Yazımızın kahramanı Ahmet Vefik Paşa; ne iki kere Başbakanlık yapması,ne henüz 34 yaşındayken Adalet Bakanı olması, ne altı dil bilmesi ne de Bursa’da yaptığı hizmetlerle yazımıza konuk olmayacak. Ahm...

Yazımızın kahramanı Ahmet Vefik Paşa; ne iki kere Başbakanlık yapması,ne henüz 34 yaşındayken Adalet Bakanı olması, ne altı dil bilmesi ne de Bursa’da yaptığı hizmetlerle yazımıza konuk olmayacak. Ahmet Vefik Paşa, öncelikle Moliere çevirileri ve uyarlamalarıyla Türk Tiyatrosu’nun gelişmesine koyduğu sonsuz katkılar ve hemen ardından, Bursa Valisi iken yaptırdığı tiyatro binası ve tiyatrosunun yaşaması için verdiği ilginç hikayeleriyle yazımıza konuk olacak bugün. 4 Şubat 1879’a gidiyoruz şimdi; Ahmet Vefik Paşa’nın, Hüdavendigâr vilayetine vali olarak atandığı tarihe. Yani şimdiki adıyla Bursa ilinin valisi olduğu yıllara… Aslında benim bu yazıya niyetlenmemin de asıl nedeni; Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa valisiyken yaptığı işler ve en önemlisi de yaptırdığı tiyatro binasıdır ya; önce biraz Ahmet Vefik Paşa’yı tanıyalım isterseniz. Paşa; düşünceleri ve yaşam biçimine dair başkalarının ne düşündüğünü asla umursamayan, dikkati üzerine çekmekten hoşlanan bir karaktere sahiptir. Ona, “tuhaf” ve “garip” demelerinin nedeni bence, başına buyruk olması ve inandığı gibi yaşaması olmalı… Kimseye benzemediği gibi kimselere yaranmak ya da birilerini kayırıp, birilerine yetkisini kullanarak eziyet etmek huyları da yoktur. Zehir gibi bir espri anlayışı vardır. Doğal olarak hayranları da… Sözünü hiçbir yerde, hiç kimseden sakınmadığı için başı dertten, çevresi fesat düşmanlarından hiç kurtulamamıştır. Tarihimizdeki hiç tartışmasız en farklı devlet ve tiyatro adamı odur. “Ahmet Vefik Paşa, Bursa valisiyken bir gün defterdar, Maliye Bakanlığından gelen telgraflarla merkezin giderleri için para istendiğini; bunun olanaksız olduğunun bildirilmesine rağmen, bakanlığın yine de ısrar ettiğini söyler. Defterdar korkulu ve çaresiz ne yapacağını bilemediğini söyleyip vali Ahmet Vefik Paşa’dan yardım ister. Ahmet Vefik Paşa, son derece soğukkanlı bir şekilde bir kağıda kısacık bir not yazar. Sonra o notu defterdara uzatarak, “bunu aynen bakanlığa telgraf edin” der. O kısacık notta şunlar yazılıdır: “Para denilen bok, bu vilayette yok!” Paşa eğitime o denli önem verirmiş ki; bugün bile hayranlıkla andığımız bazı uygulamalarından da söz etmeden geçmeyelim. Örneğin öğretmen yetiştiren okulların açılması Ahmet Vefik Paşa’nın döneminde gerçekleşmiştir. Bununla da kalmayıp, öğretim metodları üzerine çıkarılmış en etkileyici önergeleri de yine Ahmet Vefik Paşa’nın uyguladığını görürüz. Sonra Bursa valisiyken kızların on, erkek çocukların on - on üç yaşına kadar okula devam etmelerini zorunlu kılan yine Ahmet Vefik Paşa’dır. Dil ve tarih alanında gerek kendi yazdığı ve gerekse çevirdiği kitaplarla çağını zorlaması ve muazzam bir kütüphaneye sahip olması da şans olmasa gerek. “Ahmet Vefik Paşa’nın zengin kitaplığına giren bir kişi, çoktandır arayıp bulamadığı bir kitabı görerek, “bir gece için ihsan buyurunuz, okuyup iade ederim” deyince, Paşa kitabı elinden alıp yerine koymuş; “ben bu kütüphaneyi bir gece için şundan bundan aldığım kitaplarla oluşturdum” karşılığını vermiş.” Koskoca okyanusundan bir kova su almaya geldiğimiz bu engin kişinin, bu kavgacı tiyatro adamının, Ahmet Vefik Paşa’nın tiyatro çalışmaları Bursa valiliği sırasında ( 1879 - 1882 ) en üst noktaya çıkmıştır. Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa’da başardığı işler arasında, kuşkusuz Bursa’ya yaptırdığı tiyatro binası en önemli yeri tutar. İstanbul’dan Bursa’ya kumpanyalar getirten Paşa, aynı zamanda Avrupa dillerinden yeni oyunlar da çevirmektedir. “Paşa’nın aralık buldukça bizzat oyunlar tercüme ve telif buyurduğu ve bunları oyunculara nakşettirmek derecesine kadar himmet ettiği…” Elbette ki “ben tiyatro yaptım” demekle bir tiyatro hayata geçemez. Ahmet Vefik Paşa aynı zamanda muazzam bir yöneticiydi. Kurduğu tiyatro binasının oyuncuları vardı ama yeter mi? Ya idare kadrosu? Paşa hemen bir komisyon kuruverir: ‘Tiyatro Muhipleri Encümeni’… Yani tiyatroseverler komisyonu. Bu komisyonda kimler yoktur ki? Fransız Konsolosu Jermargi, Konsoloshane çevirmeni Greguarbay, Avusturya – Macaristan Konsolosu Falgeyen, Aşar bakanı Wiesenthal, şehrin ileri gelenlerinden – sonradan paşa olan – Rasim Bey, Şakir Efendi ( Feraizcizade Mehmet Şakir ) ve Hoca İbrahim Efendi… Hoca İbrahim Efendi hüsn-i inşad ( *etkili konuşma, diksiyon ) dersi verirdi. Diğerleri daha çok idari ve mali işleri düzenlerlerdi. Bu komisyon, repertuvar ve lojistik gibi hizmetlerde de doğal danışmanlık görevi görürlerdi. Bu komisyonun tiyatroya en büyük katkılarından biri de, oyuncuların “bir iş” yaptıklarına dair, onlara maaş bağlamış olmasıdır. Yani oyunculuk ilk kez Ahmet Vefik Paşa döneminde iş olarak tanınmıştır. Ahmet Vefik Paşa, kurduğu tiyatronun yaşaması için seyirci yetiştirmeye de büyük önem vermiştir. (Bugünkü çağdaş tiyatronun bile en büyük sorunlarından biri, bilinçli ve eylemci bir seyirci kitlesinin olmayışı değil midir? ) Bu seyirci yetiştirme konusu biraz gülünç, biraz hüzünlü ama kesin olarak bildiğimiz bir şey var ki; Ahmet Vefik Paşa’nın başını yiyen bir girişimdir. Neden? Ahmet Refik Sevengil diyor ki; “Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa’da Batılı tiyatrosunu kurmaya çalıştığı sıralarda memleketimizde geniş halk kitlesi bu çeşit (bir ) dramatik sanatın tadına varmak için henüz hazırlıklı değildi; İstanbul’da 1840 yılında Beyoğlu’nda Galatasaray’ın karşısında Bosko Tiyatrosu’nda gösterilen oyunlar için gazetelere verilen ilandan itibaren, zaman zaman seyircinin tiyatroda ne yapması ve ne yapmaması lazım geldiği hakkında halka bilgi verilmesi lüzumlu görülmüştür. Bu arada tiyatroda herkesin numaralı olan biletine bakarak kendisine ayrılmış olan yere oturması, sigara içmek için dışarı çıkması, tiyatroda gürültü etmemesi gibi tiyatro adabına ait hatırlatmalara Beyoğlu’ndaki Bosko ve Naum, İstanbul tarafındaki Gedikpaşa Tiyatrolarından bahseden İstanbul gazetelerinde rastgeldik. Bunlar seyirci yetiştirme yolunda yapılmış yayınlardır… Tiyatroda eserin mahiyeti, sanatkarların değeri anlatılırken nasıl hareket edilmesi gerektiği araya sokuşturulup terbiyelice söyleniyor, temsil esnasındaki lüzumsuz gülmelerden, yersiz alkışlardan ve gürültülerden şikayet ediliyor. Bu, Bursa’daki tiyatro için de lüzumlu idi…” (15 Eylül 1879 / Tercüman-ı Hakikat gazetesinin 376. sayısı ) Bugün bile tartışılan, seyirci yetiştirme sorunu ve yöntemleri o gün elbette ki atılan her adımda dikkatle izlenmekteydi. Ahmet Vefik Paşa gibi tiyatro tutkunu insanlara normal gibi görünen bazı ataklar, çoğu çevrelerce garipsenmiş, düşmanlıklar, fesatlar çoğalmıştır. Ahmet Vefik Paşa memurlara bilet dağıtır, gece tiyatroya gelip gelmediklerini araştırır, gelmeyenleri ertesi gün çağırtıp nedenini sorarmış… Eminim ki birçoğunuz bu tutumu baskıcı, faşizan buldunuz. Ama ben öyle düşünmüyorum. Her yeni girişimde olduğu gibi, bazı ilkeler dayatmalarla, tutkuyla güçlenir bence… Ahmet Vefik Paşa, belki de bulunduğu konum ve aykırı karakterine yaslanarak bugün bile birçoğuna “ garip” gelen şeyler de yapmıştır. Tercüman-ı Hakikat şöyle yazar: “Ahmet Vefik Paşa’nın halkın cebren ( *zorla ) tiyatroya sevki (*yönlendilirmesi ) ve kendisi el çırparsa halkın dahi el çırpmasına müsaade edip, kendisi alkışlamadığı halde el çırpanları alenen tekdiri (*dayak atılması)…” Ne var? Çok mu garip? Bence heyecan verici. Hatta tarihsel bir atak… Üstelik halkın tiyatroya zorla sokulması adına ilk olsa da son da olmayacak bir atak. Mahmut Yesari, Perde ve Sahne Dergisi’nin Haziran 1943 tarihli sayısında bir anı yazısı yayınlar. Yazının başlığı; “İstanbul Belediyesi Halkı Tiyatroya Zorla Sokmaya Karar Vermişti”... Hemen özetleyerek alıntılıyorum: “Raşit Rıza ve Şadi’nin “Milli Sahne”leri Tepebaşında temsiller verirken meşhur Fransız sanatkarı “Sesil Sorel” de İstanbul’a gelmişti. Tepebaşı tiyatrosu sinek avlıyor; Fransız tiyatrosu adam almıyordu. Raşit Rıza, Sesil Sorel… şerefine bir temsil vermeyi kararlaştırdı… Biri telif, biri adapte iki eser oynanacaktı. Reşat Nuri’nin “Taş Parçası” ile, Selim Nüzhet’in, Anatol Frans’tan adapte ettiği “Aman Hanım, Biraz Sus!"... Temsil günü kararlaştırıldı. Gazeteye ilan verildi. Piyes prova edildi; tiyatro temizlendi. Aşağı yukarı her şey hazırdı. Yalnız mühim, çok mühim bir mesele kalıyordu: Tiyatroyu doldurmak!... Raşit Rıza sinirliydi, düşünüyordu. Nihayet şu çareye başvuracaktı: Belediye reisine müracaat edecek, temsil saati yaklaştığı zaman, belediye zabıtası, polisler sokaktan geçenleri çevirecek ( zorla ) tiyatroya sokacaklardı… Karakollara emirler verildi ve temsil saati yaklaştıkça halkı yoldan çevirmek için tertibat alındı… Tiyatronun gişesi açılmış ve çok geçmeden koltuk, loca biletleri satılmaya başlamıştı… Tiyatroda herkes, gişenin biraz sonra duracağını (düşünüyordu ) … Saat sekizde… tiyatroda tek koltuk, tek iskemle boş değildi; tiyatro kalabalıktan çatlayacak bir haldeydi… Artık sokaktan adam çevirmeye gerek kalmamıştı… Bunu ne zaman hatırlasam, tüylerim ürperir. Halkın, ebedi bir sır olan ruhundan, seziş kuvvetinden ürkerim…” Her ne kadar burada “ilahi bir seziş” ten sözedilse de sonuçta koskoca Belediye Başkanı da buna evet dememiş miydi? E öyleyse, Ahmet Vefik Paşa’yı niye topa tuttunuz ki zamanında? Demek tiyatroyu tutkuyla sevenler, onun için her yolu denemeye hazırdır. “Paşa yaptırdığı tiyatroyla hastaneye kaynak sağlamak için baskıcı bir yöntem uygulayarak, kentin ileri gelenlerini ve memurlarını tiyatroya zorla abone yaptırır. O dönem Bursa yargıç yardımcısı Asım Bey, görevi gereği tiyatroya gelemeyeceğini ileri sürer ve bilet almadığı gibi aboneliğinin de silinmesini rica eder Paşa’dan. Bir sabah bakar ki, gece valinin emriyle makam arabasını koyduğu yerin kapısına duvar ördürülmüş. Hem makam arabası, hem atlar içeride kalmış.” Onu valilikten azlettiren bir atak olur bu girişimi. Paşa artık gazetelerin saldırdığı bir “tuhaf” adamdır. Onun azline neden olan Meclis-i Vükela mazbatasında (Bakanlar Kurulu kararında ) gerekçeler sayılırken şöyle denir: “Rabian birkaç seneden beri Bursa’da tesis ettiği tiyatronun biletlerini alettevali memurin ve ahaliden birçok ademlere dağıtıp, kabul etmeyenleri iz’aç ettiği derece-i tevatüre varmıştır. Vilayet matbaasında bastırılan biletler birkaç zaptiye çavuşu marifetiyle ahaliye dağıtılarak halktan toplanılan hasılatın ayda sekiz bin kuruşa baliğ olduğunu kumpanyanın direktörü söylemiştir. Zaptiyeler marifetiyle birtakım fahişelere bilet verecek ve fahişeleri tiyatroya celbettirecek kadar bilet sattırarak halkı ızrar ettiği gibi, bilet almak istemeyenleri muhtelif suretlerle ızrar etmiştir…” Ahmet Vefik Paşa Kasım 1882’de görevinden azledilir. Azil mazbatasında hakkında sıralanan şikayetler on kalemden fazladır. Rapor tam olarak 13 maddedir. Bu raporun onuncu ve on birinci maddeleri direk tiyatroyla ilgilidir: “Madde 10 – Valiliğe tayininden azline kadar tiyatro ile uğraşmış, İstanbul’dan Fasulyeciyan namında birinin idaresinde olarak getirttiği bir kumpanya üç sene haftada üç gece oynamıştır; biletler vilayet matbaasında basılmış ve Zaptiye çavuşları tarafından ahaliye dağıtılmıştır; halktan toplanan hasılatın ayda sekiz bin kuruşa kadar çıktığını kumpanyanın direktörü söylemiştir. Hükümet sıfatına yakışmayacak surette piyeslerin provasında bulunmuştur. Zaptiyeler marifetiyle birtakım fahişelere bilet vererek ve fahişeleri tiyatroya getirtecek kadar bilet sattırarak halkı zarara sokmuştur. Haftanın birkaç gecesini kadınlara ayırarak onları da tiyatroya getirmiş, aralarına fahişeleri de sokmuştur. Zaptiyelerden teşkil eden bir müzika takımını tiyatroya tahsis etmiştir. Madde 11 – Cehalet içinde yüzen ahaliye maarif’i yayacağı yerde gayretini tiyatronun idaresine hasretmiştir. Kız mektebi muallimi İbrahim Efendiyi aktristlere hoca tayin ederek halkın ondan nefret etmesine ve bu yüzden birtakım kızların mektebi bırakmalarına sebep olmuştur. Tiyatroya mahsus on dokuz piyesi resmi ruhsat almadan Bursa matbaasında bastırmıştır, bundan dolayı matbaaya yirmi bin kuruş borcu kalmıştır.” Ahmet Vefik Paşa sadece tiyatro eserleri çevirmemiştir. Birçoğunuzu şaşırtacağını tahmin ettiğim dünya büyüklerini de – örneğin Shakespeare, örneğin Victor Hugo – o çevirmiştir dilimize. François de Salignac de la Mothe Fenelon’un ünlü romanı Telemak, Ahmet Vefik Paşa çevirisi olarak 1880’de yayınlanmıştır ilk kez. Sonra Hugo’nun Hernani’si… Voltaire’in Mikramega’sı da 1871’de çevrilmiş ve basılmıştır. Sadece Batılı yazarlarla uğraşmamıştır Paşa; Ali Şir Nevai’nin Muhbubü’l – Kulub’unu da Ahmet Vefik Paşa yayımlamıştır. Le Grande Encyclopedie’ye göre Schiller ve Shakespeare’in eserlerini de çeviren Ahmet Vefik Paşa’dır. ( Meraklısına Not; M. Nihat Özün, “Aslan Avcıları yahut Hak Yerini Bulur, 2 fasıl, komedya, 1886” kaydı ile başka kaynaklarda bulunmayan bir eserini de bildirmektedir Remzi Kitabevi'nin bastığı Zoraki Tabip çevirisinin, İstanbul 1940 baskısının 23. sayfasında ) Uzun lafın kısası; Abdülmecit, Abdülaziz ve Abdülhamit’in dönemlerinde devlet adamlığı, başbakanlık yapmış bir büyük tiyatro tutkulusunun “marifetlerini” kısacık da olsa hatırlatmak istedim bu yazımda. Tiyatrosever bir başbakanın hikayesinin, belki tiyatrosevmez bir cumhurbaşkanının hikayesinden daha çekici olduğuna inandığımdandır, kim bilir? Ahmet Vefik Paşa deyince Tanzimat Tiyatrosu, ülkemizde – güdük de olsa – tiyatro tarihi deyince, mutlak Ahmet Vefik Paşa akla gelmelidir. O sadece bir çevirmen değildir. O sadece bir yönetici değildir. O sadece bir organizatör değildir. O sadece gösteriş için bir tiyatro binası yaptırmış değildir. O sadece bir tiyatro örgütçüsü değildir. Peki kimdir Ahmet Vefik Paşa? Ahmet Vefik Paşa bir tiyatro devrimcisi, bugün bile önümüzü aydınlatan bir tiyatro meşalesidir. Sanatın en yanılmaz mahkemesi olan zaman; onu, sanatı tükettikçe çoğaltan sanatseverlerin iradesiyle ulusal ya da evrensel bir kimliğe ulaştırır. Bugün öksüzsek, yaralıysak, yalnızsak ve başımız önümüzdeyse tarihimizi bilmediğimizdendir bir yanıyla. Bir yanıyla bilip, bir yanıyla geliştirmeye çabalamadığımız için sanatımız esir alınıyor günbegün. Sanatına, tiyatrona sahip çıkmazsan, onun uğrunda mücadele etmezsen yoz yobaz, tahta kafalı, boku boncuklu, nefesi para kokan ilahi tacirleri gelip senin sahnelerini yıkar; sen de öylece “ben n’apabilirim ki” diye, üç günlük gözyaşlarını akıtıp, karışıp gidersin bu çamurlu sele… Tiyatro; uğrunda savaşan, hem de madalya beklemeden savaşan insanların buluşmasıdır. Aynen Moliere’in mezarsız bir deha olması gibi, aynen Ahmet Vefik Paşa’nın kitabesiz bir mezarda huzursuz bir sonsuz uykuda kıpır kıpır kıpırdanışı gibi… Tiyatrona sahip çık, Ahmet Vefik Paşa da, Moliere de huzura kavuşsun.