Bir bayramı daha geride bıraktık... Umarım hepiniz güzel bir bayram yaşamışsınızdır... Kalburabastının dibine vurup, kolonya sürmekten ellerin çatladığı, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden ö...

Bir bayramı daha geride bıraktık... Umarım hepiniz güzel bir bayram yaşamışsınızdır... Kalburabastının dibine vurup, kolonya sürmekten ellerin çatladığı, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öpüldüğü nice bayramlarımız olsun inşallah... Haydi sorayım, kaç kere ‘Bayramların da artık tadı yok...’ geyiği yaptınız... İtiraf edeyim, benim üç beş kere yaptığım oldu... Ancak gerçekten de eski bayramların tadı yok... Tadı derken, heyecanı yok demek istiyorum... Eskiden haftalar evvel başlardık, temizlik, alışveriş, tatlılar, yemekler... Evin içinde haftalar evvel koşuşturmalar yaşanırdı... Bütçeler ona göre ayrılır, o kırmızı pabuçlar mutlaka alınırdı... Adı üstünde bayramdı... Annemin bir gece önceden mendilleri ütülediğini ve babama ‘Haydi bey, doldur bakalım’ deyişini hatırlıyorum... Utanırdım ama göz ucuyla da bakardım acaba kaç para koyacak diye... O gece uyumak bir hayli zor olurdu benim için... Sabah annemin şiir gibi sesiyle uyanırdım, ‘Bugün bayram... Erken kalkın çocuklar! Giyelim, en güzel giysileri...’ Gözlerim kapalı eşlik ederdim ona: Elimizde taze kır çiçekleri... Üzmeyelim, bugün annemizi... Annemin ısrarı, babamın kabullenişi ile sabah ilk rotamız anneannemler olurdu... Dedem salonun ortasında ters çevirdiği tavanın arkasında kasaptan aldığı sucukları keserdi... Annem yumurtaları soyar, teyzem iş yapmamak için bir köşede uyuyor taklidi yapardı. Herkes koridorda birbirine çarpar, kahkahalar havalara uçuşurdu! Ancak ben en çok babaanneme gitmeyi iple çekerdim. Çünkü o emekliydi, bankadan yeni çektiği ‘gıcır’ paralardan mutlaka bize verirdi. Bütün kuzenler sıraya geçerdik... Herkes bir diğerinin aldığı paralara bakardı. Büfeden çikolata kavanozunu kaçırır, karnımız ağrıncaya kadar yerdik. Bir yandan da iki dakikada bir küçük renkli çantamıza koyduğumuz paralarımızı sayardık. Annemin eteğinden çekip sürekli ne zaman oyuncakçıya gideceğimizi sorardım... Hep gözüm büyük oyuncak bebek evindeydi, ancak bir türlü alamadım... O bebek evini alamaya, alamaya bir baktım ki kocaman oldum... İlk önce bayram harçlıkları azalmaya başladı... Zamanla ‘Sen artık büyüdün’ denilerek çeşmenin suyu tamamen kesildi. Sonra kendi evimde bir baktım ki ben hazırlıyorum harçlıkları... Annemin o hummalı telaşı yok üzerimde ama... Her bayram öncesi, ‘Keşke ziyaret zorunluluğu olmasa da bir tatil yapsak’ diye düşünürken buluyorum kendimi... Bayram alışverişlerini aksatıyorum mesela... Tatlılar ise karşıdaki pastaneden alınıyor. Biliyor musun, pastanelerin yaptığı kalburabastı hiçbir şeye benzemiyor. Un kurabiyesinden farkı yok ama kolaylık işte... Sokaklarda kırmızı pabuçlu, pileli etek giyen kız çocuğu görmeyeli kaç yıl oldu? Sokak aralarında kız kaçıran seslerini özledim... Annem de, artık o şarkıyı söylemiyor... Zaten Barış Manço’nun da o şarkıyı annesini kaybeden çocuklar için yazdığını öğrendiğimden beri moralim çok bozuk... Artık şarkının nakaratını değil, başı kulaklarımda çınlıyor: Sen gittin gideli içimde öyle bir sızı var ki yalnız sen anlarsın Sen şimdi uzakta cennette meleklerle bizi düşler ağlarsın... Boğazım düğüm düğüm oluyor, neşelerim hep sönük... Dedim ya, bayramların tadı yok... Zaten sordum, o oyuncak evi de artık üretmiyorlarmış... Sahiden, bir düşünsene hala iyi mi bayramlar?