“Hayatı sürdürebilmek için her ayın ortasında sonunu bekliyorsun ancak biliyorum sen de ömür bitiyor diye üzülüyorsun...” Geçen gün belediye otobüsünün arka koltuklarından birinde otururken telefon...

“Hayatı sürdürebilmek için her ayın ortasında sonunu bekliyorsun ancak biliyorum sen de ömür bitiyor diye üzülüyorsun...” Geçen gün belediye otobüsünün arka koltuklarından birinde otururken telefonumun not defterine yazdım bu cümleyi... Camda duran aksim ile geçip giden diğer araçları izlerken... Yanımdaki genç kızın çantası habire koluma çarpıyor, ben ise ‘Akşam ne yemek yapayım?’ diye düşünüyordum. O çanta koluma çarptıkça ben ‘Kabağın içini oyup dolma mı yapsam? Yoksa buzlukta azıcık kıyma var, çıkarıp içli köfte mi yapsam?’ diye kendimi yiyordum. Gerçekten, bazen diyorum ki hayatta o kadar çok dert tasa varken kimi günler vaktimin yarısını ‘Akşam ne pişirsem?’ diye düşüne düşüne bitiriyorum. Bir de öyle bir dertleniyorum ki... Sanırsınız başka hiçbir dert yok bu dünyada. Benim derdim yok, dünyanın derdi yok... Her şey güllük gülistanlık, sadece dolma mı yapsam yoksa köfte mi dert... Tam bunları düşünürken birden gözüm saate takılıyor, geç olmuş... Şimdi akşam olacak, eve gidecek, yemek yapacak, sofrayı toplayıp bulaşıkları yıkayacak, sonra çay koyacak, çayın yanına iyi gidecek bir-iki lokmalık çıkaracak, sonra onların da çıkan bulaşıklarını makineye yerleştirecek, televizyonda gösterilen saçmalıklara azıcık dalıp gidecek, sonra azıcık esneyecek, televizyonu kapatacak, kapının kilitlerini kontrol edecek, fişleri prizden çekecek, salonun kırlentlerini düzeltecek, tam ışıkları kaparken yeniden kapının kilitlerini kontrol edecek ve nihayet uyku düzenine geçeceğim. Bir günü daha bitireceğim... Hep aynı... Hep aynı... Hep aynı düzen.. İçimden bir ses ‘Bu olsun, şu günler geçsin, ben de o istediğim şeyleri gerçekleştireceğim’ diyor. O içimdeki ses hiç susmuyor... Bir şeylerin geçmesini dilerken hep gözüme saat takılıyor... Akşam işlerimi bitirebilmek için sabahı diliyor, sabahları ‘Akşam olsun da evime gideyim’ diyorum. Bu döngü bitmek bilmiyor... Bir yandan hayatı kaçırdığıma mı yanayım yoksa erteleyip yetiştiremediklerime mi? Kısacık dertleri ömrüme törpü edip boşa kürek çekmelerime mi yanayım yoksa? Saçlarımın renginin bal köpüğü mü yoksa küllü sarı mı olsun diye günlerce kendimi yiyip bitirmiştim... O anlarda bir acı kahve yapıp gökyüzündeki yıldızları sayamadığıma yanayım ben en iyisi... Annem, canım annem... Takvimindeki çentiklerle yüzündeki çizgiler yarışırken bir gün sarmıştı kollarını kendine... ‘Ne yapıyor acaba?’ diyerek tuhaf tuhaf bakarken ‘Ne bakıyorsun, kimsenin beni sarmalamasını bekleyecek zamanım yok benim’ demişti... İçimde öyle bir fırtına kopmuştu ki gözlerimden taşmıştı yağmurları... Şimdi ben daha ne yapayım, bunları yazarken onun bu en özel öğretisini bile anlayamayıp bir içli köfteye daldığıma mı yanayım... Ömür geçiyor kardeşim, ömür geçiyor... Bitmesini istediğimiz o günler, inanır mısın, bitiyor... Hem de sarıp sarmalayamadan kendimizi... Şimdi sor bakalım kendine, tüm bu dünyayı sarıp hapsetmişken içine, bir de zamanı alamazken geriye, söyle sen misin içli yoksa köfte mi?