Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmadan önceki son sancılı günlerinde, dönemin padişahı sürecin vehametini görmek yerine ‘Padişahım çok yaşa’ demeyenin canına okur. Ya idam fermanını ellerine...

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmadan önceki son sancılı günlerinde, dönemin padişahı sürecin vehametini görmek yerine ‘Padişahım çok yaşa’ demeyenin canına okur. Ya idam fermanını ellerine sıkıştırır, ya zindanlara atar ya da taaa Fizan’a sürgüne gönderir. Galatasaray Lisesi öğrencisi Celal’in ağabeyi subaydır. Padişahın despot yönetimine itiraz ettiği için Beyazıt Meydanı’nda asılmasına karar verilmiştir. Okulda iken bu haberi alan Celal soluk soluğa Beyazıt Meydanı’na koşar. Bir çok subayın kellesi uçurulmuştur. Korkulu gözlerle ağabeyini arar ama bulamaz. Celal, sonra öğrenir. Ağabeyi dönüşü olmayan sürgüne gönderilmiştir. Bu olay, liseli gencin hayatındaki ilk travması olur. İşte, o genç Türkiye’nin filozofu, düşünürü bence diyojeni olan Celal Yalınız’dır. (Namı diğer Sakallı Celal) Soyadı Kanunu çıkınca, Yalınız soyadını kendisi istemiştir. Küçüklüğünde yaşıtları oyuncaklarla oynarken, o ağabeyinin kitaplarından Fransızca öğrenir. Hali vakti yerinde, Deniz Bakanı bir paşanın 3 oğlundan birisidir. Üstün ve kıvrak zekası ileri görüşlülüğü ile dönemin çok üzerinde hür bir beyine sahiptir. Galatasaray Lisesi’ne girdiği dönemde, okulun müdürü Tevfik Fikret’tir. 1907 yılında mezun olur. Fransızca’sı çok iyi olan 35 gencin Fransa’da yüksek öğrenim görebilmeleri için bir sınav açılır. Kazananların arasında Sakallı Celal de vardır. OKULU BIRAKIR Siyaset bilimi okurken, aklında makine mühendisliği vardır. Babasına mektup yazar ve para rica eder. Ailesi, ‘devlet neyi uygun görmüşse onu tahsil et’ diye cevap verir. ‘Bu kadar devletin parasını yediğimiz yeter’ der, okulu yarıda bırakıp yurda döner. Galatasaray Lisesi’nde öğretmen olur. Nazım Hikmet’in öğretmenliğini yapar. Cüneyt Arkın filmlerini aratmayan hareketli hayatı artık başlamıştır. Silahla değil, akılla çözeceğiz Atatürk, Trablusgarp’da savaş halindedir. Cepheye silah sevkiyatı şarttır. Bunu duyan Sakallı Celal ve birkaç arkadaşı bir tekneye mühimmatları yerleştirip, pupa yelken denize açılırlar. Ancak İngiliz devriye teknesi yollarını keser. Arkadaşları, ‘Silahımız var vuruşalım’ der. Celal, ‘Hayır silahla değil, akılla çözeceğiz’ der. İngiliz komutanını, silahları Fransızlar’a karşı direnen Tunuslu mücahitlere götürdüklerine inandırır. Mühimmatları, Mustafa Kemal’e ulaştırır. YOBAZLARIN ÖRÜMCEK AĞLARI Üsküp’de öğretmenlik yaparken, Fransa’dan top getirtip öğrencileri ile maç yapan Sakallı Celal, yobazların örümcek ağlarına takılır. ‘Futbol günahtır’ diyerek şikayet edilir. Pılını pırtını toplayıp İstanbul’a döner. Yokluğun, sefaletin ve cehaletin kol gezdiği dönemde öğretmenlik yapmak zordur tabii. Sonraki istikameti İzmit Lisesi olur. Burada da ‘Fransız Devrimi’ni anlatıyor’ diye şikayet edilir. Okuldan atılır. Ardından Ankara Lisesi’nde müdürlük görevine başlar. ‘Evde ve camide din öğrenebilirsiniz ama Fransızca öğrenemezsiniz’ diyerek ders saatlerini artırır. Bir gün ‘ödenek yok 2’nci ve 3’üncü sınıf öğrencilerini mezun edin’ diye telgraf alır. Bu bardağı taşıran son durum olur. ‘Burası boyacı küpü değil’ der ve istifa eder. GÜLDÜREN DİYALOG Geniş vizyona sahip olan Sakallı Celal’i dar görüşlü eğitimciler, şeriat ile Cumhuriyet arasında sıkışıp kalan halk, bir türlü anlayamaz. Ya komünist ya da meczup yerine koyup, hep hor görürler. Aydın’da incir fabrikasında işçi olarak çalışmaya başlar. İşçilere Fransızca öğretir. Maaşını işçilere verir. Bir gün polis kapısını çalar. ‘Fakir işçilere yardım ediyormuşsun. Komünist misin?’ diye sorup evini aramaya koyulur. Duvarda, Karl Marx’ın posteri asılıdır. Polis, ‘kim bu?’ diye sorar. ‘Dedem’ der Sakallı Celal. ‘Ne nur yüzlü deden varmış’ diyerek aramayı bitirir polis. “Meşrutiyeti getirdik olmadı, Cumhuriyeti kurduk olmadı biraz ciddiyete ne dersiniz?”, “İnsanoğlunda zeka, midyedeki inci gibidir. Hepsinde bulunmaz”, “Bu ülkede, ilgililer bilgisiz bilgililer ilgisiz” diyerek bu günlerdeki liyakat çığırtkanlarına işaret etmiştir. Beyin kanamasından vefat ettiğinde, onun hesabına düzenli olarak para yatıran öğrencisi bir kuruşuna dahi dokunmadığını öğrenince baygınlık geçirir. Şahsına münhasır müstesna Türk filozofumuzun geleceğe dair yazılı bir tek not bırakmaması ise oldukça üzücüdür. Bügün mezar taşında Tevfik Fikret’in ünlü dizesi ‘Bahçıvan bir gül için bin dikene katlanır’ yazmaktadır. Bu adeta yaşamının bir özetidir.