2008, İzmir’in tarihinde çok önemli bir yıldı. 2007-2008 kış aylarında adeta yağmur yüzü görmeyen İzmir, tarihinin en sıcak yaz aylarından birini yaşıyordu. Kente su sağlayan barajlardaki su seviyes...

2008, İzmir’in tarihinde çok önemli bir yıldı. 2007-2008 kış aylarında adeta yağmur yüzü görmeyen İzmir, tarihinin en sıcak yaz aylarından birini yaşıyordu. Kente su sağlayan barajlardaki su seviyesi tehlike sınırının çok altına düşmüştü ve Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu adeta ne yapacağını bilemez haldeydi. 2009 yılında yapılacak yerel seçimler öncesinde en önemli sınavıyla karşı karşıya olan Aziz başkana en büyük darbe, Ankara’dan İzmir’e laf yetiştiren Melih Gökçek’ten gelmişti. İzmir’in su şebekesini besleyen derin kuyulardan çekilen sularda “arsenik oranının limit değerlerin çok üzerinde olduğu” iddiasını, basına yaptığı şovlarda açıklayan Melih Gökçek, İzmir halkını paniğe sevk etmişti. Aynı durumda kendisi de vardı ve Ankaralılar’a önerdiği çözüm, “Şehri bir süreliğine terk edin ve annenizin babanızın elini öpmeye gidin” oluyordu. GÖKÇEK’İN DERDİ BAŞKAYDI Gökçek’in derdi İzmirliler’in sağlığı falan değildi. Yaklaşan seçimler öncesinde Büyükşehir yönetimini vatandaşın gözünde küçük düşürmek ve bu işten siyasi rant sağlamayı amaçlıyor; her zaman olduğu gibi partisinin koçbaşı gibi kullanılıyordu. Bu özelliği ile İzmirliler nezninde akıl almaz bir nefret simgesine dönüşmüştü. Ayrıca yaptıkları ters tepmiş, Kocaoğlu 2009 yerel seçimlerinde yüzde 56 ile en yüksek oy oranına ulaşmıştı. Gökçek’in 2017 yılında adeta kovulur gibi görevden el çektirilmesine de bu nedenle en fazla İzmirliler sevinmişlerdi. O yaz sadece İzmir değil tüm büyükşehirler aynı sorunu yaşıyordu. Görev yaptığım gazetede bizzat elime ulaşan ama “kesinlikle yazmamam ricası” iletilen raporda, Afyon ve Konya’nın şebeke suyundan alınan numunelerde arsenik oranlarının İzmir’in en az 2-3 katı olduğu görülüyordu. O günkü hükümetin Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu da aksi gibi Afyon milletvekili idi. Analizler İZSU’nun uluslararası akreditasyona sahip laboratuvarlarında yapılmış ve kesin sonucu gösteren raporlardı. Aziz Kocaoğlu’nun her zamanki çelebi tavrı ağır basmıştı ve kendisine yapılan yanlışa aynı yanlışla karşılık vermeme yolunu seçiyor, bize yine saç baş yolduruyordu. Ve durumun vahametinin daha iyi anlaşılması için İzmir’de ne kadar gazete ve TV yöneticisi varsa hepsini topladı ve Tahtalı Barajı havzasına götürdü. Sütunlarımıza koyduğumuz resim işte bu ziyarette çekilmişti. Toplantıda gördüğüm durum, gerçekten de korkulacak vaziyette idi. Su altında kalan Bulgurca Köyü’nün camisi yeniden gün yüzüne çıkmıştı, ortalık cami duvarlarına yapışan çürümüş midye kokusundan geçilmiyordu. KOCAOĞLU’NUN KRİTİK HATALARI Başkanlık döneminin en ciddi krizi ile baş başa kalan Kocaoğlu, bu krizi iyi yönetemedi ve arka arkaya çok kritik hatalar yaptı. Gökçek’e anladığı dilden cevap vermek bir yana, su tüketimini azaltmak için kent genelinde su kesintileri yapılmaya başlandı. 40 dereceye yaklaşan sıcakta İzmirliler için bundan daha berbat bir çözüm olmazdı. Dönemin Buca Belediye Başkanı AKP’li Cemil Şeboy, tam o günlerde en mantıklı öneriyi dile getirdi ama Kocaoğlu’na bir türlü sözünü dinletemedi. Şeboy’un önerisi şuydu: “Şehri 40 derecede susuz bırakma. İnsanlar kullanma suyu olarak banyosunda, tuvaletinde şebeke suyunu tüketsin. Sen Büyükşehir olarak elindeki imkânlarla, özellikle dar gelirli mahallelerde içme suyunu vatandaşa tankerlerle ücretsiz şekilde ulaştır.” Kocaoğlu, şehirdeki tepki isyan noktasına gelince Şeboy’un önerisini uygulamaya koydu ve en azından koca şehir salgın hastalık riskinden kurtuldu. Ancak milletimiz yeraltı sularında çıkması çok normal olan arsenikten uyuz olmuştu bir kere… Neyse ki üç ay kadar süren kriz mevsim şartlarının normale dönmesi ile aşıldı. NEDEN HATIRLATIYORUM? Bu safahatı hatırlatmamın sebebi şu: İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’i, aynı Tahtalı Barajı’nda aynı caminin önünde çatlamış topraklara bakarken görünce geçmiş deneyimlerimizi anımsadım. An itibarıyla İzmir’in barajlarında dört buçuk ay yetecek kadar suyumuz kaldı. Meteoroloji’nin verdiği bilgilere göre, en azından yeni yıla kadar hava şartlarında bir değişiklik olmayacağı anlaşılıyor. İzmir’in en büyük su kaynağı olan, an itibarıyla yüzde 35,23 doluluğa sahip Tahtalı, geniş bir havzaya sahip olması nedeniyle buharlaşma katsayısı çok yüksek. Ayrıca pandemi etkisi nedeniyle su tüketiminde dikkat çekici bir artış yaşanıyor. Balçova, Ürkmez, Alaçatı gibi barajlar kentin ihtiyacını karşılamaktan çok çok uzakta. Bu barajlardaki rezervlerin İzmir’in dişinin kovuğuna bile yetmeyeceği görülüyor. İZSU yönetiminin İzmir’e her gün içilebilir kalitede ortalama 600 bin metreküp su sağlaması gerekiyor. Büyük umutlar bağlanan ve İzmir’in 2050 yılına kadar kurtarıcısı olduğu” iddia edilen, ancak dibi delik olduğu için doğru dürüst su tutmayan Gördes (Manisa) Barajı’nın ise tam bir fiyasko olduğu görülüyor. Barajdaki su seviyesi dün itibarıyla yüzde 4,64 seviyesinde… EN KÖTÜYE HAZIR OLALIM Bu durumda Tunç Soyer ve İZSU yönetiminin olabilecek en kötü senaryoya göre ve en acil şekilde hazırlıklarını şimdiden tamamlaması gerekecek. Aliağa’da Petkim’in sahibi olduğu Güzelhisar Barajı 6 Aralık 2020 tarihi itibarıyla yüzde 45,20 doluluk oranı ile biraz olsun içimizi rahatlatıyor. Ancak İZSU’nun internet sayfasındaki üretilen su kaynaklarında Güzelhisar yer almıyor. 2008 yılında yaşanan krizde Petkim, kendi ihtiyacı olan suyu toplamak için kurulan Güzelhisar kaynağını İzmir halkı ile paylaşmış, kentin Menemen ve Çiğli gibi kuzey ilçelerinin kurtarıcısı bu kaynak olmuştu. Aziz Kocaoğlu, Petkim’e olan minnetini tüm gazetelerin arka sayfalarına teşekkür ilanı vererek göstermişti. Benim Petkim’de görev yaptığım 2009 sonrasında Ahmet Alparslan’ın Genel Müdürü olduğu İZSU ile şirket arasındaki protokol yenilenmiş ve şirketin Su Ön Arıtma (SÖA) yardımcı tesisinden çıkan ve “içme suyu kalitesindeki işlenmiş su” 600 lt/sn kapasite ile İZSU’nun İzmir’e kadar giden boru hattına basılmaya başlanmıştı. GÜZELHİSAR ÖNEMLİ KAYNAK Suyun işleme maliyetinin çok az bir bölümü İZSU’ya yansıtılıyordu. Bu kapasite Güzelhisar’dan İzmir’e 4,5 milyon metreküp su alınmasının yolunu açmıştı. İki kurum arasındaki protokol devam ediyor mu bilmiyorum. Şayet devam etmiyorsa Büyükşehir yetkilileri vakit kaybetmeden Petkim yönetimi ile buluşarak kaynağı yeniden aktif hale getirmeli. Hatta İZSU’nun 90’lı yıllarda yapılan boru hattının yenilenmesi ve kapasitesinin artırılması ile alınan suyun 10 milyon metreküpe çıkarılması ihtimali de bulunuyor. 150 milyon metreküp kapasiteye sahip olan Güzelhisar’dan alınacak 10 milyon metreküp su; Petkim ve Tüpraş gibi barajdan yoğun su tüketen şirketlere rahatsızlık vermeyecek seviyede. İZSU’nun anlık verilerinden uzun süredir dinlendirmeye alınan Göksu, Menemen-Çavuşköy, Halkapınar, Sarıkız ve Pınarbaşı derin kuyularını yeniden devreye alındığı görülüyor. Özellikle Göksu kuyularından alınan suyun, neredeyse Tahtalı’nın su üretimine yaklaştığı anlaşılıyor. ARSENİK YENİDEN GÖRÜLEBİLİR Bu durumun daha uzun süre devam etmesi halinde İzmir 12 sene aradan sonra yeniden arsenikli su krizi ile karşı karşıya kalabilir. İzmir’i yaz aylarına kadar devam edeceği anlaşılan pandemi sürecinde susuz bırakmak, Büyükşehir’in canını çok yakabilir. Bu noktada, 2008 krizinin ilk haftalarında Aziz başkanın yaptığı hataların tekrarlanmaması şart. Gelecek yaz aylarına kadar kuraklığın bu seyirde devam etmesi halinde arsenik artışı yaşanması kaçınılmaz olacak. Bu durumda yeraltı sularında bulunması çok doğal olan arsenik miktarı, gün gün İZSU web sitesinde yayınlanmalı. Tunç Soyer ve ekibinin, Aziz Kocaoğlu döneminde ciddiyetle fizibilitesi yapılan ve şebekeyi deniz suyuyla besleyecek bir arıtma tesisinin yapımına da hızla başlaması gerekiyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İZSU yönetiminin, vatandaşlara su tasarrufu bilinci aşılama çabaları kuşkusuz önemli. Ancak bundan daha fazlasının yapıldığı konusunda gerekli bilgilendirmelerin şeffaf şekilde yapılması gerekiyor…  

10-11 ARALIK TARİHLERİ TÜRKİYE İÇİN MİLAT MI?

Okurlarım da benimle aynı görüşte mi bilmiyorum. Ancak her Aralık ayında Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinden kaynaklanacak stresi yaşamaktan bıktık usandık artık… Şu mesleğe başladığımızda bu ay geldiğinde sürekli aynı tartıya çıkıyoruz. Sonuç ortada. 1959’dan bugüne AB kapısında bekletilen Türkiye’nin vizyonunu “çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkarmak” olarak belirleyen Mustafa Kemal’in ruhunu da incittiğimizi düşünüyoruz. Bu sene 10-11 Aralık tarihlerinde gerçekleşecek AB Liderler Zirvesi ise Türkiye için üyeliğin dışında bambaşka ve çok kritik kararların alınmasına sahne olacak. Aynı günlerde hem Avrupa Birliği, hem de Amerika’nın yaptırımlarıyla aynı anda karşılaşmamız söz konusu olabilecek. Bu durumun, son derece kırılgan dengeler üzerinde ilerlemeye çalışan Türk ekonomisine etkisini ise düşünmek bile istemiyorum. AB CEPHESİNDEN GELEN HABERLER Önce AB cephesinden gelen bilgileri konsolide edelim: Liderler zirvesinde Türkiye’ye Doğu Akdeniz’deki yalanan Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) tartışmaları gündeme gelecek. Oruç Reis gemimizin hidrokarbon araştırmaları, donanmamızın eşlik etmesiyle yükselen tansiyon nedeniyle yaptırım uygulanıp uygulanmayacağı karara bağlanacak. Brüksel’den basına sızan bilgiler, Fransa ile Rum-Yunan ikilisinin bastırdığı yaptırımların, Türkiye’nin denizde arama yapmasına yönelik olacağı, ana hatlarıyla enerji, bankacılık ve gemicilik sektörlerini hedef alabileceğini gösteriyor. Türkiye ile AB arasındaki tam üyelik ilişkisinin askıya alınması ve ilişkiler için “tam üyelik dışında yeni ve başka bir model geliştirilmesi” önerisi, Avrupa Parlamentosu’nun taslak raporunda açık açık yazıyor. ABD cephesi ise tam bir muamma… ABD Kongresi’nin 10-11 Aralık’ta karara bağlayacağı “2021 Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası”nda Türkiye’ye S-400 alımı nedeniyle yaptırım uygulanmasını zorunlu kılan bir madde de bulunuyor. Yasanın Temsilciler Meclisi ve Senato’da üçte ikilik bir çoğunlukla onaylanması halinde, “çok iyi ilişkide olduğumuz” topal ördek Trump tarafından veto edilmesinin önü kapanıyor. Bu iki tarihte yaşanacakların, hem siyasi hem ekonomik sonuçları olacağını kestirmek güç değil.  

ALKIŞLAR ÇYDD’YE!

Kişilerin olduğu kadar kurumların da kültürleri ve değerleri olmalıdır. Üyesi olmaktan her zaman iftihar ettiğim Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), Atatürk öğretmeni Prof. Dr. Türkan Saylan hocamızın bize emanetidir. 2008 yılından itibaren hâkim, savcı, polis kılığındaki Fetullahçı vatan hainlerinin en alçakça kumpaslarına muhatap olan ÇYDD, Atatürk devrimlerini savunma iradesinden milim geri adım atmadı. Ülkemizde artık kutsanır noktaya gelen cehaletin engellenmesi, kız çocuklarımızın okuyabilmeleri için canını dişine takan yurtseverlerin “örgütü”dür ÇYDD. Ben de o “örgüt” ün bir üyesiyim. İşte size ÇYDD’nin hangi değerler üzerinde yükseldiğini anlamak isteyenlere küçük ama anlamlı bir örnek: “Zenginlik” ile “varlıklı olmak” arasındaki farkı adeta ders verir şekilde bizlere anlatan Bülent Ersoy’un, önceki hafta Nişantaşı’ndaki bir mağazadan aldığı ve her biri 40 bin TL değerinde olan iki adet kar tilkisi kürkü, tartışacak konusu tükenen kamuoyumuzun ilgi odağı olmuştu. Hayvanseverlerin haklı tepkisini çeken Ersoy, kafasında nasıl bir illiyet bağı kurdu bilemem ama, “Kürklerimin hepsini Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı’na vereceğim” açıklamasını yapmıştı. ÇYDD’yi, bu davranışını aklama noktası olarak görmüştü belki de… ERSOY’A HAK ETTİĞİ CEVAP Ve anladığı dilden yanıt dernek yönetiminden gelmekte gecikmedi. Bir kez de ben kayıtlara geçirmiş olayım: “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Atatürk ilke ve devrimleri ışığında çağdaş eğitim yoluyla çağdaş toplumlar seviyesine ulaşmayı hedefleyen öncü ve örnek bir sivil toplum örgütüdür. ÇYDD, tüzüğü gereği doğa, çevre ve canlı haklarına saygılı olmayı ilke edinmiştir, efsane Genel Başkanımız Prof. Dr. Türkan SAYLAN’ın “Hayvanlar ve Çocuklar” adlı kitabı ile can dostları olan köpeği ve kedilerine duyduğu sevgi derneğimizin hayvan haklarına verdiği önemin önemli sembollerindendir. Bu nedenlerle, basına yansıdığı üzere, derneğimize hayvanların yaşam hakları ihlal edilerek ekonomik değere dönüştürülmesiyle elde edilen ayni ürünler ve bunların bedelleri üzerinden yapılacak bir bağışı tüzük çalışma ilkelerimiz ve kurumsal değerlerimiz adına kabul etmemiz söz konusu değildir. Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.” Nokta… Bu açıklamanın ardından Bülent Ersoy'un avukatlarına verdiği talimatla ÇYDD'yi  miras listesinden çıkardığını, bence hayatının en doğru işini yaptığını da eklemem gerek.   HAFTANIN SÖZÜ Zamanın iki yüzü var dedi kendi kendine Hayyam, iki boyutu; uzunluğunu güneşin seyri belirliyor, kalınlığı ise tutkular… Amin Maalouf