İzmir Türkiye coğrafyasının bilinen en eski yerleşkelerinden biridir. Yeşilova Höyüğü günümüzden 8500-9000 yıl önceki yerleşik yaşamı işaret eden merkezlerden sadece biridir. O tarihlerde Ege denizind...

İzmir Türkiye coğrafyasının bilinen en eski yerleşkelerinden biridir. Yeşilova Höyüğü günümüzden 8500-9000 yıl önceki yerleşik yaşamı işaret eden merkezlerden sadece biridir. O tarihlerde Ege denizinde birçok ada anakaranın bir uzantısı şeklindedir. Ancak günümüzden 5000 yıl öncesinde plaklar arasında yaşanan hareket, ege denizi kıyılarımızda büyük çöküntü meydana getirmiş, adalar oluşmuş ve deniz Bornova'daki Yeşilova höyüğü yerleşkesi yakınlarına kadar girmiştir. Sönmüş volkanların ortasında, tektonik plakların kesiştiği noktada o tarihlerden günümüze çok büyük ve yıkıcı depremler yaşamış, ayrıca İzmir Körfezi yüzyıllar içerisinde büyük ölçüde doğal sebeplerle dolmuştu. En büyük etken irili ufaklı dere ve çaylarıyla başta Gediz nehri ve kollarının taşıdığı alüvyonlar Körfezi büyük oranda yeniden doldurmuştur. Bostanlı'dan Sasalı'ya devam eden Karşıyaka'nın büyük kısmını içine alan bölge de alüvyonların binlerce yılda meydana getirdiği ovadır. Sonradan Bornova adını alacak olan “burunova” da tarih içinde yer değiştirmiş, yüzey akıntılarını kaybetmiş dereler ile oluşmuştu. Her ne kadar sönmüş volkanik yapı ve  inaktif fay tanımı da yapılsa, İzmir yeraltına çok daha fazla önem verilmesi gereken bir şehirdir. Buna keza, İzmir'in bugün kullanılmakta olan büyük merkezi yerleşke kısımlarından Konak-Alsancak arası ve Karşıyaka'ya kadar sahilini çevreleyen önemli büyüklükte günümüz yerleşim alanları, yaklaşık olarak son 500 yıllık zaman diliminde insan eliyle doldurulmuş alanlardır. İster suni ister tabii dolgu olsun, deniz ile birleştiği noktada, üzerine inşa edilmiş her tür insan yapısı doğalıyla büyük risk altındadır. Doğanın kendi dengeleri vardır ve daima kendinden alınanları geri alma eğilimi bulunur. Bu nedenlerle coğrafyası üzerine medeniyet inşa eden her medeni toplumun, sahip olduğu varlığını doğru analiz etmesi, yaşamı ve geleceği kurgularken, sağlam temeller üzerine inşa etmesi kaçınılmazdır. İzmir üst üste sıralı bu gerçekler ve haklı gerekçeler dışında, yasalarda belirtilen "fay hatlarının her ölçekteki imar planlarına işlenmesi zorunluluğu"nu dahi göz ardı etmiş bir kenttir. Yeraltı su havzaları, volkanik dinamikler gibi tektonik plaklar da şehirleşme prensipleri içinde yok sayılmıştır. 30 Ekim Depremi esnasında, Çeşme Yıldızburnu açıklarında adı Kaynarca mevki olan Termal suların deniz dibinden çıktığı kaplıca bölgede bulunan görgü şahitleri, dipten fışkıran volkanik çamuru kameraları ile görüntüye almıştı. Maden Tetkik Arama, DSİ, Jeoloji Mühendisleri Odası gibi ilgili ve yetkili birimlerce incelenmesi gereken başlıca bir konu kesinlikle yeraltının termal, volkanik yapısıdır. Balçova Jeotermal AŞ nin Narlıdere ve Balçova'da evleri ısıttığı 15 yıllık sistem, binlerce yıllık Agamemnon Kaplıcalarının  üzerine kurulu Balçova Termal Tedavi Kür Merkezi,  İzmir adına bu konuda yapılmış naçizane katma-değerler olarak kalmıştı. Coğrafya verileri ve jeolojik yapının yer üstü mimarisini, hayatını ve ekonomisini belirlemesi gelişmiş ülkelerde mihenk taşıdır. Buna rağmen, İzmir her adımda daha büyük açmazın kucağına düşürülmekte, her yeni bina ile kaotik bir ortama dönüştürülmektedir. 15 yıldan uzun zamandır, insan eliyle doldurulmuş alanda, çökme tehlikesi bulunduğu kati olarak bilinen İzmir Büyükşehir Merkez binası ve depremden sonra acilen boşaltılması, İzmir'in yaşamakta olduğu trajedinin apaçık göstergesiydi. Büyükşehir başka bir tarihi hatası olan Halkapınar'daki ısrarını bırakmak zorundadır. Yeraltı su havzası üzerine yapılmaya çabalanan metro vagonları yeraltı depolama sahası inşaatlarında 2 vatandaş akıntılara kaybolup gitmişti. 30 Ekim 2020 depremi sonrası, bölgenin sismik, tektonik, jeolojik durumu hakkında üniversiteler, bilim insanları ve akademisyenlerin seslerine kulak verilmeli. İzmir gaflet uykusundan uyanmalı ve bir an önce kendi gerçekleri ile yüzleşmelidir.