Özel bir televizyon kanalında yayımlanan, dördüncü bölümü geride bırakan “Kanunsuz Topraklar” dizisinin reklam panola...

Özel bir televizyon kanalında yayımlanan, dördüncü bölümü geride bırakan “Kanunsuz Topraklar” dizisinin reklam panolarındaki duyurusunu görünce, dizinin bir roman uyarlaması olup olmadığını merak ettim. İlk bölümünü izlediğimde bazı çağrışımlar yapsa da herhangi bir eserin uyarlaması olmadığını gördüm. Yalnız, konu beni epey şaşırttı. İşçi sınıfını daha çok konak sahipleriyle uyumlu kimseler olarak gösteren dizilerimiz (ve büyük ölçüde sinemamız) her nasılsa bir üretim alanını (kömür madeni) ve bu alanın işçilerini merkeze alan bir hikaye üzerine kurulu. Anlatının seyrinin nereye gideceğini görmek adına dört bölüm izledim. Elbette, maden sahipleri (Paşazadeler) ve onların görkemli hayatları da dizinin parçası. Ancak, 1939 yılının Zonguldak’ı ve Türkiye’si farklı dinamiklerle ele alınıyor. Dizinin şimdiden klişeye kaçan tarafı “zengin kız fakir oğlan” düsturunun yansıması olan maden işçisi (işçi lideri demek, abartı olmaz sanırım) Davut’la Paşazade ehlinden Gülfem’in aşkı. Zaten dizilerimizde padişahın kızını alan bir Keloğlan olmasa işler rast gitmez. Neyse, senaristin canı sağ olsun. Buna rağmen, eşkıya-sermaye işbirliği, cihan harbinde Yunan ordusuna satılmak üzere çalınan silahlar 80 küsur yıl öncesinin Türkiye’sine uyan olgular. Davut, İstiklal Harbi’ne katılmış (diziye göre doğum tarihi 1904) bir işçidir. Bu özelliğine uygun olarak Milli Haber Alma Teşkilatı, silahlı kuvvetlerden çalınan silahların bulunması için onun işbirliğini ister. Davut, hem işçi haklarını savunacak hem istihbaratın verdiği vazifeyi yapacaktır. Başarılı bir alan kurgusu da işçi mahallesi. Paşazadelere ait evlerde barınan işçiler perişan bir mahallede yaşamaktadır. Yoksunluğun dip yaptığı bu mahallede, bu işçilere ev vermiş olmak (o da çalıştıkları sürece) Paşazade aile babasına göre büyük lütuftur. Paşazadelerin soyu-sopu hakkında henüz bir malumata ulaşmadık. Ancak, 1800’lerin başından itibaren Osmanlı Devleti içine yerleşen “ayan” dediğimiz yerel güçlere dayanacaklarını söylemek zor olmaz. Her devlet, kendi adına iş yapacak bir sınıf yetiştirir, Osmanlı’da da otorite boşluğundan faydalanan ayanlar (bunların bazısı da eşkıyalık gibi bir gelenekten de gelebiliyor. Bakınız Züğürt Ağa filmi) Paşazadeler, tipik özellikler gösteren ayrıcalıklı sermaye sınıfındandır. Hikayenin serim bölümünde su alan madende tehlike mesul kişi Murtaza’ya bildirilir. Çalışmayacaklarını söylerler. Murtaza, patrona söylemek zorunda olduğunu söyler. Paşazadeler ise, üretimin devam etmesi gerektiğini söyler ve madene inen asansörün kapısının kilitlenmesini emreder. Sonuç faciadır. 9 işçi hayatını kaybeder ve tabii ki maden sahibi işin içinden sıyrılır. Devamında ise Davut’un öncülüğünde işçilerin hak arama mücadelesi ve dramları anlatılır. Dizide kadın karakterler de dikkat çekicidir. Gülfem, Fikriye, Behice isimleri tarihsel-toplumsal değeri olan isimler. Senarist bunu dikkate alarak mı seçti, bilinmez. Ama 1940’lara ramak kala Türkiye’deki ortalama kadın aydınlanma hareketi hakkında da ipuçları buluruz. Dergilerde yazılar yazan kadınlara rastlıyoruz. Madende ölen 9 işçinin eşleri ve çocuklarının evleri terk etmeleri istenir. Paşazade’nin kızı Gülfem bunu önlemek için bir çare düşünür ve kadınların madende çalışması için hem babasını hem kadınları ikna yollarına girişir. 19’uncu yüzyıl edebi metinlerini hatırlatan bu girişime burjuva kökenli bir kadının öncü olması altı çizilmesi gereken bir husus. Örgütlü ve sendikal mücadeleden uzak bir zamanın işçi sınıfına uygun davranışlar da görürüz. Davut, ustabaşı olur ve yevmiyelerin (gündelik ücret) artırılması için Paşazade’ye gider. Talepleri kabul görmez. Bunun üzerine işçilerden de destek isteyerek haklarını alabilecek bir yola başvurur: Madenden kömür çalıp kaçakçılara satmak. Davranışlar, sözler ve bazı dekorlar bazen fazlaca günümüze ait olabiliyor; ama zarar yok. Bu sefer işçi sınıfı başrolde. Burjuva kızın ve işçi lideri Davut’un aşkı sınıf gerçeğiyle çok sık karşı karşıya geldi; ama aşk sınıf tanımadı. Bakalım, gerçek mi masal mı galebe çalacak? Dizilerimizin ve sinemamızın alil olduğu bir başka konu da sosyal adaletsizlikten doğan sorunların genelde maziden güç alınarak anlatmasıdır. Nedense sömürülenler, ötekileştirilenler daima geçmiştedir. Bakalım, konuyu günümüzde yaşanan maden ölümlerine bağlayacak en azından ima ve atıflar görebilecek miyiz? KONUYLA İLGİLİ OKUMA VE İZLENCE ÖNERİLERİ Maden işçilerini merkeze alan roman, şiir ve film önerilerimi buraya almak isterim. Afrodit Buhurdanında Bir Kadın, Reşat Enis Aygen (Roman) Kıskanmak, Nahid Sırrı Örik (Roman) Ölümün Ağzı, İrfan Yalçın (Roman) Büyük Yürüyüş, Metin Köse (Roman) Şehirdeki Yabancı, Halit Refiğ (1962 yapımlı film, Senaryo; Vedat Türkali) Maden, Yavuz Özkan (1978 yapımlı film) Kelebeğin Rüyası, Yılmaz Erdoğan (2013 yapımlı film) Zonguldak, Kemal Özer (Şiir) Ayrıca meraklı okur, Mayıs 2014’te 301 işçinin hayatını kaybettiği faciadan sonra yapılan açıklamaların ve davaların kronolojisine bakabilir. Yukarıda saydığım eserlerden ve diziden daha çarpıcı bir malzemeyle karşılaşacaklarına eminim. İşçilerle ilgili sağlam bir eser yazmak için arşivlere hakim olmak lazım. Arşivleri karıştırmak, gazetelerin içinde ellerin, kolların tozlanması araştırmacılığın fıtratında var.