Geçen yıl yaşadığım sağlık sorunu nedeniyle belirli aralıklarla İzmir’deki hastanelerin acil servislerine uğramak zorunda kalıyordum. Sayın Cumhurbaşkanının, doktorlarımızın yurt dışına göçüne yöneli...

Geçen yıl yaşadığım sağlık sorunu nedeniyle belirli aralıklarla İzmir’deki hastanelerin acil servislerine uğramak zorunda kalıyordum. Sayın Cumhurbaşkanının, doktorlarımızın yurt dışına göçüne yönelik dile getirdiği “Varsın gitmek istiyorlarsa gitsinlerrrrr!” vecizini dile getirdiği günlerde yolum Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Acil Servis’ine düşmüştü. Bir Pazar akşamı olmasına rağmen labaleb olan hastanedeki doktorlar, koşuşturmaca içinde şifa dağıtma çabasındaydılar. Ancak herkesin dikkatini çeken görüntü, ortalıkta gezinen doktorların yüzlerinden ve konuşmalarından Türk kökenli olmadıklarının belli olmasıydı. Özbekistan, Kırgızistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Afganistan gibi pek çok ülkeden gelen doktorlar, hastane koridorlarını adeta Birleşmiş Milletler’e çevirmişlerdi.

YANIMDAKİ YATAKTA YAŞANAN

Bizzat tanık olduğum bir garabet ise hemen yanımdaki yatakta yaşanıyordu. Acil durumda olduğu çok belli olan bir erkek hasta, baygın vaziyette ve acı içerisinde kıvranıyor, davul gibi şişmiş ayaklarının acısına çare arıyordu. Yanındaki eşi de çaresizce doktorların ne yapacağını merak ediyordu. Derken ayak ucuna gelen çekik gözlü bir doktor, adamla aramızdaki perdeyi hızla kapatarak konuşmaya başladı. Acil olarak ameliyata alınması gereken adamın durumu kritikti. Ölüm tehlikesi vardı. Ya da ameliyat sırasında belli ki kangren olan ayaklarından birisini kesmek zorunda kalacaklardı. Ameliyat öncesinde ise birinci derece yakını olan eşinden yazılı muvafakatname almak gerekecekti. Gel gelelim doktor çocuk bu durumu kıt Türkçesi ile kadına izah etmekte zorlanıyor, kadıncağızın üzüntüsünü de artırıyordu.

İLK 3 AYDA 700 DOKTOR

Türki Cumhuriyetlerden birinin kökenine sahip doktor gitti, bir süre sonra yanında bir Türk doktor ile çıkageldi. Durumu hem hastaya hem de eşine anlatma faslı başarılmış, kadıncağız dualar ve gözyaşları içerinde eşini ameliyathane hazırlık odasına uğurlamıştı. Bu hikayeyi anlatma sebebim şu: Özeli, kamusu, üniversitesi fark etmeksizin; sağlık kuruluşlarımızdaki doktor sayısı hızla azalıyor. Ortam yeni mezun olmuş, vaka deneyimi olmayan doktorlarımıza kalmış durumda. Geçen hafta lafladığımız ve İzmir’in en büyük kamu hastanelerinden birisinde cerrah olan dostum, tıpta yaşanan büyük göçün doktorlar ile sınırlı kalmadığını, yabancı dil bilgisi olan hemşirelerin bile yurt dışına gitmeye başladıklarını söylüyor. Türk Tabipleri Birliği (TTB) verilerine göre 2023’ün ilk üç ayında 700 doktor, gideceği ülkeye sunmak üzere İyi Hal Belgesi talep etmiş. Doktor arkadaşım, sorunun sadece ücret olmadığını belirtiyor, çalışma koşullarında yaşanan durumu “akıl dışı” cümlesi ile özetliyor.

“BİZİ DEĞİL SİSTEMİ SORGULAYIN”

Ve 25 yıllık bir hekim olarak şu analizi dile getiriyor: “Kendimden örnek vereyim: Benim tecrübemde bir doktorun, Almanya’da ya da herhangi bir Batı Avrupa ülkesinde aldığı maaş yaklaşık 8 bin Euro, yani bugünkü kurla 175 bin TL seviyesinde. Asgari ücretin 1600 Euro seviyesinde olduğu o ülkelerde 8 bin Euro maaş ile orta ve üzerinde bir standartta yaşama şansına sahip olabiliyoruz. Ve bu standardı, bugünkü çalışma koşullarının hemen hemen yarısı kadar çalışarak sağlayabiliyoruz. Son yıllarda artan doktor intiharlarının sebebi de bu çalışma koşulları. AKP hükümeti geçen yıl ortasında Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerdeki meslektaşlara önemli oranda bir zam yaptı ama yeterli değil. Üniversite hastanelerindeki meslektaşlarımız ise kadroları Sağlık Bakanlığı’nda olmadıkları için aynı görevi yapan aynı kıdemdeki bir doktorun dörtte üçü kadar maaş alıyor. Bu haksızlık insanları isyan noktasına getiriyor. Merkezi Hekim Randevu Sistemi her 5 dakikada bir hasta randevusu veriyor. Oysa dünyadaki standart 20-30 dakika arasındadır. Otomatiğe bağlanmış gibi iş yapılıyor. Hem hekimlerin kalitesi hızla düşüyor hem de hastalar bu kadar kısa sürede meramını bile doğru dürüst anlatamadan ilaç yazılıp gönderiliyor. Bu durumda kimse doktorlara neden ve nereye gidiyorsun diyemez. Sorgulanması gereken doktorlar değil bu garabet sistemdir”

MANİSALI DOKTORLARI ÖLÜME GÖTÜREN AKIL

Ülkemizin en parlak beyinleri arasında yer alan doktorlarımızın yaşadığı sorunlar sadece çalışma koşulları ile sınırlı değil. Geçen hafta Manisalı doktorların başına gelenler, “Sağlık Bakanlığı’nı hangi liyakatte kadrolar yönetiyor?” sorusunu sorduruyor. Olay şu şekilde gelişiyor: Deprem bölgesindeki Hatay’da geçici olarak görevlendirilecek 12 kişilik doktor grubu, Manisa’dan İstanbul’a doğru yola çıkıyor. “Neden güneye değil de kuzeye gidiyorlar?” diye sormayın. Sağlık Bakanlığı’nı yönetenler, bu hekimlerimize güzel bir otobüs tutarak 8-10 saatte Manisa’dan Hatay’a ulaştırabilecek iken; diğer illerden gelen doktorlarla birlikte İstanbul Havalimanı’ndan askeri uçak kaldırma yolunu seçiyor. Manisa’dan hurda minibüse valizleri ile birlikte doldurulan hekimler, gece saat 02’de yola çıkarılıyor. Saat 05:30 civarında Yalova’ya geldiklerinde ağırlığa dayanamayan hurda aracın amortisörü kırılıyor ve lastiğini yarıyor. O saatte ve o soğuk havada minibüsü iterek güçlükle emniyet şeridine çeken doktorlar adeta bir facianın eşiğinden dönüyor. Bir TIR minibüse, savrulan minibüs ise doktorlara çarpıyor. Mesleğe yeni başlayan bir kadın doktorumuz çarpmanın etkisi ile havaya uçup kafa üstü yere çakılıyor. Diğer doktorlar ise refüj ile minibüs arasında sıkışmaktan bir adım farkla kurtuluyor, ufak eziklerle kazayı atlatıyorlar. Saatlerce karanlık ve soğukta mahsur kalıp yardım bekliyorlar. Hafif yaralı doktorların Yalova’da tedavi edilmesi sonrasında başka bir araçla tekrar Manisa’ya dönüyorlar. Manisa’dan Hatay’a giderken, hurda araçla Yalova’da kazaya sebep olan akıl, bugün Sağlık Bakanlığı kadrolarında bizim vergilerimizle maaş alıyor. Bize de ağlama duvarının dibindeki Türkiye’nin hâline üzülmek kalıyor… +++++++++ HAFTANIN SÖZÜ Bazı insanlar, seninle sadece boş zamanlarında konuşurlar. Bazı insanlar ise seninle konuşmak için zaman ayırırlar. Cemal Süreya