Yakın zamanda, ABD Milli Arşivi’nde çalışan; Norman J.W. Goda ve Richard Breitman adlı iki Amerikalı profesör tarafın...

Yakın zamanda, ABD Milli Arşivi’nde çalışan; Norman J.W. Goda ve Richard Breitman adlı iki Amerikalı profesör tarafından bir rapor hazırlanır. Adı; ‘Hitlerin Gölgesi’... Şimdiye kadar bilinmeyen ya da ayrıntısıyla ortaya konmamış Nazi savaş suçları ve suçlularını tarihin önüne çıkarmayı amaçlayan bu raporda son derece ilginç bir ayrıntı dikkat çeker. Bir zamanlar Osmanlı ordusunda cephe subaylığına kadar yükselmiş, sonradan Kudüs Müftüsü olmuş ve asıl ününü de bu müftülüğü sırasında kazanmış, kısaca El-Hüseyni diye bilinen bir kişinin Hitler’le yaptığı işbirliği, tüm çarpıcılığı ve kepazeliğiyle, enine boyuna ortaya dökülür. Belgelere göre Naziler Ortadoğu’yu ele geçirip orada yaşayan 250 bin Yahudiyi öldürdükten sonra Emin El-Hüseyni’yi Arapların lideri yapmaya taahhüt etmişlerdir. 1940’larda bir Alman subayının aylık maaşının 25 bin Mark olduğu zamanlarda Naziler, El-Hüseyni’ye aylık 50 bin Mark maaş bağlamışlar ve özel masrafları için aylık 80 bin Mark daha vermişlerdir. Peki kimdir bu El-Hüseyni denen adam? Emin El-Hüseyni, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında (1895 ya da 1897) Kudüs’te dünyaya gelmiş, 200 yıldır “fetva verme” yetkisi ailesinde olan bir kanaat lideridir. Bir Arap milliyetçisi, daha doğrusu bir çeşit Arap Turancısıdır. Tam adı, Muhammed Emin El-Hüseyni olan müftü, Kahire’de El-Ezher Üniversitesi’nde bir yıl kadar İslâm Hukuku okumuş; 1913’te, 18 yaşlarında Mekke’ye gidip hacı olmuş, İstanbul’da öğrenimini sürdürürken Birinci Dünya Savaşı patlak verince, Osmanlı ordusunda Çanakkale Savaşı’na topçu subayı olarak katılıp görev yapmıştır. Teşkilat-ı Mahsusa’da da çalışan El-Hüseyni, bir sürede İzmir’de kaldıktan sonra, hasta olduğunu bahane ederek, 1916 yılının Kasım ayında memleketi Kudüs’e göçmüş ve orada dünya siyaset sahnesine çıkmaya başlamıştır. Arap birliğini kurmayı ve Filistin’e olan Yahudi göçüne son vermeyi savunan, ‘El-Nadi el-Arabi’ isimli Arap milliyetçisi bir birliğin başkanı olduğunda henüz yirmili yaşlarındadır. 1920 kışında, Filistin’in bağımsızlığı ve Arap birliğini kışkırtmak için gösteriler düzenler. Dört günlük isyan ve yağma sonucunda 5 Yahudi ile 4 Arap ölür. El-Hüseyni, tutuklanma korkusuyla Suriye’ye kaçar. Nisan ayının sonlarında İngiliz Askerî Mahkemesi, halkı isyana kışkırtmak suçundan gıyabında hüküm verir ve 10 yıl hapse mahkûm eder El-Hüseyni’yi. Ancak, 1920 sonbaharında El-Hüseyni affedilir ve Kudüs’e geri döner. Emin el-Hüseyni, müftülük görevini yapan abisinin ölümünün ardından 8 Mayıs 1921’de Kudüs Müftüsü olur. Bu makam; Filistin genelinde hâkim bir dinî ve ahlakî otorite anlamına gelmektedir. El-Hüseyni, şeriat mahkemelerini kontrol eden, dinî okullar ve yetimhaneler için eğitim müfredatını onaylayan, dinî, malî danışmanlık kurullarını ve dinî yerlerin ve kurumların bakım ve yenilenmesi ve fakirlere yardım için oluşturulan fonların kullanımını (vakıf) denetleyen bir makam olan yeni kurulmuş Yüksek Müslüman Şurası’nın da (El-Meclis el-İslamî el-A’ala) başkanı olur. Ağustos 1929’da Yahudi karşıtı şiddet, Filistin’de yeniden patlak verir. Bu kez ölü sayısı daha fazladır. 133 Yahudi ve 116 Arap milliyetçisi... Neden bir tahriktir aslında; Yahudiler için kutsal kabul edilen ‘Ağlama Duvarı’nın, El-Aksa‘nın tüm mevcudiyetini ve Kubbetü’s-Sahra Türbeleri’ni tehdit ettiğini örgütlemektedir El-Hüseyni... Bu Yahudi düşmanı müftü, çok geçmeden adını tüm dünyaya duyuracaktır. Örneğin, 1931’de topladığı İngiliz güdümlü İslam Kongresi’ne o sırada Fransa’da sürgünde yaşayan son Halife Abdülmecid Efendi’yi de çağırır El-Hüseyni. Ancak, Atatürk Türkiyesi buna şiddetle karşı çıkarak Hüseyni’nin “Hilafeti diriltmesine izin verilmeyeceğini” açıklar. GÜVENLİ BÖLGE ARAYIŞI 1933’te Nazilerin gücü ele geçirmesi, Alman Yahudilerinin zulümden kaçacak güvenli bölge arayışına girmesi nedeniyle kitlesel bir mülteci krizini tetikler. 1933 ile 1936 arasında dünyanın başka yerlerine kıyasla Almanya’dan Filistin’e daha fazla sayıda Yahudi göç eder. Yaklaşık 154 bin 300 Yahudi yasal olarak Filistin’e girmiş görünse de, binlercesi de yasadışı yollarla girerek Filistin nüfusundaki Yahudilerin yüzdesini 1931 yılında yaklaşık yüzde 17’den 1935 yılında neredeyse yüzde 30’a çıkarır. Arap milliyetçileri tarafından istenmeyen bu duruma karşı milliyetçi liderler, bağımsızlık için ulusal bir komite oluşturur ve genel grev çağrısında bulunurlar. İsyan başlar ve sömürgeci İngilizler yine kan dökerler... 187 Müslüman, 80 Yahudi ve 10 Hıristiyan olmak üzere öldürülen 277 kişinin tamamı sivillerden oluşur. 1937 yılında El-Hüseyni’nin de içinde olduğu Arap milliyetçi liderler Kudüs’ten kaçarlar. Yahudilere karşı bir soykırım sürdüren Almanlar, El-Hüseyni için bir ‘doğal müttefik’ gibi görünmektedir aynı günlerde. Ancak bir şartla; savaş sırasında yardım ettikleri Nazi Almanyası, savaşı kazandıktan sonra ‘bağımsız ve Yahudisiz bir Arap Riech’ı kuracak ve başına da El-Hüseyni’yi getireceklerdir.’ Bu rüyayla, 1941 yılının kış aylarında El-Hüseyni, sürgünde olduğu iki yıldır ilişki kurmak istediği ama bir türlü olumlu yanıt alamadığı Nazi Almanyası lideri Adolf Hitler’e bu kez ulaşır. Ortada bir kurt sofrası vardır. Her iki liderinde Yahudi düşmanlığı onları bu sofranın başına çeker. SABOTAJ OPERASYONLARI 1941 baharında Alman Dışişleri Bakanlığı, sabotaj operasyonları için El-Hüseyni’nin kullanılmasını onaylar ve kaynak sağlaması için Abwehr’e (*Nazilerin casusluk örgütü) yetki verir. Araplar İngilizlere karşı ayaklanacak olursa Almanlar doğrudan askerî yardım sağlayacaktır. İngiliz birlikleri Bağdat’a doğru ilerlerken, Arap milliyetçilerinin talep ettiği askerî ve malî desteğe cevap olarak Alman Dışişleri Bakanlığı, El-Hüseyni’ye karşılığında “yakın gelecekte Filistin’de büyük bir operasyon yürütmesi” için gereken ilk büyük nakit ödemeyi gönderir. Bu desteğin ardından, 9 Mayıs’ta El-Hüseyni, Bağdat Radyosu’nda bir fetva vererek tüm Müslümanları İngiltere’ye karşı ‘Kutsal Savaşta Irak’ı desteklemeye’ çağırır. İngilizler, 2 Haziran 1941’de Bağdat’ı işgal ederler. İngiliz birliklerinin ulaşmasından önce Iraklı sivil milliyetçiler, 1-2 Haziran 1941’de Bağdat’ın Yahudi nüfusuna karşı ‘Farhud’ olarak bilinen bir katliam yaparlar. Bu katliamda 128 Yahudi barbarca katledilir. Naziler bir yandan Kafkaslara, diğer yandan Ortadoğu’ya egemen olma düşlerinin bir parçası olarak, Müslüman Türkleri ve Müslüman Arapları Alman yayılmacılığının paralı askerleri olarak kullanmaya başlarlar. Kudüs Müftüsü Hacı Emin El Hüseyni gibi insanlarsa; ‘Hitler savaşı kazanırsa Yahudileri Filistin’den çıkartır’ düşüncesiyle destekler Almanya’yı... Nasıl, Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’yla işbirliği yapan Osmanlı, Alman İmparatoru II. Willhelm’i Müslüman dünyaya “Gizli Müslüman Hacı Willhelm” diye tanıttıysa; İkinci Dünya Savaşı’nda bu kez de Hitler’in gizli bir Müslüman olduğu yayılmaya başlar İslam dünyasında. El-Hüseyni, Alman radyolarından Müslümanlara seslenerek tüm Arap dünyasına Hitler’in komutasında savaşa katılmaları çağrısında bulunmaya başlar. El-Hüseyni’nin propaganda çalışmaları sonucu ilk adımda Bosna, Kosova, Makedonya, Bulgaristan, Romanya, Batı Trakya gibi Avrupa topraklarında yaşayan Müslümanlardan yaklaşık yüz bin kişi, Hitler’i İslam’ın kurtarıcısı sayarak Nazi birliklerine katılır. Hitler’in Müslüman dostu ve kurtarıcısı olduğu yargısı beyinlere kazınır. Radyo konuşmalarında sınır tanımaz El-Hüseyni... Ona göre, Mussolini aslında gerçek adı ‘Musa Nili’ olan bir Müslüman’dır. Hitler de ‘Haydar’ adıyla gizlice Müslümanlığı seçmiş bir mümindir. Müslüman belledikleri Hitler’i ‘Haydar’ diye adlandıranlar olduğu gibi, ona “Ebu Ali” adını verenler de vardır. Bu çılgınlık o kadar ileriye gider ki; Hitler’in Mısırlı yandaşları Tanta’da bir evi, Hitler’in annesinin doğduğu ev olarak gösterip, o evi Kâbe gibi tavaf etmeye bile başlarlar. Hitler’in Müslüman Arap yandaşları, onu peygamber seviyesine çıkaran, onu yücelten marşlar yazarlar; “Ne Monşer, ne Mister! Gökte Allah, Yerde Hitler!” Almanya’da Hitler için çalışan tek Müslüman din adamı Hüseyni değildir kuşkusuz. Irak’lı Seyyid Abdülvahab el-Geylani’nin oğlu Seyyid Raşid el-Geylani de Hitler’in hizmetine koşanlar arasındadır. 1933-1941 arası üç kez Irak Başbakanlığı koltuğuna oturmuş olan Seyyid Raşid el-Geylani; Hüseyni’nin 1930’ların sonunda Irak’ta kurduğu İngiliz karşıtı darbeci gizli örgütün üyelerindendir. Hüseyni, Mayıs 1941’de Irak’ta İngilizler’e karşı cihad ilan ettikten sonra İngilizler Irak’ı işgal etmiş, önce Hüseyni ve ardından iki hafta sonra da Seyyid Raşid el-Geylani Berlin’e gelmiştir. Hitler ve Ribbentrop Geylani’yi Almanya’da iyi karşılamış, iyi ağırlamış; o da tıpkı Hüseyni gibi Arap Müslümanları Hitler ordusunda savaşa çağırma göreviyle radyo yayınları yapmaya koyulmuştur. Bu arada Naziler muazzam bir göz boyama taktiğiyle, 18 Aralık 1942’de Berlin’de bir “İslami Merkez Enstitüsü” kurup, başına da El-Hüseyni’yi getirirler. Enstitünün açılışında Nazi Propaganda Bakanı Goebbels de hazırdır ve Hüseyni, yaptığı açış konuşmasında şöyle bir konuşma yapar: “Yalnızca Nazilerle Araplar ortak düşmana sahip değil, aynı zamanda Nazizm ile İslam da, idealler, disiplin, toplum düzeni, itaat ve yönetim ruhunda ortak zemine sahiptir .” Artık Nazilerin Müslüman kartını oynama zemini hazırdır. İş, onu organize edecek bir planlamaya kalmıştır sadece. Nazi sempatizanlığı adına, Türk ve Müslüman topluluklar üzerinde yaratılan bu iyi rüzgârdan yararlanmak isteyen SS Komutanı Himmler, 13 Şubat 1943 tarihinde bir Müslüman Nazi Birliği oluşturma fikrini ortaya atar. Himmler’in amacı, sömürgelerinde 350 milyon Müslüman yaşayan İngiltere’ye karşı bunu bir propaganda silahı olarak kullanmak isteğidir aslında. Bu iş için Emin El-Hüseyni bulunmaz bir hazinedir. Himmler, El-Hüseyni’ye gönderdiği bir kutlama tebriğinde yazdıklarıyla da bu ‘pis üleşmenin’ rengini ortaya koyar; “Büyük Müftüye; Büyük Almanya’nın Nazi bayrağı üzerinde en başından beri dünya Yahudiliğine karşı savaşılacağı yazılmıştır. Özgürlüksever Arapların özellikle Filistin’de Yahudilere karşı mücadelesine özel bir yakınlık duyarız. Büyük Nazi Almanyası ile özgürlüksever Araplar arasında bu konuda dünya çapında bir doğal uzlaşı vardır. Sizi sonuna dek destekliyoruz... Reichsfuehrer S.S. Heinrich Himmler.” Çok geçmeden de, bu fikrini hayata geçirir Himmler. 5 Mart 1943 günü ilk Müslüman Nazi Birliği kurulur. Müslüman Boşnaklardan ve Katolik Hırvatlardan oluşan bu birlik, 13.Waffen-Gebrigs-Division der SS “Handschar” (Kroatische Nr.1) adıyla kurulmuş olsa da, bu askerî oluşum daha çok “Hançer Birliği” olarak bilinir. HANDSCHAR Hüseyni, Hitler’in emrinde ‘cihada’ koşan bu Müslüman gençlere ilk iş olarak Alman propaganda Bakanlığı’nca basılan “İslam ve Yahudilik” adlı kitabı okutarak onları Yahudi düşmanlığıyla doldurur. Hüseyni tarafından Yahudi düşmanlığıyla doldurulan Müslüman gençler, doğrudan Hüseyni’nin denetiminde yürütülen silahlı eğitimlerden geçerek Almanya safında cepheye sürülmeye başlarlar. Hitler ordusunda “Handschar” (Hançer) adıyla anılan Bosnalı Müslüman askerlerden oluşan birliklerin Hüseyni tarafından çizilen bir de bayrağı vardır. Bu bayrakta bir Gamalı Haç ve kılıç sallayan bir el yer alır. Hüseyni’nin ‘Hançer’ olarak anılan Müslüman Nazi birliklerini denetlerken çekilmiş görüntüleri Alman Propaganda Bakanlığı tarafından yayımlanan dergilerde, gazetelerde tam sayfa ve manşetten yer alır. Bu fotoğraflarda en ilgi çekici durum, Hüseyni’nin denetlediği Müslüman Nazi birliklerinin önünden “Nazi Selamı” vererek geçmesidir. “Selâmun Aleyküm” ya da “Aleyküm Selâm”ın yerini de, Nazilerin selamı, “Heil (Yaşasın) Hitler” almıştır artık. Hüseyni’nin nasıl bir örgütçü olduğunu anlamak için yaptığı propogandanın bir başka bölümünden söz etmeliyiz belki de… Emin El-Hüseyni, Nazi ordusunda görev yapan Müslüman subayları toplayıp, onlara, “İslam İlkeleriyle Nazi ilkelerinin birbirlerine çok benzediğini, bir Müslüman’ın Hitler tarafından belirlenen Nazi ilkelerine uymakla Allah’ın buyruğunu da yerine getirmiş olacağını” anlattığını yazar dönemin incelemecileri. Anlaşılan o ki; faşizm, Allah’ı da sokmuştur savaşa... Hançer Birliği hakkında da bir iki söz söylemekte fayda var bence... Bir kere, bu birliğin Müslüman Boşnak askerleri, Alman ordusu Wehrmacht’ta eski Avusturya-Macaristan ordusundaki haklara sahip olacaklardır. Namaz kılmakta ve fes takmakta özgürdürler. Bölüğün resmi üniformasının bir parçası olan ve üzerinde Nazi kartalı, gamalı haç ve kuru kafa olan bir fes takarlar. 13. Bölük, baha çok bilinen adıyla SS Hançer Birliği, Wehrmacht’ın 38 tümenden oluşmuş 369. Alayı’nın bir parçası olarak ortaya çıkar ve Balkanlardaki komünist partizanlara karşı savaşmaları amacıyla kurulur. Hançer Birliği’nin dört komutanı olmuştur sadece. 10 Şubat 1943’ten 1 Nisan 1943’e kadar Artur Phelps, 1 Nisan 1943’den 9 Ağustos 1943’e kadar Herbert von Obwurzer, 9 Ağustos 1943’den 1 Haziran 1944’e kadar Karl-Gustav Sauberzweig ve 1 Haziran 1944’den 8 Mayıs 1945’e kadar Desiderius Hampel... Sonra ne oldu? Nazi Almanyası'nın 1945'te yenilmesinden sonra İsviçre'ye kaçan el Hüseyni, tutuklandı ve Fransa'da ev hapsine alındı. Ardından bir yolunu bulup, buradan da kaçmayı başarıp, Kahire'ye gitti. Hitler’in Müftüsü, fesli Nazi Hacı Emin El Hüseyni, Hitler yok edildikten sonra, Rusya’ya karşı Amerikan hizmetine girip, “Müslüman Kardeşler” örgütünün temellerini attı ve “İslam Birliği Konferansları” örgütlemekle geçirdi zamanını. Hem de hiç vakit kaybetmeden; savaştan bir yıl sonra, 1946’da... Nazi avcısı gruplar, Hitler’in İmamı’nın peşine düştüler. Amerikan Gizli Servisi sayesinde öldürülmekten kurtuldu El-Hüseyni... 1948'de Gazze Şeridi diye anılan bölgede, Filistin hükümetini kurduğunu ve hükümet başkanı olduğunu ilan etti. Bu hükümet, Mısır, Suriye, Lübnan, Irak ve Suudi Arabistan dışında hiçbir İslam ülkesince tanınmadı. Emin El-Hüseyni 4 Temmuz 1974 günü Beyrut'ta öldü. Kudüs'e gömülme vasiyetine rağmen, İsrail tarafından bu talep reddedildi.