Çok az insan doğduğu, yaşamının önemli bir kısmını geçirdiği topraklardan çok uzaklara taşınmak ister. Çünkü normalde...

Çok az insan doğduğu, yaşamının önemli bir kısmını geçirdiği topraklardan çok uzaklara taşınmak ister. Çünkü normalde insanlar işleri, aileleri, arkadaşları, kültürleri, alışkanlıkları gibi yaşam alanlarıyla kurdukları güçlü bağlar nedeniyle, mecbur kalmadıkça, yerlerini, yurtlarını terk edip gitmezler. Diğer yandan yıllardır Hintliler, Meksikalılar asıl olarak Avrupa ve Kuzey Amerika'ya, Suriyeliler ve Afganistanlılar ise Türkiye'ye göç ediyorlar. Batıya gidenleri bu göçe zorlayan şey kuşkusuz yoksulluk, işsizlik ve ülkeler arasındaki gelir ve refah eşitsizlikleri gibi daha ziyade ekonomik nedenler. Türkiye'ye olan göçün asıl nedeni ise bu ülkelerde yaşanmakta olan iç savaşın beraberinde getirdiği insani ve ekonomik yıkım. Bu nedenlere artık bir yenisini daha eklememiz gerekiyor: İklim değişikliği ya da iklim yıkımı. Öyle ki artık 'iklim mültecileri' diye bir kavramı da kullanmaya başladık. Ancak pratikte iklim değişikliğinin bu yönünden, yani yeni yeni sığınmacılar yaratma özelliğinden çok da söz edilmiyor. Oysa bilimsel araştırmaların bulguları bize yakın geleceğin en önemli krizlerinden birinin iklim değişikliği kaynaklı krizler olacağını söylüyor. Bu gerçekle yüzleşebilecek bilgi ve bilince, kararlılığa sahip miyiz yoksa bu tür göçleri de, şu an yaygın biçimde yapıldığı gibi, metafizikle ya da ırkçı saik ve davranışlarla ele almaya devam mı edeceğiz? BÜYÜK SORUN Öncelikle, genel olarak uluslararası göçlerin ve bunun bir alt biçimi olarak sığınmacılığın dünyada önemli boyutlara ulaştığının altını çizelim. BM’NİN SON RAPORU (1)2020 yılında dünyada toplam 281 milyona yakın uluslararası göçmen var (Toplam dünya nüfusunun yüzde 4'üne yakın) . Bu, dünyanın en kalabalık dördüncü ülkesi olan Endonezya'nın nüfusuna eşit bir rakam. Dahası 2010-2020 dönemini kapsayan son 10 yılda göçmen sayısı 60 milyon arttı. Çıkış ülkeleri itibarıyla en fazla dış göç veren ülkeler sırasıyla; Hindistan, Meksika, Çin, Rusya ve Suriye. 100 GÖÇMENDEN 12’Sİ Rapora göre, göçmenlerin içinde sığınmacı olarak tanımlananların sayısı (2020 yılında) 34 milyona ulaştı. Yani her 100 göçmenden 12'si sığınmacı, kısaca zorunlu koşullar yüzünden göç ediyor. Sığınmacı sayısı hem genel göçmen sayısından, hem de dünya nüfusundan çok daha hızlı artıyor, öyle ki son 10 yılda sığınmacı sayısı 17 milyon arttı. 2020 yılında sığınmacı olarak göçe zorlanan her 5 kişiden 1'i Suriyeli idi (toplam 6,7 milyon). Bunu 5,7 milyon ile Filistinliler ve 3,6 milyon ile Venezüellalılar izledi. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (UNHCR) bu yılın Ağustos ayında yaptığı bir açıklamaya göre ise (2), dünyadaki göçmenler arasında sığınmacıların sayısı daha da arttı. Zira Taliban'ın bu ayın başlarında Afganistan'ı ele geçirmesi, on binlerce insanın ülkeden kaçmasına neden oldu. BM Mülteci Ajansı'nın rakamlarına göre, hali hazırda yerlerinden edilmiş olan 3 milyon kişiye ek olarak Ocak ayından bu yana 550 binden fazla Afgan ülke içinde göç etti. Ayrıca Kabil Hava Limanı’ndan 12 binden fazla Afgan ABD uçaklarıyla tahliye edildi (İran üzerinden Türkiye'ye giren Afganlıların tam sayısı ise bilinmiyor). 80 MİLYON ZORUNLU GÖÇMEN UNHCR, 2020 ortası itibarıyla başka ülkelere sığınan 26,4 milyon mülteci statüsüne sahip olmak üzere toplam 30,6 milyon insanın sığınmacı olduğunu, (Kolombiya'ya göç eden Venezüellalılarla birlikte 34 milyonu aşıyor) ayrıca (2019 yılı sonu itibarıyla) kendi ülkesi içinde zorunlu göçe uğrayan 45,7 milyonun da dâhil edilmesiyle toplam 79,5 milyon insanın zorunlu göçmen konumunda olduğunu ileri sürüyor. (3)Yine Dünya Bankası'nın bir raporuna göre, (4) Covid-19 salgını yüzünden yaşanan iş ve gelir kayıpları, silahlı çatışmalar/ savaşlar ve iklim değişikliği küresel yoksulluğu ve yoksunluğu daha da artırdı. Öyle ki 2020 yılında 88-115 milyon ve 2021 yılında ilave 35 milyon olmak üzere küresel aşırı yoksul sayısı 110-115 milyonu bulacak. Bu durum dünyadaki sığınmacı sayısını daha da artıracak. Sığınmacıların çok büyük bir çoğunluğu azgelişmiş ülkelerde barınıyor. Diğer yandan, göçmenlerin gittikleri bölgelere ve ülkelere göre dağılımı ile sığınmacıların dağılımı arasında asimetrik bir durum söz konusu. Öyle ki uluslararası göçmenlerin yüzde 52'si Avrupa ve Kuzey Amerika'daki gelişkin ülkelerde ve yüzde 17,8'i Kuzey Afrika ve Batı Asya'da yaşıyor. Sığınmacıların ise (5) sadece yüzde 16,8'i gelişkin ülkelerde, buna karşılık yüzde 83,2'si (yarıdan fazlası Asya'da), yani çok büyük bir çoğunluğu azgelişmiş ülkelerde barınıyor. Avrupa'daki sığınmacı oranı ise sadece yüzde 12,5. Aynı rapora göre, sığınmacıların sığındıkları ülkelerin başında yaklaşık 3,7 milyon civarında sığınmacı ile Türkiye gelirken (toplam sığınmacılar içindeki payı yüzde 13'ten fazla), onu 2,9 milyon ile Ürdün, 2,2 milyon ile Filistin, 1,6 milyon ile Lübnan ve her biri 1,4 milyon ile Almanya, Pakistan ve Uganda izliyor. Yani Türkiye'deki sığınmacı sayısı Avrupa'daki toplam sığınmacı sayısından daha fazla. Kısaca sığınmacılar sanıldığı gibi gelişkin ülkelere değil, asıl olarak azgelişmiş ülkelere sığınmak durumunda kalıyorlar. Bu da hem sığınanların, hem de sığındıkları ülkelerin sosyal ve ekonomik durumlarını olduğu kadar siyasal durumlarını da etkiliyor. Bir başka anlatımla, başta merkez kapitalist ülkeler olmak üzere küresel kapitalist sistemin neden olduğu göç ve sığınmacılık sorunu, bu sorunun ortaya çıkışından en az sorumlu olan ya da hiç sorumluluğu bulunmayan azgelişmiş Çevre ülkelerine aktarılmış durumda. MALİ YARDIM MI? Merkez ülkeler, sığınmacıları aralarında Türkiye'nin de bulunduğu "tampon ülke" olarak tabir edilen sınır ülkelerde tutma politikası izliyor. Bu yönde olmak üzere, Avrupa Birliği'ne üye olmaya aday ülkelere, AB fonlarından yararlanabilmeleri için sığınmacıları ülkelerinde tutması, Avrupa'ya göndermemesi koşulu dayatılıyor. AB adayları dışında 22 ülkeye de benzer gerekçelerle parasal yardım yapılıyor. Böylece süper kârlı bir sektör haline gelen göç ve sığınmacı sektörünün nemasını Merkez ülkelerin çok uluslu şirketleri elde ederken, tampon ülkeler kendilerine verilen mali yardımların karşılığında bu sorunla boğuşmak durumunda kalıyorlar. Böyle olunca da insan hakları karnesi zaten çok kötü durumda olan bir çok tampon ülkedeki sığınmacılar her türden insan hakkı ihlaline uğrayabiliyorlar. 4 MİLYONA YAKIN En fazla sığınmacının geldiği ülke olarak Türkiye'de bu sorunun çok daha yakıcı bir biçimde kendini göstermesi kaçınılmaz. Üstelik bu rakamlara ABD'nin Afganistan'dan çekilmesinin ardından İran üzerinden gelen Afgan sığınmacılar dâhil değil. Bir başka anlatımla ülkedeki Suriyeli sığınmacı sorunu hafife alınacak bir sorun değil. Öyle ki bir boyutuyla bu sorun siyasal manipülasyonların aracı olarak kullanılıyor. Diğer boyutuyla sığınmacılık sektörü çok kârlı bir sektöre dönüşmüş durumda. Öte yandan sığınmacılara olan yaklaşım genel olarak insan haklarıyla ilişkilendirilmiş bir yaklaşım olmaktan ziyade, konuya bir ulusal güvenlik sorunu gibi yaklaşılıyor. Bu durum ırkçılığı, yabancı düşmanlığını, sığınmacılara karşı fiziki saldırıları artırıyor. SAĞ SİYASET Bir başka anlatımla, mülteciler, sığınmacılar, ana akım medya ve bazı siyasetçiler ve siyasal partiler tarafından, ülkedeki asıl sorunların üzerini örtmek amacıyla bir oyalama politikası olarak veya seçmen korkularından siyasi rantlar devşirebilmek için şeytanlaştırılıyor, günah keçisi yapılıyor. Bu da, maalesef, uzun süredir ekonomik ve sosyal krizlerle boğuşan her toplumda karşılık bulabiliyor. Öyle ki yakın tarihli bir ankete göre, neredeyse her üç Avrupalıdan biri "diğer gruplara göre sığınmacıların potansiyel olarak daha fazla suça eğilimli" olduğunu düşünürken, "sığınmacıların terör eylemlerinin gerçekleştirilmesi olasılığını artırdığına" inananların sayısı bunun neredeyse iki katı düzeyinde. Türkiye'de de yer yer yaşanan fiziki saldırıların dışında, en temel insan hakkı olan içme suyunun dahi Suriyelilere T.C. vatandaşlarına sunulan fiyattan daha pahalı verilmesi gibi önerileri ortaya atan politikacılar olduğunu anımsayalım. TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİLER Öncelikle Türkiye'deki sığınmacıların statüleri ile ilgili belirsizliklerin sürdüğünün altını çizelim. Nitekim pratikte "göç", "sığınma", "iltica", "göçmen", "sığınmacı" ve "mülteci" kavramları çoğu kez birlikte ve birbirlerinin yerine kullanılıyor. Oysa bu tanımlar birbirlerinden farklı anlamları, hukuki hak ve statüyü ifade ediyor. Öyle ki sahip oldukları statüye göre sığınmacıların bazı hakları doğuyor, hükümetin ise sorumlulukları ortaya çıkıyor ya da tersi. Kısaca sanıldığı gibi Türkiye'deki Suriyelilerin (BM düzenlemelerine uygun olarak) fiilen her türlü haktan ya da imkândan yararlanmaları söz konusu değil. (DEVAM EDECEK)