Hava yer yer grili, gölgede esintili, güneşte yakıcı etkisini sürdürüyor; tabii böyle olunca bazen yağmurlu, zaman zaman coşkulu genellikle de bunaltıcı oluyor. İnsanların en az yarısı mutsuz, bir kıs...

Hava yer yer grili, gölgede esintili, güneşte yakıcı etkisini sürdürüyor; tabii böyle olunca bazen yağmurlu, zaman zaman coşkulu genellikle de bunaltıcı oluyor. İnsanların en az yarısı mutsuz, bir kısmı duygusuz ve çoğu da gergin olunca haliyle bizim de ayarlarımız kaçıyor. Uzun zamandır tüm yüreklerde büyük buhran etkisi hakim. Herkes aynadaki aksine 1984 etkisi uyguluyor. İnsanların düşüncelerinin manipülasyon ve tehdit yoluyla kontrol edildiği distopik bir topluluğu barındırıyoruz içimizde. Distopyalar da bazen gerçek olabilir, yaşayarak öğreniyoruz… “Deftere Kahrolsun Büyük Birader yazmış ve sayfanın yarısını bu cümle ile doldurmuştu. Bu düşünce suçuydu. Okyanusya’nın en ağır suçu. Tüm suçları içine alan suçu. Bu öyle bir suçtu ki sonsuza dek gizlenemezdi. Sadece bir süre saklanabilir, ama eninde sonunda açığa çıkarılırdı. Ve bu olduğunda suçlunun evi bir gece ansızın basılır, omzundan kaba bir elle dürtülür, gözlerine ışık tutulur ve uykudan sarsılarak uyandırılırdı.” Bizi kim uyandıracak? Pandemiyle başlayan bilinmezlik önce yangınlarla daha sonra depremlerle sarsıldı ve bu süreç bitmek bilmedi… Biri bitmeden diğeri başladı, diğeri bitmeden bir başkası tokatladı bizi… Biz de sersemledik ve bir boş olduk… Dışarıda birbirine değmekten kaçınan gergin insanlar topluluğunu fark ettin mi? Aşırılık ceketleri üzerinde rahatsızlık uyandıracak kadar yüksek sesler, boş konuşmalar, anlamsız öfke dolu bakışlar… Biz ne ara bu hale geldik? Televizyonda bağıran adam görmekten artık o kadar sıkıldım ki… Geçen gün sosyal medya üzerinden bir gençlik programına denk geldim; seyre dalmışım… Orada bile siyaset konuşuyorlar biraz gergin biraz çekinerek… Bizim başka bir gündemimiz yok mu? İnsanlar ayda tarım yapmayı konuşuyor. Biraz önce gördüm, ayda gezinti yapmak isteyenler kaybolmasın diye navigasyon haritası hazırlanıyormuş. Biz yüz yıldır bizi kimin yöneteceği derdindeyiz… Bizim bir seçilme takıntımız var. Hatırlıyorum ilkokulda sınıf başkanı seçerdik… Sınıf başkanı olmak isteyenlere propaganda çalışması yaptırırlardı, ne alaka! Küçük küçük insanlar koca koca laflar eder birileri de onları alkışlardı. İnanır mısın aradan onlarca yıl geçti hayatımızda değişen bir şey olmadı… Ondan sonra soruyoruz bu hava neden hep gri? Bu insanlar neden bu kadar sinirli? Çünkü biz bir kavanozun içine sıkışıp kalmış böcekler gibi ne kalıbımızdan çıkıyor ne bulunduğumuz kaba sığıyor ne de küçücük bir ortamda birlikte yaşamayı becerebiliyoruz… Ya birimizin kolu ya birimizin bacağı genellikle de hepimizin kalbi kırılıyor. Kırık kalple de çok yaşanmıyor… Gelecekte de böylesi sıkıntılarla mücadele edeceğimizi düşünmek istemiyorum. Gelecekte bilimin ışığında aydınlanan zihinlerimizle nice türlü başarılara imza atan bir neslin bu dünyaya hakim olmasını istiyorum. Gelecekte mutlu yüzler görmek istiyorum sokaklarda. Belki hepsi o an mutlu olmasa da huzurlu olsunlar istiyorum. Çünkü huzursuzluk çok kötü… Huzursuzluk en kötü… Okyanusya huzuru kucaklamalı artık…