi. Onlar erk sahibiyken bunu yayımlamanız onların cevap hakkını daha kolay kılmaz mıydı? Ayrıca kitap öyle bir dönemde yayımlansa bu yönüyle de gündem olurdu…. Bu dediğinizi bir kitapla değil; ama onların yüzüne karşı söylemiş biriyim. Siz de o dönemin tanığısınız. Kongrelerde çıkıp bunları yüzlerine söyledim. Hatırlatırım… Birileri belediye çalışanlarını getirip, “İzmir, Aziz’dir; Aziz kalacak” derken biz de “İzmir, CHP’dir; CHP kalacak” diye mikrofondan bağırdık. Kaldı ki ben il başkanıydım, Aziz Bey büyükşehir belediye başkanlığı yaptığında. Protokolde ben üsttüm. Tabii, Aziz Bey gölgesiyle kavga eden bir adam olduğu için, kimseyi bulamazsa gölgesinin üstüne çıkıp zıplayan bir adamdı. Bu bir halk deyimi tabii. Kendini kontrol edemeyen biriydi. Yapısı öyleydi. Ben de tam tersine oturup sorunları tartışarak çözüm üretir miyiz birlikte, tarzında oldum her zaman. Bir de tabii partili olmanın, il başkanı olmanın getirdiği bir sorumluluk var. Ben 2011 yılında il başkanı olarak atandığımda siz de hatırlarsınız, Aziz Bey, 6 belediye başkanıyla kavgalıydı. Buca’da, Konak’ta işçiler grevdeydi. İzmir’de CHP olarak perişan durumdaydık. 650 bin TL borç vardı. 160 ya da 170 bin TL de Grand Plaza’nın alacağı vardı. Onu da eklerseniz 800 bin TL ediyor. Bunu bize bırakan da, bugünler de yeniden ortaya çıkan Rıfat (Nalbantoğlu) beydi. O zaman parti zarar görmesin diye, bazı şeyleri içimize attık. Neden? Çünkü partinin bir yere varması için parti içi kavganın olmaması lazım. Kendi ayağımıza sıkmanın bir anlamı yok. Bir il başkanıyla bir büyükşehir belediye başkanının kamuoyu önünde medyada kavga etmesini doğru bulmadım. Kitap Ocak’ta çıkmış olsaydı ne olurdu? Aziz Kocaoğlu belediye başkanıyken çıkmış olsa yani… Anladım. Şu mesele. Bakın, ben kitabı tamamladığımda Aziz Bey, belediye başkanıydı. Ben kitabın basımında bazı sorunlar yaşadım. Halk Kitapevi’ne gönderdim. Baktılar, biz bu kitabı basmayız dediler. Kırmızı Kedi’ye yolladım. Onlar da basamayacaklarını söylediler. Sonradan baktım ki, bazı yerlerde İzmir Büyükşehir’in reklamı geçiyor. Biraz Aziz beyi kollayan bir durum var. Hatta o kurum, bana o bölümleri çıkarın basalım, gibi konuştular. Otobiyografi basmadıkları gibi bir şey de söylediler. Ben de tam tersine kitabın olduğu gibi basacak, gerçekleri yazdığım gibi basacak bir yayınevi arayışına girdim. Sonuçta İleri Kitabevi bastı. Kitapta kendinizi anlatırken “Takım tutar gibi parti tutmayacağım” diyorsunuz. Okuduğum ve sizi tanıdığım kadarıyla siz her zaman CHP ve o çizgideki sosyal demokrat partilerde yer aldınız. Bu ifadenizi biraz açar mısınız? İnsanın bir kere kendine ait inançları vardır. Mustafa Kemal Atatürk’ün çizgisi benim için böyledir. O aydınlanma hareketi… Örneğin Köy Enstitülü Ferhat Arslantaş abimiz bizim için önemli bir değerdir. Şeref Bakşık, İsmet İnönü’nün genel sekreterliğini yaptı. SODEP’in ilk İzmir il başkanıydı da… Ben bu insanları tanıdığımda küçüktüm ve bunlara çay taşıyordum. Bize hep doğruları gösterdiler. Ama bir şeyi de öğrettiler: Ferhat Ağabey’den başkaldırmayı öğrendim. Haksızlığın karşısında asla susma. Haksızlığı yapan partinin genel başkanı bile olsa, inanmıyorsan ona, başkaldır ve karşı mücadele et. Şeref Ağabey’den de, bir siyasetçinin kullanması gereken üslubu yani nezaket dilini öğrendik. İkisi öyle farklı yapıdaydı ki; ama ben ikisinin özelliğini kendimde birleştirme gayreti verdim. Yani bunun da tarifini şöyle koyabiliriz: Bir siyasetçi doğru bilgiyi doğru zamanda doğru yerde söylemeli. Her doğru her yerde her an söylenemez. Bazen o doğru öyle bir noktaya gelir ki, yanlış zamanda söylediğinizde sizi yok eder. Şunu demiyorum, “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar”. Kovarlarsa kovsunlar, ben onuncu köye giderim. Ama gerçekten bizim genç kuşağa siyasette bir iz bırakabilmek için, doğru örnek olmamız lazım. Doğru örnek de kendi kişisel çıkarların adına, siyaseten bir noktaya gelmek için, asla taviz vermemek. Yani partinin omurgası sağa doğru kayıyor, e ben partiye ayak uydurayım, sağa doğru kayayım. Böyle bir şey yok. Kendi kişisel duruşumu korurum. Futbol örneğini vermemin nedeni, taraftarın ölümüne takımını savunup sokakta da karşı takım taraftarına bayraklarla saldırması durumundaki sakıncayı anlatmaktı. Siyaset, sokaktaki taraftarın karşıtlığıyla yapılmaz. Mustafa Kemal doğru demiş, “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim.” Bunu siyasetçi için de söylemek lazım. “Ben siyasetçinin zeki, çevik, ağzı laf yapanını; ama aynı zamanda ahlaklısını severim.” İl başkanlığınız döneminde özellikle AK Parti İl Başkanı Ömer Cihat Akay’a yönelik sürekli bir nezaket içinde gördük sizi. Birçok toplantıda Akay’la yan yana gelerek “Mevkidaşım” diyerek birlikte konuşma yaptığınızı hatırlıyorum. Türkiye’de siyasette uzun süredir nezaket ölçüleri unutulmuş durumda. Bu nezaketli ısrarınızda hiç zorlanmadınız mı? Hayır, çünkü onlar da beni iyi tanıyordu. Doğma büyüme İzmir çocuğuyum. Bu şehrin sokaklarında büyüdüm. Ben doğru ve omurgalı durdum her zaman. Mecliste yaptığımız çalışmalarda da AKP mensuplarıyla bir arada olduğumuz komisyonlarda her zaman halkın çıkarına istediğimiz şeyleri vurguladım. Bu geminin yürümesi lazım, çünkü Türkiye’nin buna ihtiyacı var, dedim. Ama il başkanlığım döneminde Sayın Ertuğrul Günay, “CHP İzmir’de miting taklidi yaptı” gibi nezaketi aşan bir açıklama gördüğümde de onu bu sözü söylediğine pişman edecek karşı cevabı da vermişimdir. Hatırlarsınız ben de, “Ertuğrul Günay 35 yıl boyunca nasıl solculuk taklidi yaptı?” diye cevap vermiştim. Siyasetçiler okudu mu bilmiyorum; ama okudularsa nasıl geri bildirimler aldınız? Evet, kitap çıktığında mecliste milletvekili arkadaşlara dağıttım. Benim için önemli isimler sonrasında beni aradı. Örneğin İlhan Kesici aradı. Dedi ki, “Kitabın 15-20 sayfasını okuyayım dedim. Ama sabah saat üçte uyudum. Çok sürükleyici bir hayat hikayen var” dedi.