Sadece Türkiye ahalisi değil; dünyanın bütün halkları haftalardır aynı duyguyu yaşıyor. Ölümü ensesinde hissetmek duygusuna karşı ayakta kalma mücadelesi, sağlığın arayışı herkesin ortak gayesi olarak...

Sadece Türkiye ahalisi değil; dünyanın bütün halkları haftalardır aynı duyguyu yaşıyor. Ölümü ensesinde hissetmek duygusuna karşı ayakta kalma mücadelesi, sağlığın arayışı herkesin ortak gayesi olarak sürüyor. Hayatta kalma her daim temel duygudur; ancak egemenlik kavgası bu isteğe yer yer cila sürüyor. Bu hırsı engelleyen tek şey de zaman zaman doğanın kendini hatırlatması oluyor. İnsan soyu, sınır tanımadan dünyayı sarsan bu belanın yegane sorumlusudur. Hiç kimse bu durumun yaşanmasının dışında değildir. Kapitalist dünyanın özgürlük diye sunduğu sınırsız tüketme ve satış yapma teorisi karşısında hepimiz bu “nimetlerden faydalanma” yolunu seçtik. GSM operatörlerinin yaygınlaşmaya başladığı günlerde “ben özgürüm” diye reklamlara çıkan kadın, kapitalizmin bize sunduğu özgürlük anlayışıyla bize yeni bir ezber sunuyordu. Bizler, asırlar boyu süren insanlığın yok sayılmaya, hapsedilmeye, sömürülmeye karşı verdiği özgürlük mücadelesini adeta unutarak, bu özgürlük anlayışını satın aldık. Hem de günlerimizi ve hatta ömrümüzü tüketen emeğimiz, alın terimiz karşılığında… Bundan 30 yıl önce “tarihin sonu geldi” diyerek, sermaye düzeninin ve onun uygulanış biçimi olan liberalizmin zaferini ilan edenler, dünyanın her 5-10 yılda bir, ölümcül hastalıklarla mücadele ettiğini gerçeği karşısında, o attıkları zafer nidaları karşısında ne düşünüyorlar acaba? İnsanlık, bu travmayı iki asırdır yaşıyor. Doğasından koparılıp, metropol kentlerin bağrında sırf daha fazla üretsin ve daha fazla satsın diye beton bloklar arasında adeta böcekleşerek yaşayan toplumun hastalık üretmesi hiç de şaşılacak bir şey değil. Sözüm ona sosyalizmle yönetildiğini iddia eden ama serbest piyasaya açılmak uğruna milyarlarca insanı dünyaya mal satmakla memur hale getiren Çin’den dünyanın jandarmalığını elinde tutma sevdasında olan ABD’ye kadar bütün dünya “işler tıkırında” havasındayken işte böyle bir tokatla kendimize geliriz. Hayır, hiçbir şey için geç değil. Emperyalist-kapitalist dünya maalesef sadece kendini asacak ipi satmakla kalmıyor; üretme ve satma derdiyle tüm insanlığını ipini çekecek yanlışlar yapıyor. Peki, insanlık bunun karşısında ne yapacak? Bana kalırsa, herkes yaşadıklarından ders çıkaracak. Egemenler, devletler bu bela def edildiğinde aynı alışkanlıklarına dönmeye çalışacak; ama insan soyu ve yüreğinde güzel, yaşanılır bir dünya özlemi taşıyan insan soyu, buna müsaade etmeyecek. Tarihin sonunun geldiğinde liberal ideologlar değil ancak ve ancak doğa karar verir. İşte, şimdi doğa insanlığa yeni bir tarih yazdırıyor ve yeni bir dersin sayfasını açıyor. Bizler, doğayla barışık, sevgi dolu bir dünya kurmanın yollarını hep beraber arayacağız insanlık kendi sonunu getirmez. Bugünler geride kalacak ve bizler daha güzel bir dünyada yaşamanın kıymetini bileceğiz. Buna inanıyorum. Son sözüm, bu zor günlerin kahramanlarına: Sağlık emekçilerine. Başta Türkiye’nin İstanbul’undan İzmir’ine, Ankara’sından Sinop’una, Ardahan’ından Adana’sına kadar her yerinde yılmadan sabırla çalışan sağlık emekçilerine minnet dolu sevgiler. Küba’dan İtalya’ya desteğe giden, “Riskli bir durum ama insanlığın bize ihtiyacı var” diyen doktorlara, elindeki imkanları sınır tanımadan paylaşan insanlık değerlerini savunan bütün bürokrat, yönetici, emekçilere selam olsun…