Vahada serap görüp gerçeklik duygusunu yitiren ve yanlışlardan yanlış beğenip ısrarla yanlışta ayak direten güruha yetti gayrı. Menzilden çıktı artık işler. Elma ile armutları karıştırdılar. Çöl insa...

Vahada serap görüp gerçeklik duygusunu yitiren ve yanlışlardan yanlış beğenip ısrarla yanlışta ayak direten güruha yetti gayrı. Menzilden çıktı artık işler. Elma ile armutları karıştırdılar. Çöl insanları topraklarımızda şark çıbanı gibi dolaşırken, Türk askeri onların çöllerinde kanlarını döküyorlar. Atatürk’ün, ”Türk çocuğu, artık Arap çölleri için kanını dökmeyecektir” sözünün üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen, biz Ortadoğu çukurunda yoksul çocuklarımızın canlarına bedel ödetiyoruz. Bir hırs, bir ihtiras uğruna üstelikte. Bir şehit annesinin söylediği gibi, 'şehit helvası sizin ocakta kavrulmadığı sürece, size hep tatlı gelecek.' İşte, ‘Evlad-ı Türklerimiz’ Yüzbaşı Süleyman Şahin (Afyonkarahisar), Uzman Çavuş İbrahim Tüzel (Mersin), Uzman Onbaşı Turgut Burkay Korkmaz (Antalya) ve onlarca uzman çavuşlarımızı, onbaşılarımızı, askerlerimizi yitirdik. Yaralılarımızı almak için helikopter dahi gönderemiyoruz çünkü hava sahası kapalı. Şehitlerimizin mekanı cennet olsun, yaralılarımıza da acil şifalar diliyorum, BAŞIN SAĞ OLSUN TÜRKİYE. Atatürk, İstiklal harbi verdi. Yunan'ın arkasında yedi düvel varken, İngiltere, İtalya, Fransa bizim yurdumuzda bize jandarmacılık oynarken, Atatürk onları evine geri gönderdi. Çanakkale geçilemedi. Son padişah da onlarla beraber yurdu terk etti. "Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir" Atatürk’ün bu sözüyle, topraklarımıza saldırı olmadığı takdirde savaşı onaylamadığını anlıyoruz. Kendisi savaştan çok sonra verdiği bir resepsiyonda, yabancı bir askerin kendisine ters ters baktığı Atatürk'ün gözünden kaçmaz. Ne olduğunu öğrenmek için yaverini yanına gönderir. Yaver, Atatürk'e şöyle der. 'Neden size ters bir tavır takındığını sordum, o da bana 'Mustafa Kemal, Çanakkale de babamı öldürdü' dedi' der. Bunun üzerine Atatürk de, 'Git sor bakalım. Babasının Çanakkale'de ne işi varmış?' 'Bir ayıyı dansa kaldırırsan, dansın ne zaman biteceğine de ayı karar verir.' Bu bir Rus atasözüdür. Zaten simgeleri de ayıdır. Soğuk kış günlerinde uykuda olmaları gerekirken, çobansız koyunlarımızın, kınalı kuzularımızın üzerine taş yağdırdılar. Onlar, başka ulus, biz bir başka bir ulusuz. Bambaşka ulusun topraklarında, havadan bizi avladılar. Orada olma sebebimiz neydi? ÖSS'nin sözel mantık sorularından daha karmaşık. Gel de çık işin içinden. 93 harbi olarak da bilinen Osmanlı-Rus Savaşı tarihimizin korkunç savaşlarındandır. Abdülhamit savaşı, Yıldız Sarayı'ndan yönetiyor, Ruslar sivil halkı şarkılar söyleyerek kılıçtan geçiriyor, İstanbul Yeşilköy’e kadar girip hazır İstanbul’a gelmişken de bir hatıra fotoğrafı çektiriyorlar. Öyle ki; Savunmasız kadın, erkek, çoluk çocuğa kamalar ile saldırmaktan yorgun düşmüşlerdir. Osmanlı'nın Rusya ile girdiği savaşlar hep hezimet ile sonuçlanmıştır. Bu da demek oluyor ki; Ayı ile dans etmek, efeler gibi tek başına zeybek oynamaya benzemez. 'Kendi ayağıma giyeceğim' diye ördüğün çorabı başına giydirip gönderirler. Uluslararası sularda yüzmek, Anadolu'da cemaate seslenmeye benzemez. Diplomasinin kendisi teoride zerafet ile bezenmiştir de, pratikte seni neye uğradığını şaşırtır. Son ve öldürücü hamlesini yapıverir. Deve kuşu gibi bakakalırsın. ‘Irzımızdır çiğnenen, evladımızdır doğranan… Hey sıkılmaz! Ağlamazsan bari, gülmekten utan’