Firdevs Tunçay, bir asra yaklaşan mübadele ve göç acısını “Hasretin Çocukları” adlı kitabında tanıklıklar...

Firdevs Tunçay, bir asra yaklaşan mübadele ve göç acısını “Hasretin Çocukları” adlı kitabında tanıklıklarla anlattı. Tunçay, her iki yakanın yaşadığı acıyı yeni nesillere aktarmaya çalıştığını söyledi Geçtiğimiz yüzyılın başlarında yaşanan en büyük toplumsal-siyasal olaylardan biri olan mübadele ve zorunlu göç acısı tanıkları ve ardılı kuşak tarafından hala hissediliyor. Çalışmalarını bu alanda yoğunlaştıran emekli Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni Firdevs Tunçay, yeni kitabı “Hasretin Çocukları”nda bu olayın tanıklarına yer veriyor. “Makedonya ve Rumeli Muhacirlerinin Gerçek Öyküleri” alt başlığını taşıyan kitapta Tunçay, tanıkları başarıyla konuşturmuş. “Ben, kalbi Rumeli’de kalmış bir turna kuşuyum” ve “Her mübadil bir romandır” diyen Tunçay’a kulak verelim… -Firdevs Hanım, kendi yayınınız “Hasretin Çocukları” adlı kitabınız, 2021 yılının Şubat ayında okurlarla buluştu. Sizi kutlarım. Mübadele üzerine bir kitap yazma düşüncesi sizde nasıl oluştu? Ben, kalbi Rumeli’de kalmış bir turna kuşuyum. Sınır tanımam. Ege’nin iki yakasına dünden bugüne, bugünden yarınlara selam götürür, selam getiririm. Karşıyaka’da yaşıyorum, emekli öğretmenim ve mübadele yazarıyım. “Hasretin Çocukları” mübadele üzerine yazdığım üçüncü kitabım. Benim için Büyük Mübadele; büyük kopuş, büyük acı, büyük hasret demektir. 1912-1924 döneminde gerçekleşen Büyük Mübadele’de altı yüz bin kadar Müslüman ile bir buçuk milyon kadar Anadolu Rum Ortodoks’u karşılıklı olarak mecburi sürgüne tabi tutulmuşlardır. Rakamlar kurudur, gözyaşlarını, yürek acılarını, vatan hasretini ifade etmez. Mübadele fırtınasında, Selanik Bölgesi’nin Kavala liman kentinden koparılarak getirilmiş mübadil bir ailenin çocuğu olarak İzmir’in Ödemiş ilçesinde doğdum. Ailemin yaşadığı büyük acıya ve büyük hasrete tanık olarak büyüdüm. Mübadelenin insan ruhunda yarattığı sarsıntıyı onlarda gördüm. Mübadillerin gözyaşlarının dilini bizzat yaşamış gibi öğrendim. Yaşanan gerçekler, acılar benim kimliğimin temellerini attı. Benim dünyam, mübadelenin dünü ve bugünü içinde şekillendi. Toprak çeker insanı! Görmesem de Kavala, benim hayalimde yaşardı. Baba tarafım ise mübadele dışı bırakılan Batı Trakya’nın İskeçe şehrindendir. Onlar da Yunan jandarmasının baskılarına ve amansız çete baskınlarına dayanamayarak her şeylerini geride bırakıp kaçarak Türkiye’ye gelmişlerdi. Gün geldi, ailemin ve atalarımın hatıralarından yola çıkarak gözyaşlarımı sildiğim eskimeyen mendil üstüne ilk mübadele öykülerimi yazdım. Kitabımda Rumeli’den koparılan insanları anlattım. Bu anı öyküler, “Sardunya Kokan Toprakların Öyküleri-Kalbim Rumeli’de Kaldı” adlı kitabımda 2013 yılında yayınlandı. Bu kitabı yazmak, hayatımın rüyasıydı. Çok ilgi gördü. Kısa zamanda 4 baskı yaptı. Mübadele tek taraflı değildir. Rumeli’den koparılan insanlar gibi Anadolu’dan koparılan insanlar da çok acılar, çok ateşli hasretler yaşamıştır. Mübadele bir bütündür. Bu bütünlüğü tanımak ve yazmak için Anadolu’dan koparılan Anadolu Rumlarının acılarını da Atina’ya gidip gördüm. Görüp dinlediklerimi kaleme aldım. “Gerçek Mübadele Öyküleri-Kalbim Anadolu’da Kaldı” adıyla 2019’da yayınlandı. -Yeni kitabınız Hasretin Çocukları’ndan söz edecek olursak neler söyleyebilirsiniz? Okuyucu ne bekliyor bu kitapta? Kitabımın özü hasret, sevgi, dostluk ve yarınlara umuttur. Hasretin Çocukları kitabımda anlattıklarım, Makedonya ve Rumeli’den gözleri arkada kalarak Anadolu’ya göç etmiş olan muhacirlerin gerçek öyküleridir. Bu anı öyküler, Osmanlı döneminde Adalar Denizi olarak geçen Ege Denizi’nin batı yakasındaki Balkanlardan başlar, doğu yakasındaki Anadolu’ya doğru sürer gider. Kurguyu öteleyen bu kitabımı, mikro tarih belgesel roman olarak adlandırılan türde yazdım. Bu kitabı yazmaya Selçuk’taki muhacirlerin anılarından yola çıkarak 2014 yılında başladım. Her yıl eylül ayının ilk haftası kutlanan “Selçuk Efes Kültür, Sanat ve Turizm Festivali”ne davetli olarak kitaplarımla gelmiştim. Festival boyunca hem Selçuk’ta hem adı gibi Şirince’de Yunanistan’dan gelen muhacir kuşakları ve Makedonya muhacirlerinin anılarını topladım. 2019 yılında da Selçuk’ta mübadele çalışmalarım devam etti. Sadece yüz yüze görüşmelere değil elbet çok da araştırma yaptığım altı yıllık bir çabanın sonunda gün yüzüne çıktı kitabım. Kitabımda yedi muhacir öyküsüne yer verdim. Kitabın önemli bir özelliği de kültürel miras konusuna da yer vermem oldu. Şirince, Ayasuluk, Selçuk ve Efes’in kültürel hazinesinin yer aldığı bölümler, tam bir kültür şöleni sunuyor okurlara. Ayrıca torunum Demir Diego ile Efes Müzesi’ni ziyaret de çok ilgi gördü. Mitolojik öykülerin de bulunduğu kitabım çok sevildi. Ben kitaplarımla insanlığa sesleniyorum. Mübadele ile gelen geriye dönüşü olmayan ayrılmışlığın, acının, hasretin unutulmaması için. Yeni mübadeleler olmasın, mübadele ve muhacir kültürleri unutulmasın diye yazıyorum. Kendimi bu konuda gönüllü bir elçi olarak görüyorum. -Önsözden başlayarak aslında kendi hikâyenize de bir borç ödediğiniz görülüyor. Topladığınız öyküleri dinlerken, ardından kitabı hazırlama sürecinde siz nasıl bir duygu hali içindeydiniz? Buradan hareketle okurların tepkisi nasıldı? Her mübadil bir romandır. Her mübadil çocuğu annesinin, dedesinin özlemleri içinde büyür. Mübadillik bizim ortak kimliğimizdir. Atalarımın bir kez daha göremediği memleket topraklarına gitmek bana kısmet oldu. Ana toprağım Kavala’yı, ata toprağım İskeçe’yi gözyaşları içinde gezdim. Her iki yerden de birer avuç memleket toprağı alıp farklı renkteki iki poşete koydum. Türkiye’ye dönüşte ilk işim Ödemiş’e gidip ailemin ve aile büyüklerimin mezarlarına memleket toprağını serpmek oldu. İşte, o ziyaret sonrası ilk mübadele kitabımı yazmaya karar verdim. Köy köy, kasaba kasaba mübadil kentlerini dolaştım. Oradaki mübadillerin anı öykülerini topladım. Bu konuda yazılmış çok kitap okudum. Kütüphanemde mübadele ile ilgili kitapların rafları ayrıdır. Elimde çok fazla anı ve belge var bu konuya dair. Onları yeni yazacağım kitaplarımda kullanıyorum elbette. Kitabımdan çok güzel geri dönüşler aldım. Kitabı alanlar da kendilerini içinde bulduklarını söylediler çoğu zaman. “Daha ilk sayfadan kitap bizi içine çekti,” yorumunda bulundular. Ben de onlara “Ben zaten içindeyim,” diyorum. Çünkü ben anlatıcı değildim, anlatılan her şeyi onlarla birlikte yaşadım. Yazarken kalbimi 8 parçaya ayırdım. Bunların yedisine Makedonya ve Rumeli’den gelen muhacir öykülerini paylaştırdım. Son parçaya da biricik torunum Demir Diego ile yaptığımız müze ziyaretini yerleştirdim. -Muhacirler için “Atatürk ilke ve devrimlerini ilk uygulayanlardan oldular. Anadolu’ya çağdaşlığı getirdiler” ifadesine yer veriyorsunuz. Muhacirler olgusal olarak bunu nasıl başardılar, sizce? Rumeli Müslümanları, 98 yıl önce göçten öte bir de mübadeleyi yaşadılar. İnsanlar, kendilerine sorulmadan köksüz bir ağaç gibi sökülüp atıldılar. Mübadiller, gözleri arkada kalarak bir daha geri dönmemek üzere evlerini barklarını, mallarını mülklerini, dağlarını ovalarını, atalarının mezarlarını geride bırakarak mecburi mübadeleye tabi tutulmuşlardır. Bütün bu çilelerden sonra Türkiye’nin çeşitli kentlerine, kasabalarına, köylerine yerleştirilen Rumeli muhacirleri; genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ve bütünlüğüne tutkuyla sarıldılar. Bu duyarlılık nedenlerinden biri de ailelerinin yaşadıkları veya tanık oldukları travmaydı! Aynı zamanda gidecek başka vatanları yoktu! Rumeli muhacirleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerini ilk uygulayanlardan oldular. Çünkü Atatürk’ü sever, sayar ve kendisiyle hemşeri olmaktan gurur duyarlardı. O kadar ki “Mustafa Kemal çağırdı geldik be yav!” diyorlardı. Muhacirler, her şeylerini geride bırakmışlardı ama gelenek ve göreneklerini, kültürlerini bir de anılarını kalplerinde saklayıp getirmişlerdi yeni vatanlarına. Anadolu’nun gülleriydi onlar! Rumeli insanı Avrupai giyim tarzını getirmişti Türkiye’ye. Yerli kadınlar kara çarşafla gezerken, Rumeli kadını manto giyer, başına eşarp bağlardı. Yerli erkekler, dizinden aşağısını açıkta bırakan giysiler giyerken, Rumeli erkeği ceket pantolon giyer, kravat bağlardı. Rumeli insanı, masada yemek yerken, yerli halkın çoğu yer sofrası kuruyordu. “Türkiye’ye demir kaşığı biz getirdik” diyorlardı. Uzun zaman sonra, yerli kadınlar çarşaftan çıkıp manto giyip temiz alınlarını açıkta bırakan eşarp bağlayıp modernleştiler. Yerli erkekler de ceket pantolon giyip kravat bağladılar. Zamanla şehirlerin çehresi değişti. Güzelim Rumeli türküleri her yerde söylenir oldu. Türkiye ekonomisinin gelişip kalkınmasında muhacirlerin büyük payı vardır. Gelirken getirdikleri altınlarını, burada bozdurdular. -Mübadil ya da muhacir ne dersek diyelim, bu toplumun hafızası ne derece bu kentte dolaşıyor? Bugünkü Türkiye’nin nüfusunu oluşturan insanların yaklaşık onda birinin kökeni Rumeli’dir, Ege adalarıdır, Balkanlardır, Makedonya’dır. Mübadiller, 1924 yılında zorunlu göçle geldiler Türkiye’ye. Diğer Balkan muhacirleri 1950’li yıllarda Türkiye’ye gelerek al bayrağımızın altında toplandılar. Mübadil ve muhacir kültürü Türkiye’nin zenginliğidir. Ne yazık ki bu toplumun hafızası ne yaşadığımız kent İzmir’de ne de yurdumuzun diğer kentlerinde yeterince tanınmıyor. Hele genç nesil tarafından! Oysa mübadele sadece Cumhuriyet döneminin en önemli olaylarından biri değil tüm insanlığı ilgilendiren acı bir olaydır. Rum ve Türk halklarının toprağından köksüz bir ağaç gibi sökülüp atılmaları, kendilerine sorulmadan zorunlu göçe tabi tutulmaları, tarihte eşi ve benzeri görülmemiş bir olaydır. Bu konuda ailelerimiz de hep sustular, hep sustular! Yaşadıkları acılardan hiç söz etmediler. Yaraları kabuk bağlamıştı, kanatmak istemediler belki. Türk yazarlar da ancak 1980’lerde ilk kez mübadele üzerine kitaplar yazmaya başladılar. Ben mübadele gerçeğini çok sonraları öğrendim. Yaşar Kemalleri, Necati Cumalıları, Kemal Yalçınları okudukça mübadelenin onulmaz hüznü belleğimde yer etti. Kalbim Rumeli’de Kaldı kitabım, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Türkiye genelinde Ortaokul ve İmam Hatip Liseleri’nin 8. Sınıf Türkçe ders kitabına seçildi. 20. yüzyılın en acı olaylarından biri olan mübadele, 2020 yılından itibaren ilk kez Kalbim Rumeli’de Kaldı kitabımdan alınan “Sardunya Kokan Toprak” öyküsü ile okullara girmiş oldu. Eğitim yuvası olan okullarda mübadeleye kapı açtı. Çok mutluyum. Kitabımda anlattığım “Gerçek Mübadele Anıları”, genç öğrencilerin hafızalarında da yaşayacak. Buna şimdiden tanık oluyorum. Yurdumuzun çeşitli kentlerinden, bazı öğretmenler kitabımın fotoğrafını çekerek, dersimiz Kalbim Rumeli’de Kaldı, diye yazıp gönderiyorlar. Bir eğitmen-yazar daha ne ister ki… -Cumhuriyet de mübadele de 100’üncü yılına doğru gidiyor. Bir asır geride kalırken Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşı muhacirler olarak en çok neyi görmek istersiniz? Mübadiller iki tarafta da dostluk ve kardeşliğin temeli olabilirler. Türkiye’de 2001 yılında kurulan Lozan Mübadilleri Vakfı ‘nın onur üyesiyim. Vakfımıza bağlı “Ege Bölgesi Lozan Mübadilleri Şubesi”nin kurucu üyelerindenim. Vakfımız Başkanı Ümit İşler ve Genel Sekreteri Sefer Güvenç, mübadele kültürünü yaşatmak ve Türkiye ile Yunanistan arasında “Barış, Dostluk, Kardeşlik ve Dayanışma” adına çok yararlı işler yapıyorlar. Mübadelenin 90. Yılı (2013), İzmir’de düzenlenen birçok etkinlikle anıldı. Bunlardan “İki Yakadan Mübadil Aile Öyküleri Sergisi”, Alsancak’ta Vasıf Çınar Meydanı’nda sergilendi. Türkiye ve Yunanistan’dan mübadil çocukları ve torunlarının gönderdikleri aile öykülerinden oluşuyordu sergi. Benim de dört aile öykümle katıldığım bu sergi, hem Türkiye’de hem Yunanistan’da mübadil kentleri dolaştı. Ayrıca Agora AVM’nin sinema salonunda mübadeleyle ilgili kısa film yarışması düzenlendi. D. E. Ü Sinema-Televizyon Bölümü öğrencilerinin evimize gelerek çektikleri ve mübadil ailemin öyküsünü anlattığım “KAYIP VATAN” adlı kısa filmle yarışmaya katıldım. Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşı muhacirler olarak, yurdumuzda mübadele konusunda farkındalık yaratılmasını isteriz. Bunun için önerim; mübadeleyi anlatan daha çok kitap yazılması, filmler çekilmesi, radyo ve TV’lerde programlar yapılması vb… Mübadil kentlerin belediyeleri, mübadeleyi hatırlatan heykeller yaptırabilir, mübadele adına parklar açabilir, mübadele müzesi kurabilirler. Türkiye ve Yunanistan arasında dostluk ve barışı geliştirmek için mübadiller iki yakada da dostluk ve kardeşliğin temeli olabilirler. Yunan ekonomisinin üçte ikisi Anadolu Rumlarının elindedir. Siyasi hayatta da Karamanlılar hala etkindir. Edebiyat dünyasında da birçok şair ve yazar vardır; bu konuda Urla’da doğup büyümüş Nobel ödüllü Yorgo Seferis ile Üsküp’te doğup çocukken mübadil ailesiyle Urla’ya gelen ünlü Yazar Necati Cumalı’yı gösterebiliriz. Mübadelenin 100. yılında (2023) Ege’nin iki yakasında aynı mübadele kültürünü yaşayan Türkiye ve Yunanistan, ortak bir çalışmayla her iki yakada “MÜBADELE ANITI” yapabilirler. Bu kalıcı anıt, Selanik ve İzmir kentlerinde kurulsa ne iyi olur!.. Benim bütün çabam, mübadelenin unutulmaması ve mübadele kültürünün yok olmaması içindir. Bağlar, kültürler, diller, kimlikler kaybolmasın diyedir. “Mübadele” denilen kocaman okyanusa birkaç damla katkım olduysa ne mutlu bana. -Son sözü size bırakmak isterim. Eklemek istediğiniz bir şey varsa seve seve yaparız. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” deyişinin izindeyim. Savaş yüzünden insanlar ölmesin, insanlar memleketini bırakıp gelmesin. Balkan Savaşları’nın nedeni büyük devletlerin Balkanlar’da yaşayan halkların arasına kin ve nefret tohumlarını ekmesidir. Osmanlı Devleti bu yüzden himayekar elini Balkanlar’dan çekmek zorunda kaldı. Bir vatan kaybedildi orada. Kurtuluş Savaşı olmasaydı mübadele de olmayacaktı. Güzel yurdumuzda bugün de aynı oyunlar tezgâhlanıyor. Yeter ki şiddete şiddetle karşılık vermeyelim. Ata’mızın dediği gibi ışığımız daima BARIŞ olsun.