Yaşadığımız onlarca felakete rağmen, insan hiçbir hatasından ders çıkarmamaya devam ediyor. Aykırı yöndeki tüm kanun ve düzenlemelere karşı, dere yataklarına yapılan inşaatların, sel felaketlerinde na...

Yaşadığımız onlarca felakete rağmen, insan hiçbir hatasından ders çıkarmamaya devam ediyor. Aykırı yöndeki tüm kanun ve düzenlemelere karşı, dere yataklarına yapılan inşaatların, sel felaketlerinde nasıl can aldığını henüz daha yeni deneyimledik. Depremlerde yıkılan evlerin altında kaybettiğimiz canların yaralarını saramamıştık bile. Ülkemizin dört bir yanında çıkan yangınların acıları bile sarılmamıştı henüz. Yine de halen geçmiş hatalarımızdan ders almak yönünde çaba sarf etmiyoruz. Şimdi 2018 yılından çok kısa bir zaman geçmiş olmasına rağmen, tekrar çıkacak bir İmar Barışı beklentisi almış yürümüş. İmar kanunları ne için ve ne şekilde tanzim edilir? Bu kanunlar neden yapılır? Şekil şartlarını hangi gerekçelerden sağlar? Bunları düşünmüyoruz. En başta coğrafya ve iklim koşulları ile bir bölgenin ana hatları ile imar durumu şekillenir. O bölgede büyük ölçekle ve alt ölçeklerde plan notları oluşturulur. Bölgenin özelliklerine göre ayrıntılar belirlenir. Bölge orman mı, dere yatağı mı, heyelan bölgesi mi, kural ve tanımlarına göre yapılaşma ayrıntıları veya kısıtlamaları konur. Bizler bu tanımları hiçe sayarak şehirleşme ısrarında devam ediyoruz. Doğayı kirletmekle kalmıyoruz. Can ve mal güvenliğimizi hiçe sayıyoruz. Daha çok ve daha geniş alanlarda, olmaması gereken bölgelerde yapı üretimine devam ediyoruz. Mülkiyet merakı, barınma ihtiyacından uzaklaşalı çok uzun zaman oldu. Son yüzyılda insanoğlunun tabiatla verdiği mücadelede ısrarla küremize ve dolayısıyla kendimize vermekte olduğumuz zararlardan defalarca bahsettik. İklim krizinin bu gidişatla ne alakası var diyerek, hale hazırda aydınlanamamış olduğumuz anlaşılıyor. Çok yakın bir zamanda su krizi ile yüzleşmek zorunda kalacağız. Yeni düzenlemeler kapıda. Bir kişi standart ortalama ihtiyacı üzeri suyu alamayacak ve kullanamayacak. Bu kısıtlamalar hayatlarımızda çoğu alışkanlığımızı zorunlu olarak değiştirecek. Birleşmiş Milletler, Dünya Gıda gibi birçok kurumun verileri, 8/1 dünyalının temiz su kaynaklarına ulaşamadığı konusunun altını çiziyor. Uluslararası yasalar ile su hakkında önemli tedbirler kapımızda. Bölgemizde birçok ülke gibi bizler de su fukarası olma yolunda ilerliyoruz. Göl ve akarsularımızın yüzde 40 lık devasa ölçekte bir bölümünü şimdiden kaybettiğimiz anlaşılıyor. Bizden daha sıkıntılı durumdaki Ortadoğu ülkelerinde su başlığında gerginlik tırmanmaya başladı. Artan ısı değerleri ve kuraklık, buharlaşmayı astronomik ölçeklere çıkarmış durumda. Susuzluk tek başına bir felaket olmanın ötesinde, gıda üretimini de kısıtlıyor. Dünyada Vegan modasının kendiliğinden şekillenmiş bir tarz olduğunu varsayanlar bir kez daha düşünmeli. Dünyamızın en büyük karbon salımı ve sera gazları menşei, halen yüzde 40’lık devasa payı ile büyük montanlı besi çiftliklerinden geliyor. Et üretimi kısıtlı rezervlere düşürülmek, küçük çiftliklere indirgenmek durumunda. Gıda ithalatı da aynı şekilde, okyanus ötesi ticari kalemlerde kısıtlamaya gidilmesi şeklinde farklı bir yöne evrimleşmek üzere. Yaklaşan değişimi, değişme zorunluluğunu kabul edememiş, algılayamamış olduğumuz açık. Toprakla, üretimle, gıda ile, alışılagelmiş yaşam, ekonomi veya ticaret ile alakalı bildiğimiz her şey topyekün bir başkalaşım arifesinde. Yine de bizler halen daha fazla yapı, daha çok gayrimenkul, mümkün olabildiğince doğasına ve kuralına aykırı imar peşinde koşmaya devam ediyoruz. Doğa her ne kadar bunun böyle gitmeyeceğini kafamıza vursa da alışkanlıklarımızdan vazgeçemiyoruz. Ne yazık ki öğrenmek zorunda kalacağız.