İnsanlık ikinci kez büyük çaplı bir dünya savaşının içindeyken, ateş Balkanlar’dan Küçük Asya’ya da sıçrar mı kaygıs...

İnsanlık ikinci kez büyük çaplı bir dünya savaşının içindeyken, ateş Balkanlar’dan Küçük Asya’ya da sıçrar mı kaygısıyla Anadolu’da sıkıyönetim ilan edilmiştir. Yunanistan’dan gelen haberlerse her geçen gün daha da kötüleşmektedir. İstanbul soğuk kış günlerine hazırlanırken, Pire beş aydır Alman işgali altında kitlesel olarak yok olmanın eşiğinde kıvranmaktadır. İşgalin ilk aylarından itibaren Yunanistan’da tüm gıda maddelerine Alman ordusunun el koymasıyla büyük bir kıtlık felaketi başlamıştır. Kıtlığın getirdiği çaresizlik, sonradan Vatan gazetesinde “Azrail maskesini atmış, Yunan halkını pervasızca biçiyor” başlığıyla Türkiye basınında yer alacaktır. Takvimler, 1941 yılının 13 Ekim gününü gösterdiğinde İstanbul’dan Pire’ye bir gemi kalkar. “Kurtuluş Gemisi” kıtlık ve açlıktan her gün binlerce insanını kaybeden, işgal altındaki komşuya gıda götürecektir. Hiçbir ülkenin yardım ulaştır(a)madığı Yunanistan’a Kurtuluş Gemisi, Şubat 1942’ye kadar gıda yardımı taşıyacak, 21 Şubat 1942 günü altıncı seferine çıktığında Marmara’da batacaktır. Bundan sonraki yardımları taşıyacak olan gemilerin adı hep “Kurtuluş” olacaktır. “Kurtuluş”, Yunanistan için o günlerde ekmeğin, umudun adıdır. “Yarın Kurtuluş gelecek”, umudu hep var olacaktır. Yunanistan ve Türkiye, imparatorluk sonrası hep birbirine karşıt milliyetçiliklerle siyasi ilişkilerini yürütmüş iki komşudur. Siyaset bilimi literatüründe milliyetçiliğin ortaya çıkış dönemiyle ilgili olarak farklı görüşler yer alsa da şurası kesindir ki, milliyetçiliğin ötekileştiren yönü, sanayileşmeyle birlikte merkezi ulus devletlerin kurulmasıyla kapitalizmin bir ürünü olarak ortaya çıktığıdır. Ulus devletler kendi mitlerini oluşturarak, sosyolojik argümanlarını beslemeye başlamışlardır. Yunanistan ve Türkiye arasında zaman zaman “Helenotürkizm” fikriyle bir Türk-Yunan Konfederasyon yapılanmasının olasılığı da konuşulmuştur; ancak iki ülkede de resmi tarih söylemlerinde birbirlerinin ötekisi olmaktan kaçınılamamıştır. Kurtuluş Gemisinin Marmara sularına gömüldüğü günün üstünden geçen seksen yılın ardından, bu kez Yunanistan basınında, “Anadolu’nun yıkılan evleriyle Yunan halkının kalplerinin yıkıldığı”, söylemleri yer alacak, “aynı coğrafyanın insanlarıyız, hepimiz Türk’üz” diye yazacaktır. Uluslararası ilişkilerin bölgesel kutuplaşmalara yoğunlaştığı günlerde Küçük Asya’da bir deprem, halklararası ilişkileri öne çıkaracaktır. Ülkemiz büyük bir taziye evine dönüşmüşken, ilk taziyelerini iletenler ve yardıma koşanlar komşularımız olmuşken, bölge ülkelerinin coğrafyanın ortak kaderinde birleşmelerinin önemini bir kez hatırlatmak isterim. Bölgesel güvenliğimiz öncelikle ulusal çıkarımızın önemli bir unsurudur. Bölge çatışmalarının çözümü sürecinde “deprem diplomasisi” önemli bir adımdır. Bugün içinde bulunduğumuz ve yakın olduğumuz bölgelerde sokakların provoke edilerek demokrasi ihracı alanlarına dönüşmesinin, yumuşak güç araçlarıyla tetiklenen savaşların, ülke ekonomilerinin ve etnik farklılıkların politik birer araç haline getirilerek çatışmalara zemin yaratılmasının halklararası ilişkilerle son bulmasını umut ediyorum. Güler Kalay