Büyükşehirlerde, nüfusun yoğun olduğu kentler içerisinde daldığımız koşturma içerisinde gündelik yaşantımızda meşakkatin ortasında fark etmiyoruz ama, iklim krizi giderek tırmanıyor. Enlemlere ayrılmı...

Büyükşehirlerde, nüfusun yoğun olduğu kentler içerisinde daldığımız koşturma içerisinde gündelik yaşantımızda meşakkatin ortasında fark etmiyoruz ama, iklim krizi giderek tırmanıyor. Enlemlere ayrılmış kuşaklar yer değiştiriyor, kutuplarda ısı yükseliyor. Devasa buzul kütleleri hızla eriyerek okyanus akıntılarına karışıyor. Eriyen buzullar altından açığa çıkan kara parçalarının yüzölçümleri genişliyor. Bugüne kadar hiç bilinmeyen donmuş fosil örnekleri, mikro organizmalar, milyonlarca yıl öncesine ait DNA örnekleri gün yüzeyine çıkıp, bilim insanlarını hayrete düşürüyor. Yeryüzü ve üzerindeki yaşama dair hiç bilmediğimiz verileri toplamayan bilim dünyası, ne kadar uyarıda bulunursa bulunsun, küresel ısınmanın ve iklim krizinin tehlikeleri hakkında yeterince ses getirip farklılık yaratamadılar. Kirlilik her yerde ve had safhada. İklim tehdidine dikkat çekmeye çabalayan aktivistlerin, toplumu uyarmak, dikkat çekmek için yaptıkları inanılmaz. Önemli sanat eserlerini, tabloları saldırı hedefi yaparak, iklim krizi ile alakalı farkındalık yakalamak istemeleri basit ve kolaycı yöntemler geliştirmenin ne yararı olacağı konusu ayrıca düşündürücü. Havamız, Toprağımız, suyumuz ve tüm ekosistem isyan ediyor, kirliliği, israfı daha fazla taşımıyorken, hiçbir olumlamayı başaramayıp, karalamaya başvurmak neye yarar? Oysa ki aslında çözümler çok basit, lokal hatta bireysel ölçekte önümüzde duruyor. Yaşam şeklimizi tümden değiştirmemiz gerektiği açık. Tüketim toplumu olarak devam edemeyeceğimiz, kaynakları bu hızla tüketemeyeceğimiz ortada. Biz kendi adımıza ne yapabiliriz, hayatımızda neleri düzeltip, iklim krizine engel olabiliriz, diyebilmek şart. Karbon ayak izi olarak tanımlanmış belli başlı prensipleri hayatımız içine sokmak ve acilen alışkanlık haline getirmek mecburiyetindeyiz. Daha az tüketmeli, tasarrufu öğrenmeliyiz. Gereksiz sarfiyatın önüne geçmeli, hayatın her alanında çevreci eğilimlere yönelmeliyiz. Örneğin güneş enerjisi sistemlerinden ne kadar faydalanıyoruz? Sürekli devam eden imar, kentsel dönüşüm projeleri, yapılaşma içinde güneş enerjisi ne oranda dikkate alınıyor? Peki ya arıtma? Suyun arıtılması iki önemli gerekçeden kaynaklanır. Biri çevreyi kirletmemek, diğeri arıtılmış suyu ikincil kullanım alanlarında yeniden kullanmak. Atık başlı başına modern dünyamızın başlıca çilesi haline dönüştü. Modern, hatta ileri gelişmişlik düzeyindeki toplumlarda dahi atık sorunu çözüme kavuşamadı. Küresel ısınmayı ve karbon salımını azaltmak amaçla artan elektrikli ve hibrit araçların en büyük sıkıntısı atık duruma geldiğindeki bataryalarıdır. Daha uzun ömürlü ve dayanıklı batarya teknolojilerini üretmek için kolları sıvayan bilim dünyası, tüm çabalara rağmen henüz dişe dokunur bir mesafe kat edemediler. Son teknoloji batarya üretimi için Kongo nun bazalt veya lityum madenlerinde çok düşük işçilikle yerli halkı çalıştırdıktan sonra, ömrü bitmiş pil atıklarını yine Kongo madenlerine gömmek şeklinde devam eden bir gelişmiş anlayışı dünyamız sorunlarına çözüm değildir. Hiç şüphesiz maddi dünyamız, zengin ve yoksul ayrımı, günümüze değin çok önemli bir ayraç idi. Zenginliğin iyi ve kaliteli yaşamı sağladığı genel geçer bir algıya dönüşmüştü. Ne var ki, kabusa dönen iklim krizi ve kirlilik daha şimdiden zengin ve yoksul arasındaki farkı ortadan kaldırmaya başladı. Bir zamanlar dünyanın en zenginlerinin tükettiği somon ile en gariban toplumlarının yediği kefalin arasında hiçbir kalite farkı kalmadı. Artık tüm denizlerdeki balıkların karnından plastik çıkıyor; Ve ne yazık ki; alışıla gelmiş zenginlik tanımı çarçabuk anlamını yitiriyor.