Türkiye, dünyanın en fazla su tüketen ülkeler sıralamasında dokuzuncu sırada yer alıyor. Listenin birinci sırasında Yeni Zelanda yer alırken, ilk 10’da bulunan diğer ülkeler sırasıyla ABD, Estonya, Ka...

Türkiye, dünyanın en fazla su tüketen ülkeler sıralamasında dokuzuncu sırada yer alıyor. Listenin birinci sırasında Yeni Zelanda yer alırken, ilk 10’da bulunan diğer ülkeler sırasıyla ABD, Estonya, Kanada, Yunanistan, İspanya, Avustralya, Meksika ve Japonya olarak kayıtlara geçti. Kişi başına kullanılabilir su miktarımız göz önünde bulundurulduğunda, su stresi çeken bir ülke olarak kabul ediliyoruz. Projeksiyonlara göre, bugün 1.519 m3 olan kişi başına düşen su miktarı 2030 yılında 100 milyonluk nüfusla 1100 m3'e düşecek ve Türkiye “su fakiri” bir ülke olacak. ÇOK SU TÜKETİYORUZ Kişi başına günlük 190 litre su tüketimimiz ise global ortalama olan 80 litrenin iki katından fazla. TÜİK verilerine göre belediyeler tarafından içme suyu şebekesine çekilen kişi başı günlük ortalama su miktarı 217 litre olarak hesaplanıyor. Üç büyük şehirde ise kişi başı günlük ortalama su miktarı İstanbul için 189 litre, Ankara için 227 litre, İzmir için 173 litre olduğu anlaşılıyor. Ve üzerinde en çok durulması gereken konu: Dünya su kaynaklarının yaklaşık %70’i tarımsal amaçlı kullanılıyor. Bunu %19 ile sanayi ve %11 ile evsel kullanım izliyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Toplam tatlı su kaynaklarımızın %15’ini evlerde tüketiyoruz. Yani ne kadar tasarruf sağlarsak sağlayalım, bu yüzde 15’lik dilimdeki payı biraz olsun artırabilme şansına sahibiz. Bunun için aynı suyu aynı musluktan üç kez akıtmamız gerekiyor. Bunun için dünyada ve teknolojide iyi uygulama örnekleri de var. “Gri sular”ın geri kazanımı bu teknolojilerin başında geliyor… Yetişkin bir bireyin günde tükettiği ortalama 200 litre suyun yüzde 40’ı duş, küvet ve lavabolarda kullanılıyor. Bu oran otel, yurt ve ticari işletmelerde yüzde 60’a kadar yükselebiliyor. Gri su olarak adlandırılan bu atık suyun, geri kazanılarak tuvaletlerde ve bahçe sulamasında kullanılması ile her yıl yüz milyonlarca metreküp su tasarrufu sağlamak mümkün. YÜZDE 1-2’LİK EK MALİYET Dünyanın pek çok ülkesinde kullanılan bu sistemlerin; başta konut siteleri, hastaneler, fabrikalar, apartmanların yapım aşamasında kurulması hem kolay hem de daha az maliyetli… Bu konuda gerek yerel yönetimlerin gerekse iş dünyası temsilcilerinin farkındalığa sahip olması gerekiyor. Sözgelimi yüz daireli bir konut sitesinde ya da bin çalışanı olan bir fabrikada henüz mimari çizim aşamasında gri su arıtma sistemlerini planlamak, yapıların toplam maliyetlerine yüzde 1-2 gibi ihmal edilebilir düzeylerde etki edebiliyor. Ek bir maliyet kalemi olarak görülse dahi, konutların pazarlamasında yapı şirketlerin elini güçlendiren bir unsur olacağı aşikâr… BİR PAZARLAMA ARACI Aynı şekilde tüm yapıların tasarım aşamasında sifonik sistemler kurularak yağmur suları yer altı ve yer üstü depolarında biriktirilmesi gerekiyor. Son haftalarda İstanbul’da 2 bin metrekare ve üzeri binalarda sifonik sistemlerin zorunlu hale getirilmesi, Ankara Gölbaşı Belediyesi’nin benzer uygulamaları elbette alkışlanacak bir gelişme. Nasıl ki bugün bir konut alırken ilk sorduğumuz soru depreme dayanıklı olup olmaması ise, benzer bir bilinç yakın gelecekte konutların ve fabrikaların gri su geri kazanımı, kendi enerjisini kendisinin üretmesi gibi konularda öne çıkacak. Yerel yönetimlerimiz ve OSB yönetimlerimiz bu noktada proaktif tutum takınarak, proje aşamasındaki konutlarda ve fabrikalarda gri su ve yağmur suyu geri kazanım sistemlerinin kurulmasını zorunlu tutabilir. İzmir, İstanbul, Edirne gibi yoğun kuraklık yaşayan kentlerimizin bu konuda örnek olması gerekiyor. YENİ BİNA VE FABRİKALARIN ÇATILARI GES KURULUMUNA UYGUN OLARAK İNŞA EDİLMELİ Gri su geri kazanı için gerekli olan zorunluluk, çatı tipi Güneş Enerjisi Sistemleri (GES) için de geçerli. Türkiye’deki mevcut konutların büyük çoğunluğunda çatılar; yön, açı ve binaların statik taşıyıcı güçleri dikkate alındığında GES projelerine uygun değil. Zaten pek çok vatandaşımız da sağ olsun, yarın öbür gün imar affı çıkar, bir kat daha çıkarım diyerek, doğru dürüst çatı düzeneği bile kurmuyor. Yeni yapılacak tüm binalar ve fabrikaların çatıları fotovoltaik güneş enerjisi panellerine uygun inşa edilmesi gerekiyor. Çok zor değil, tüm siyasi partilerin ortak inisiyatifi ile imar yasalarında gerekli değişiklikler yapılarak zorlayıcı hükümler getirilebilir. Belediyelerimiz de hem kanunların yapımında hem de uygulamada belirleyici olmalı. İnşaat ruhsatı verirken, binanın ya da fabrikanın GES panellerine uygun projelendirildiğine dikkat etmeli ve görüntü kirliliği oluşmamalı.  

TORUN ŞEHZADE KİM, SULTANI NEREDE, BURASI HANGİ ÜLKE?

Yer İstanbul… Tarih 17 Şubat 2021. 2. Abdülhamit'in 4’üncü kuşaktan torunu Abdülhamit Kayıhan Osmanoğlu’nun katılımıyla Ayasofya önünde kalabalık bir grup eylem düzenliyor. Torun Abdülhamit, “Yolun yolumuzdur şehzadem” sloganlarıyla karşılanıyor… Eylemin görüntüleri sosyal medyadan servis edilirken, “Sevinsin âlemi İslam, bu Osmanlı'nın ayak sesleri, bizde Abdülhamid'ler bitmez, yıkılsın Siyonizm’in kahpe düzeni” deniliyor. İslam ülkelerinin bu aralar hangi âlemde olduğu, “Siyonist düzen”den kimin kast edildiğini tartışmayalım. Mesele başka… KUL MUYUZ YURTTAŞ MI? Son yıllarda bir Osmanlı hayranlığı başladı ki sormayın. “Milli egemenlik”, “halkın tercihi”, “sandıktan çıkan iradeye herkes saygı göstermeli”, “demokrasi” kelimelerini dillerinden düşürmeyenlerin; aynı ihtirasla ve şevkle Osmanlı hayranlığına soyunmasında akıl almaz bir çelişki yok mu sizce… Kullarına (yani halkına) eteklerini öptüren padişahların, hâlâ “sultan” ya da “şehzade” lakaplarını kullanmakta sakınca görmeyen akrabalarına, onları sütunların en tepesine koyan meslektaşlarımıza bir kez daha seslenmekte yarar yok mu? Heeeyyy! Bu kötü rüyadan 98 yıl önce uyandık biz! Hâlâ kavrayamadınız galiba.. Türk Milleti, düşman donanmasının İstanbul'u işgaline mayışmış ve umursamaz gözlerle bakan padişahının, aynı gemilere binip memleketinden sıvışmasını unuttu mu sizce? Atatürk 3 Mart 1924'te, o tarihte zaten “fiilen” kalkmış olan saltanata, “hukuken” son verdiğinde, üyelerinin memleketten gidiş bileti vardı ama dönüş bileti yoktu. Milletin sırtından saltanat süren bu insanlar, bir süre sonra her şeyin eskisi gibi olacağını; Dolmabahçe'de, Beylerbeyi'nde keyif çatacaklarını düşünmüşlerdi. Ama öyle olmadı. 1954’E KADAR BORÇ ÖDEDİK Ülkemizi "hasta adam" haline getirenlerin arkalarında taktıkları borçları taa 1954 yılına kadar ödedi bu genç Cumhuriyet.. “Bana ne arkadaş, ben yeni bir ülkeyim, borcu takanlar senin kucağında oturuyor. (O tarihlerde Fransa'nın kıyı kasabası Nice, Osmanlı hanedanının buluşma yeri idi) Git alacağını onlardan tahsil et. Benden sana zırnık yok” diyebilirdi.. Ama demedi. Evet, günahıyla sevabıyla bir imparatorluk mirasçısı ülkeyiz. Bu imparatorluğa hükmedenler arasında Fatih Sultan Mehmet gibi, Yavuz Sultan Süleyman gibi, Yıldırım Beyazıt gibi çağının çok ötesinde dahiler de vardı; Vahdettin gibi, Damat Ferit gibi bir kere değil, bin kere hain olanlar da. Hepsinin mirasını taşıyoruz. Ama bir şartla! Milletin parasıyla efendilik taslama, el etek öptürme, tüylerimizi diken diken eden o gülünç lakapları kullanma devri kapandı bu topraklarda. Bunu kafanıza sokmanız şartıyla. Hele ki, şeriatın kör karanlığında yaşayan cemaat liderlerinin, hayatının her aşamasında "Atatürk'e büyük sevgi ve saygı duyduğunu", "O'nun fikirlerini benimsediğini", söyleyen Ertuğrul Osman'ın cenazesinde şov yapmaları ise riyakârlığın hangi aşamasıdır bilemem. Atatürk deyince dilleri tutulan, 2021 yılında cahiliye devrini yaşayan, her din sömürüsüne bir fetva uyduruveren aklıevvellere, gözlerini biraz daha iri açıp şu cümleleri okumalarını salık veririm: Osmanlı tahtının vârisi, Osmanoğlu Ailesi'nin reisi ve imparatorluk döneminde sarayda dünyaya gelen son şehzade olan Osman Ertuğrul 2009 yılında vefat etmiş, Bakanlar Kurulu kararı ile Çemberlitaş’ta 2. Mahmut Türbesi’ne defnedilmişti. OSMANOĞLU’NA KULAK VERİN Vefatından önce verdiği röportajların hepsinde Cumhuriyet devriminin kazanımlarına vurgu yapan Osman, son söyleşilerinden birinde şu cümleleri kurmuştu: -Ben dahil bütün Türkler, varlığımızı Atatürk'e borçluyuz. Vatanı o kurtardı. Cumhuriyeti kurmakla iyi etti. O gelmeseydi, Allah bilir ne olurdu... -Gençler, laikliğe ve vatanın bütünlüğüne sahip çıksınlar. -Padişahlık, monarşi, hilafet, şeriat geride kalmıştır. Artık olmaz. Zaten ben de böyle bir şeyi aklımdan geçirmem. İstanbul’un göbeğinde çakma şehzadeleri karşılayan padişahlık özlemcilerine duyurulur. Osmanlı'nın son varisi bile, Cumhuriyetin değerini ve önemini bu cümlelerle teslim ediyor. Size ne oluyor? “Şehzade” arkadaşın biraz tarih kitabı okumasını; Türk Milleti’nin, padişahların kafasındaki feslere cumhuriyet, demokrasi ve özgürlük kelimelerini kanıyla kazıdığını öğrenmesini öneririm.  

KİTAP BAĞIŞLARINIZ İÇİN GÜVENİLİR ADRESİNİZ: ÇAĞLAYAN IRMAK KÜTÜPHANESİ

İbrahim Irmak, mesleğimizin namusuna göz dikmemiş gazeteci ağabeylerimizden biri… Uzun yıllar Hürriyet Gazetesi’nde görev yaptıktan sonra emeklilik yıllarında Haber Hürriyeti gazetesini kuran ve başarıyla yöneten İbrahim ağabey, 2011 yılında oğlu Çağlayan Irmak’ı elim bir trafik kazasında henüz 32 yaşında iken kaybetmişti. Oğlunun adını bir kütüphane kurarak yaşatmayı hedefleyen İbrahim Irmak, geçtiğimiz yıllarda bu hayaline ulaştı ve İzmir-Üçkuyular’da Çağlayan Irmak Kütüphanesi’ni hizmete açmayı başardı. Sırada Ödemiş’in Emirli ve Birgi mahallelerinde iki kütüphane daha açılacaktı. Ancak 1 Şubat’ta yaşadığımız sel felaketinde Haber Hürriyeti gazetesinin bürosu tamamıyla sular altında kaldı, gazetenin teknik ekipmanları ve 7 bini aşkın kitap kullanılamayacak hâle geldi. BAĞIŞLARINIZI BEKLİYOR İbrahim ağabey bu aralar çok üzgün olsa da, bu iki kütüphaneyi hizmete açabilmek için var gücüyle çalışmaya başlamış bile. Başta biz dostları olmak üzere, tüm kitapseverlerin desteklerini bekliyor. Evlerimizde, işyerlerimizde raflarda bekleyen 40 yıl öncesinden kalma ansiklopedi ve dergi gibi yayınların dışındaki roman, şiir, öykü ve çocuk kitapları başta olmak üzere yıpranmamış tüm kitaplarınızı bu kampanya için bağışlayabilirsiniz. Köy çocukları Fazıl Hüsnü Dağlarca ile, Yaşar Kemal ile, Cahit Sıtkı Tarancı ile, Orhan Kemal ile, Dostoyevski ile tanışsınlar ve birbirlerini sevsinler istiyoruz. Haber Hürriyeti Gazetesi’nin kütüphane projesine kitap desteğinde bulunmak isteyen okurlarım İbrahim Irmak’a (0533) 414 24 57 ve (0232) 246 82 46 numaralı telefonlardan ulaşabilir. Adres: 11/2 Sokak No: 14 D:9 (Zemin kat) Üçkuyular - Karabağlar / İzmir. Eline, yüreğine sağlık İbrahim ağabey.  

TESTİ KIRILMADAN “FAİZSİZ EV”CİLERE SERMAYE ŞARTI…

Dikkatli okurlar anımsayacaktır. Bir süre önce faizsiz ev vaadi ile vatandaştan para toplayan şirketlerin durumuna dikkat çekmiş, “Yeni bir Banker Faciası Yaşanmasın” uyarısında bulunmuştuk. (Bkz. Ege Telgraf 23,11,2020). Bugün Türkiye’de vatandaştan yüz milyonlarca lira para toplayıp, “faizsiz kura yöntemi ile ev sahibi yapma” vaadinde bulunan şirketler var. An itibarıyla da sayıları 35’i bulmuş durumda. İşin içine “İslâm’da faiz yok” metaforu da katılıyor ve bu yönde hassasiyeti olan vatandaşlara göz kırpılıyor. Giderek büyüyen ve denetimden çıkma ihtimali güçlenen bu şirketlere, Nasrettin Hoca’nın fıkrasında olduğu gibi testi kırılmadan önlem alınmaya başlandı ve bu şirketlerin her birine 100’er milyon TL sermaye şartı getirildi. Bana göre gülünç bir rakam olan bu sermaye seviyesini bile karşılayamayan şirketlerin olduğu basına yansıyor. ARTIK AKILLANDIK MI? Bitmiyor… Faizsiz konut şirketlerinin, siyasetçiler üzerinde baskı kurarak yurt dışındaki gurbetçilerin paralarını toplamak için Meclis’ten yasal yetki istedikleri de anlaşılıyor. AKP Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş’ın ise bu talepleri “Bizim başımızı belaya sokmayın” diyerek geri çevirdiği anlaşılıyor. Bu işlere girmeye heveslenen okurlara akıl vermek haddimiz değil. Ancak iyi niyetli önerim şu: Turgut Özal, 12 Eylül Darbesi’nin kurduğu Bülent Ulusu Hükümeti’nde iki sene süre ile Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısıydı. O dönemde patlayan ve ekonomi tarihine “Banker Krizi” olarak geçen süreçte, on binlerce insanımızın canı yandı. 25-30 sene çalışmanın ürünü olan tasarruflar, banker kılıklı ne idüğü belirsiz dolandırıcıların elinde battı. Faizsiz bir ekonomik sistemin, “hangi sektörde olursa olsun” yaşaması ve varlığını sürdürülebilir kılması mümkün değil. Bu durum “Kâr payı adı altında faizsiz bankacılık yapıyoruz” iddiasında olan katılım bankaları için de geçerli. Vatandaşımızın kutsiyet atfettiği değerlere vurgu yaparak, işe biraz da din sosu ekleyerek yapılan rezillikleri, binlerce vatandaşımızın ocağının nasıl söndüğünü pek çok kez gördük. Aynı hataları yapa yapa farklı sonuç bekleme hastalığından lütfen kurtulalım.  

HAFTANIN SÖZÜ

Öldüğünüzde ölü olduğunuzu bilmezsiniz. Bu sadece başkaları için zordur. Aynı şey salak olduğunuzda da geçerlidir. David Ronald