Durun… Başlığı okuyup hemen “Vay efendim, ülkemizin milli parasına hakaret ediyorsun, egemenlik hakkımızı ayaklar altına alıyorsun” diyerek kızmayın… İş dünyasının yaşadığı, hem de yıllardır çözüm b...

Durun… Başlığı okuyup hemen “Vay efendim, ülkemizin milli parasına hakaret ediyorsun, egemenlik hakkımızı ayaklar altına alıyorsun” diyerek kızmayın… İş dünyasının yaşadığı, hem de yıllardır çözüm bulunamayan Katma Değer Vergisi (KDV) alacağına ilişkin çok hoşuma giden bir öneriyi, kendi düşüncelerim eşliğinde aktarmak istiyorum. Bu köşenin okurları, iş dünyasının kamu maliyesine takılan KDV alacakları ile ilgili pek çok kez haber yaptığımızı biliyor. Sorun çözümsüz kaldıkça ve alacaklar yığılınca, işin hem mantığını kavramak zorlaşıyor hem de devlet ve firmalar sadece birbirlerini eleştirmekle yetiniyor… Efendim... Meseleye uzak olanlar kısa bir anımsatma: 3 Eylül günü açıklanan Ağustos ayı enflasyonu göre son bir yılda tüketici fiyatları yüzde 19,25, üretici fiyatları yüzde 45,52 arttı. Aradaki iki buçuk katlık fark şu demek: Türk özel sektörü ya fiyatlarına ciddi bir zam yapacak ve hepimiz bu zam yağmurunun altında mahvolacağız ya da aradaki bu makası kapatamayan firmalar batacak ve kapanacak. // 120 GÜN VADE İLE İŞ Üretmek için hammadde alan ve işleyen sanayici, satışlarını en az 120 gün vade ile yapıyor. Hammadde alırken ödediği KDV’yi vadeli satışlardan taksitle topluyor. Turizm örneğinde olduğu gibi bazı sektörlere uygulanan KDV indirimi ile girdisi yüzde 18 olan firmalar yüzde 1 veya yüzde 8 ile mal satmak zorunda kalıyor. Bu durum firmaların üzerinde ciddi bir KDV yükü kalıyor. Bu yükün hafiflemesi için firmaların stoklarındaki hammaddeyi ürün haline getirip satması ve faturasındaki KDV’yi tahsil etmesi gerekiyor. Tabii ki o ürünün piyasasında alıcı varsa… Bu durumda ödenecek KDV tutarından alacak hanesindeki KDV düşülerek mahsup ediliyor. Süreç asgari bir yılı buluyor. Herkes rolünü benimsemiş görünüyor. İş dünyası KDV alacaklarını devletin ödemesinin mümkün olmadığını bal gibi biliyor. Devlet ise yaşattığı haksızlık herkesin önünde cereyan ederken bu ödemeyi yapamıyor. Çünkü vatandaşına “tasarruf et” ninnileri okurken, kendisi her türlü şatafatın içinde yüzmeye devam ediyor. // ÖZDEBİR’İN ÖNERİSİ… Açık sözlülüğü ve mantık dizgesi ile örülmüş açıklamaları ile hep kulak kesildiğimiz Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir, bu konuda gayet yaratıcı bir öneriyi dile getiriyor. “Maliye Parası” veya “Kaydi Para” olarak adlandırdıkları projelerinin bu soruna çözüm getireceğine dikkat çekiyor Nurettin Başkan ve şöyle devam ediyor: “Maliye Bakanlığı, bu tarz borçlar için belli şartlara bağlanmış itibari para verecek. Aslında para diyoruz ama ortada fiziki olarak para olmayacak, Hazine’den para çıkmayacağı gibi, likidite dengesini de düzeltecek bir yöntem. Benim sadece bir üyemin 300 milyon liranın üzerinde birikmiş KDV alacağı var. Bu para ile 50 milyon liradan en az 6 tane yeni fabrika demek. Üstelik bu para yüzde 45 enflasyonun olduğu bir ortamda devletin elinde eriyor. Bu para benim elimde olsaydı mal alacaktım veya yatırım yapacaktım. Oysa sanayicinin parası yüzde 45 negatif faizle devletin elinde eriyor. Yanı sıra sermaye ihtiyacını karşılamak için yüzde 25’e kadar faizle bankadan kredi kullanıyoruz. Devletten alacağını tahsil edemeyen sanayici, yüksek faizle kredi kullanırken, bu yetmezmiş gibi bu krediyi masraf olarak bile gösteremeyeceği düzenleme yaptılar. Bu adaletsizlikten çıkıp zulüm, üretmeme vergisi haline geldi.” // VERGİ VERGİYİ DOĞURUR ASO Başkanı Özdebir’in önerisi ise pratikte şu şekilde işleyecek: Devlet, kendisinden alacaklı olan firmaya ‘Çalıştığın bankaya gidip sadece bu iş için yeni bir hesap açtır. Bu hesaba senin adına limit göndereceğim, bu limit karşılığında bunu 12 ay, 36 ay kaç ayda kullanırsan, finansman kullanacaksın’ diyecek. Firma KDV’yi nakit olarak getirip yatıracak. Bunun karşılığında üç ay vadeli özel bir çek alacak. Bu çek reel sektörün kendi arasındaki borç alacak ilişkisinin kapatılmasında da kullanılacak, yani kendi aralarındaki borçların mahsuplaşmasını sağlamış olacak. Üçüncü ayın sonunda çek kimin elinde ise o da devlete yapacağı ödemeyi bu çek ile yapacak. Bu çek her el değiştirdiğinde, KDV, ÖTV, Muhtasar gibi vergiler doğacak. Yani aslında devlet o paranın daha fazlasını 3 ay içinde doğacak vergilerle tahsil etmiş olacak. Başka bir ifade ile çekler, nominal değerleri kadar vergiyi doğurmuş olacak. Bu paranın, ithalatta veya herhangi bir tasarruf aracında kullanımına yönelik de sınırlama olacak. Yani hamiline bir çek olmayacak, arkasındaki cirolardan takip edilebilecek. Bunun bankacılık sisteminin rasyolarının düzelmesine de katkısı olacak. Nurettin Özdebir dünyada Türkiye dışında sadece Çin’de firmaların KDV alacağı yükü altında kaldığını; Türkiye kadar yüksek enflasyonu olmayan Çin’in farklı finansman modelleri ile firmalarını desteklediğini belirtiyor. Bütün ülkelerin ay sonunda, üç ayda bir ya da yıl sonunda mahsuplaşabildiklerine dikkat çekiyor. Ne dersiniz? İlk bakışta devleti zarar sokacağı endişesi yayabilecek bu öneri, doğru ve samimi şekilde uygulanırsa çarpan etkisi yaratabilir. Ve sorunlu KDV alacağı, bu etki ile yeni vergi türlerini yaratan bir tulumba suyuna dönüşebilir. Her şeye rağmen Nurettin Özdebir’e kuru bir teşekkürü esirgememek gerek. En azından pek çok iş dünyası örgütü gibi sütre gerisine yatarak “ört ki ölem” demiyor. Somut ve anlaşılır önerilerle kamu otoritelerinin ve basının karşısına çıkıyor. Darısı diğer başkanların başına…  

“KARBON VERGİSİ”NDEN HANGİ SEKTÖRLER ENDİŞELENMELİ?

Bu köşede 2 Ağustos’ta yayınlanan yazımızda “Yeşil Mutabakat trenini de tıpkı Sanayi 4.0 gibi kaçırmayalım” demiş, Türkiye’nin ihracat pazarlarında yaşanan akıl almaz dönüşümün yeni maliyetleri beraberinde getireceğine dikkat çekmiştik. Avrupa Birliği’nin 14 Temmuz 2021’de açıkladığı “Fit For 55” başlıklı paket, 2050 yılında hedeflenen “Sıfır Emisyon” hedefinin yol haritasını oluşturuyordu. Buna göre AB ülkeleri 2030 yılına gelindiğinde, karbon emisyonlarını 1990 yılına göre yüzde 55 azaltacaklar. Sınırda Karbon Vergisi ile sağlanacak bu hedef, sadece kendi üreticilerini değil, AB’nin ithalat yaptığı ülkelerin üreticileri için de geçerli. // İHRACATIN YARISI AB’YE İhracatının yarıya yakınını 28 AB ülkesine yapan Türkiye, bu süreçten en çok etkilenecek ülkeler arasında. Türk sanayisinin en önemli üretim gücünü oluşturan ihracatçı sektörler, bu vergiden ciddi şekilde etkilenecek. O sektörlerin başında da rafineri, petrokimya, plastik, demirçelik, cam, seramik, kağıt, çimento, madencilik ve termik enerji santralleri geliyor. Sınırda Karbon Vergisi, karbon fiyatlandırma sistemine sahip olmayan ülkelerden gerçekleştirilen mal ithalatlarını izlemeyi ve azaltmayı hedefliyor. Yüksek emisyona sahip ürünlere getirilecek ek vergilerle hem bu ürünler rekabetçi olmaktan uzaklaşacak hem de düşük emisyonlu ürünlerin rekabetçi yapısı korunacak. “Ooo 2030 yılına daha çok var, kim öle kim kala” diyenler varsa meraklarını giderelim… Türkiye kafasını siyaset gündeminden kaldırmaz ve gerekli düzenlemeleri yapmazsa, ilk aşamada 2025 yılında 1 milyar Euro ek vergi maliyeti ile karşılaşacak. Bu maliyet 25 yıl boyunca 2050 yılına kadar katlanarak artacak. Bizden anımsatması…  

AVRUPA, YEŞİL ENERJİ POTANSİYELİMİZİ BİZDEN DAHA İYİ GÖRÜYOR

Enerji sektöründe dikkat çekici gelişmeler yaşanıyor. Evsel ve endüstriyel atıklarımızın “çöp” değil, birer “enerji kaynağı” olduğu yönündeki farkındalığımız ağır aksak da olsa artıyor. Atıkların enerjiye dönüşümünde çok başarılı şirketlerimiz var. Doğanlar Holding bünyesinde faaliyet gösteren Biotrend Enerji bu firmalarımızdan biri. İzmir Harmandalı’nda kangren olmuş çöp depolama alanında enerji üretimi yapan şirket, farklı illerde de başarılı projelere imza attı. Sadece 4 yıl önce kurulmasına rağmen, 2020 sonu itibarıyla 11 ildeki 18 tesisinde yıllık 300 milyon kWh enerji üreten şirket, geçen Nisan ayında sektöründe halka açılan ilk şirket olma başarısını gösterdi. Ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD), şirketin azınlık hissesine 20 milyon dolar yatırım yapılması amacıyla 21 Ağustos 2021 tarihinde sözleşme imzaladı. // AVRUPALI GÖRÜYOR EBRD Türkiye Direktörü Arvid Tuerkner, zayıf atık yönetiminin Türkiye’de şehirlerdeki en önemli çevre sorunlarından biri olduğuna dikkat çekiyor ve belediyelerin kendi yetki alanlarında atık yönetiminden sorumlu olsalar da teknik, mali ve yönetsel kısıtlamalarla karşı karşıya kaldıklarını vurguluyor. Biotrend gibi bilgi birikimine sahip özel şirketlerin, yenilenebilir enerjinin kurulu kapasitesini artırdığını hatırlatan Tuerkner, bu yatırımların şehirlerin atık sorununu çözmesine yardımcı olacağını kaydediyor. Türkiye adına çok sevindirici bu gelişmeyi sütunlarıma taşımaktaki amacım, bir ticari anlaşmanın haberini vermek değil kuşkusuz. Türkiye’nin ithal kaynaklara bağımlı olduğu enerji üretiminde, yüzde yüz yerli bir enerji kaynağındaki devasa potansiyelin yeterince farkında mıyız? Hiç sanmıyorum… Bizler burnumuzun ucundaki potansiyelin farkına varmazken, Avrupalılar bu potansiyeli katma değere dönüştürecek yatırımlara destek olmakta bir an bile duraksamıyor. Hepimizin durup düşünmesi gereken bir çelişki bu…   HAFTANIN SÖZÜ Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsınız… Konfiçyüs