Adım gibi biliyorum, gördüğümüz “gördüğümüz” değil, bildiğimiz de “bildiğimiz” değil.

Adım gibi biliyorum, gördüğümüz “gördüğümüz” değil, bildiğimiz de “bildiğimiz” değil. Hatta iddia ediyorum “bilmediğimiz” ve bizden “gizlenen” pek çok dünden bugüne. Sabahları kalkıyoruz ve bir gün öncesini unutuyoruz. Gelene “ağam” gidene “paşam” demekten vazgeçmiyoruz. “Egemenlik” veriliyor, biz değerini unuttuğumuz için “birine” güya “demokrasi adına” iade ediyoruz 72 yıldır. Alemin can pazarından çıkıp değerini can ve kan bedeli ödeyerek sahiplendiği “demokrasiyi” biz, “her mahallede bir milyoner yaratmak” sanıp, emperyalizmin hediyesi “süt tozlarıyla” beslenip “milyoner ben olabilir miyim?” düşüncesiyle kabul ediyoruz. Ülkemizin bir zamanların siyasi lideri, kürsüye çıkıp “Küçük Amerika olacağız” diyor, biz “Ne diyorsun hemşerim, biz onları İzmir’den kovmadık mı, burası Türkiye değil mi, Gazi Paşa ne diye uğraştı” diye haykırmıyor bir de üstüne alkışlıyor hatta ölümüne yakın da “Demokrasi kahramanı” diyoruz. 1950’de kurulan “yeni nesil tezgâhı” 2022 olmuş hala anlamıyoruz. Emperyalizm sponsorluğunda yazılan tarihimiz var, ne mutlu bize değil mi? Bu yıl “kurtuluşun” gelecek yıl da “kuruluşun” yüzüncü yaşları, ama öyle şeyler oluyor öyle şeyler söyleniyor ki İzmir’de, korkarım “birileri” çıkıp, Lozan’da İsmet Paşa’ya küstahlaşan İngiliz’in heykelini de dikmeye kalkar maazallah. Doluyum, çok doluyum. Düşüncelerimden ötürü, ay yıldızlı bayrağıma, Kuvva şehitlerime, Gazi Paşama sadakatimin bedelini ödemekten bitap düştüm. “Bağımsız ve bağlantısız” olduğum, deli saçması ritüelist şeytanlıklara inanmadığım için habire “dışa atılıyorum”, hayatının bir ayını bile İzmir’de geçirmeyenlerin “İzmir düşüncelerinin” takdir görmesine dayanamıyorum. Sanki sene 1839 sonrası da “öz yurdumda garip” kaldım? Bir ay önce “Vali Konağı çalınıyor” diye tantana edenler nerede şimdi? Yahu Basmane ve Kemeraltı “yok ediliyor”. Azar azar da değil, toptan. Nedir bu “maskeli balo” anlayan beri gelsin. Şadırvan yıkılıyor, neden ve niçin belli, Konak Belediyesi “yeniden yapacağız” diyor. Ama bakıyoruz, Hisarönü şadırvanı, şadırvan olmaktan çıkmış. İçine bebeklerin mama sandalyesi dahi atılmış. Çevre esnafının da vakıfların da valiliğin de müftülüğün de belediye meclislerinin de İzmir’in “muhteremlerinin” de kent bilinçleri yerlerde! Orhan Beşikçi yazıp duruyor. Dinleyen, okuyan, gereğini derhal yapan var mı yıllardır? Neden Orhan usta “sevilmiyor” bazılarınca? Orhan Beşikçi, İzmir’de değil de İstanbul’da yaşasaydı “bir numara” olurdu. Hatta “Kemeraltı lezzetleri” bile çekerdi televizyonlara. İzleyenler de “sicim sicim” gözyaşı dökerdi hayranlıktan! Kemeraltı “UNESCO” listesine yürüyor, ne hikmetse “tahribat da” artıyor. Sonra da bugüne kadar “mugalata” dışında, her şeyi belediyeden, devletten beklemek dışında bir mücadele yapmamış “sermaye sahipleri” bir araya gelip, “cappuccino” içip “Vallahi Kemeraltı’nı acayip destekliyoruz” diyorlar. Hepsi değil, lakin istisnalar da kaideyi bozmadı 1922’den beri İzmir’de. İnanın “maskeli balo” bu, başka bir şey değil. Peki “samimiyet” nerede? İşte aradığım! Bulanlar, görenler bana haber versin sevabına. Ha beni, dolaylı olarak “ekmekle” tehdit edenlere söyleyim: Rızkı veren Hüda’dır, kula minnet eylemem! PAZARA DEPREMLE UYANMAK! İlk bölümü cumartesi yazdım. Pazar sabahı “sallanarak” uyandık Bayraklı’da, sahipsiz ve ısrarla duyulmayan, görülmeyen, dikkate ve ciddiye alınmayan Bayraklı’da. Bayraklı Belediye Başkanı, depremzedelerle dernek önünde çay içerek “yanınızdayız” mesajı veriyor, ama kalbi değil kesinlikle değil, hiç kızmasın. O hafriyat şirketi “üzerime” yürürken neredeydi “ilçemin belediye başkanı” ve “siyasi partileri”? Neyse alıştık iki yıldır… Pazar sabahı o “sallantı” gözümün önüne getirdi “o günü”, aklım karıştı. Onca yazdım, konuştum ama CHP, İYİ Parti, AKP, MHP’den dostlarım, ilçemin belediye başkanı, meclis üyeleri, vekiller bir kere bile “ne diyorsun” demedi bu 35 yıllık İzmir gazetecisine. Boş verdim ne selamlarını bekliyorum ne de hâl hatır sormalarını. Benim değil, market sahibiyken “sokakta kalan” Bülent Demir’i arasınlar. Ticaret Odası Başkanı, Esnaf Birliği Başkanı, Bayraklı Belediye Başkanı, Esnaf Kefalet Başkanı arasın o mahvolmuş esnafı. Bayraklı’da Erberk Apartmanı yıkıldığında, altında “sağ” kalıp ama “canlı cenazeye” dönüşen tek kişidir “Demir Market” ve Bülent Demir. Depremde her şeyini yitirdiği yetmiyormuş gibi üst üste icra bildirimleri alıyor bu esnaf, bilen var mı, duyan var mı? Sadaka istemedi Bülent, yeniden ayağa kalkmak, işini düzeltmek, ailesine ekmek götürmek için “zaman” istedi. Ne esnaf kefalet ne sucular ne tekelciler ne bankalar durdu… Sıraya girdiler depremin öldüremediği Bülent’i tamamen yok etmek için. Yeni yapılan dükkânın mülk sahibi bile “vicdanını” susturdu. Beni en çok üzen ilçenin CHP’li Belediye Başkanı Serdar Sandal oldu. Oy verdiğim, saygı duyduğum başkan bile “duymadı”. Sadece Tunç Soyer ve Büyükşehir Belediyesi “yapabileceğini” yaptı “o günlerde”. İşte bu yüzden inanmam o “Başkanlar Kurulu’na”. Çünkü alayı, İzmir’den önce İzmir kimliğinden önce kendilerini düşünüyorlar apaçık! Bana sakın kimse “depremle yaşamayı öğrenmek gerekir” demesin. Bu söz sadece tuzu kuruların laf salatası, biz Bayraklı’da “depremde ölmeyi” öğrenmeye çalışıyoruz her sallantıda!