Bir haftadır konuşmakla başım dertte. Bir boğaz rahatsızlığıyla başladı, konuşmamı zorlaştırdı. Bir hafta on güne kadar geçecek umuyorum. Radyo yayını da olamıyor, en geç 10 Ekim’de yeniden mikrofon b...

Bir haftadır konuşmakla başım dertte. Bir boğaz rahatsızlığıyla başladı, konuşmamı zorlaştırdı. Bir hafta on güne kadar geçecek umuyorum. Radyo yayını da olamıyor, en geç 10 Ekim’de yeniden mikrofon başı yapabileceğim. Tabii radyonun patronu “yok arkadaş” demezse. Şaka bir yana şu son bir haftada büyük onur yaşadım. Allah her meslektaşıma bunu göstersin. Hatta İzmir’de siyaset yaptığını sanıp, dar alanda kalan dostlarıma da her kelimesinde “halkımız” diyen ama içinden çıktığı “halkı” aşağıda gördüğünün farkında olmayanlara da nasip etsin. 30 küsur yıldır beş kuruş para biriktiremedim ama, yüzlerini göremediğim o kadar çok canım var ki benim. Her gün mesajla hâl hatır sorup durumumu öğrenmeye çalıştılar. “Dostum” dediğim “arkadaşım” dediğim bazıları da bana 2009’da yaşadığım bunalımı hatırlattı. Eminim “ölse de kurtulsak” demişlerdir. Lakin ölüm kararı onlara ait değil şükür. Bir haftadır sadece okudum sayılır. Taramalar yaptım, notlar aldım. Ama şu Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, UNESCO Dünya Mirası 2022 adaylığı için Kemeraltı ve çevresini kapsayan İzmir Tarihi Kent Merkezi’nin dosyasını ötelemesine kafayı fena taktım. Ama kafayı takma sebebimin başka bir boyutu var. Baştan aşağı seçime endeksli siyasi kararla İzmir’in “gol yemesinden” galiba İzmir milletvekilleri hoşlanmış. Kusura bakmasınlar ama onları “seçen” bir patronları olarak çok yadırgadım. Bu arada başta İzmir Gazeteciler Cemiyeti olmak üzere tüm İzmir medyasını da yadırgadım. İş dünyasını saymayacağım çünkü onlar zaten İzmir odaklı düşünmüyorlar. Adaylık yolunda ciddi emekler verse de Mahmut Özgener ve Ender Yorgancılar ile şu meşhur “Başkanlar Kurulu Başkanlığı”, iş “bakanlığın gol atması” olunca nedense “çıt” çıkarmadılar. Geçen yazıda da yazdım, ben başta o Pazaryeri mahallesinde törenle açılan ofisteki idealist, bilgili, zıpkın gibi gençlerimiz için üzüldüm. Ama yaptığım araştırmalar sonucu size bir olur tarafını bir de komplo tarafını yazacağım şimdi. Olur tarafı şu, Bay Kültür Turizm Bakamı muhterem isterse iki kenti de yollayabilir. Bunun dünyada örnekleri de var. Ama yollar mı? İşte orası işin “komplo teorisi” boyutu. Duyumlarıma göre eylülde gelmesi beklenen Bay Bakan ve şürekası, gelişlerini Ekim’e atmış. Geliş nedenlerinin başında şu Çeşme’deki olağanüstü rant kokan o garip ve korkutucu proje var. İzmir bu projeye karşı, Çeşme karşı bir AKP ve benzerleri destekliyor. Şimdi ister misiniz Bay Bakan İzmirlilere “siz Çeşme projemize engel olmayın, ben de dosyayı İznik ile birlikte yollayım” desin? Çünkü Bakanlığın, hazırlanan dosyayla ilgili olarak takdirlerini defalarca dile getirdiğini, bazı iktidar mensuplarının dosyayı çok beğendiklerini biliyorum. Bu işte burnuma “kötü kokular” geliyor ama yaşayıp göreceğiz. Ancak bu olay bile tek başına “İzmir’de ciddi bir temel sorun” olduğunu bir kez daha hissettirdi bana. Bu bir değil, üç değil. İrili ufaklı Ankara, İstanbul darbelerini 1980’den beri alıp duruyoruz. Ama İzmir’de İZMİRCE bir birlik sergileyemiyoruz. Ciddi sorgulayamıyoruz durumumuzu. Dikkat edin çok rahat bir şekilde İzmir’e sağdan soldan insanlar gelip milletvekili olabiliyor. Hatta İzmir’i “tanıdığı” meçhul pek çok çakma duayenin İzmir’de “şan şöhret” sahibi olabildiğine şahidiz. Peki yaşı 10 bine yaklaşan, tarihte yaşanacak her şeyi yaşamış İzmir bu kadar kolay “kullanılabiliyor mu”? Bakın şaka değil yazdıklarım, İzmir’de Allah’ın bir iş insanı kulunda “utanma” var mıdır? Yıllar önce tam dört televizyonu olan İzmir şimdi sıfır televizyona sahip. İstanbul’un ekranları İzmir’de bilgelik taslıyor görgüsüzce ama maşallah herkes memnun. İzmir’de virüs var virüs… Demedi demeyin, yaklaşan seçimlerde aday listelerinde göreceğiz bunu. Biz 9 Eylül 1922 ile övüne duralım, yakında “9 Eylül’de ne olmuştu?” diye soran çakma İzmirlileri de başımızda görürüz! Şu adaylık konusu benim asfalyaları attırdı. Ben iyisi mi Cuma da devam edeyim. Yaklaşan oda seçimleri, TOBB’nin İzmir üzerine oyunları, yeni maceralar, meclisleri “lordlar kamarasına” çevirenlere 1922 sonrası sorular… Bende konu çok, Alaçatı’dan girer Tenis Kulüp’ten çıkarım yani! BAY ZABITA BU NASIL KONUŞMA? Serdar Şahinkaya Hoca’yı tanımayan yoktur. İzmir’de bazı “tüccar ruhlu” akademisyenlere inat Serdar Hoca, gerçek İzmirliliğin ruhunu Ankara’da yaşatan, her yardım istendiğinde üşenmeden elini uzatan sevimli cana yakın alçak gönüllü bir Cumhuriyet sevdalısı. İktisat Kongresi’nin 100. Yılında İzmir’e büyük bir sürpriz hazırlıyor. Umarım kendini “ünlü” diye tanıtan ve sadece Ekşi Sözlük’te hakkındaki satırlarla övünen mikser kılıklı birinin şerrine uğramaz (bu edep yoksunu şahsı yakında umarım yazmam). Konum Serdar Şahinkaya değil elbet. Ama bana yazdığı satırlar öyle böyle değil. Serdar Hocamızın Üçyol’da ikamet eden bir ablası var. Yaşı 70 olmasına rağmen çalışmaktan yorulmayan bir hanımefendi. Çevresindeki insanlar da esnaf da ablayı pek seviyor. Ablamız haftada bir iki defa ofisinin önüne küçük bir tanıtım standı çıkarıyor. Geçtiğimiz Perşembe Konak Belediyesi’nin zabıtaları bu sokağa “baskın” veriyorlar. Esnafla tartışıyorlar, ablamızın standını da kapıyorlar ki abla soruyor “neden”? Cevap verileceğine 70 yaşındaki kadın itekleniyor ve düşüyor. Üstüne bir de bir zabıta “senin yaşındakiler evde oturuyor gir evine” diyor. Zabıt tutanak yok. Ceza ya da başka işlem de yok. Rüzgâr gibi geliyor zabıta rüzgâr gibi gidiyor. Başkan Abdül Batur’u ne kadar seviyorsam zabıtasından da o kadar hoşlanmıyorum. Kemeraltı’ndan, Kıbrıs Şehitleri’ne Konak Zabıtası’ndan şikâyet çok. Hele bazı söylentiler öyle bir yayılıyor ki burada yazmam. Zabıta müdürü kim bilemem, ama bilsin ki İzmir’de ondan korkmayacak, işi de olmayacak “gazeteciler” var! Bu konuyu sevgili Batur’a cumartesi günü yazdım yolladım. Ama Serdar Şahinkaya’ya dolaylı da olsa yapılan saygısızlığı kabul edemem. İlçe belediyelerin zabıta işleri eğitime ve davranış öğretimine muhtaç. Sayın Başkanların objektif şekilde bu soruna eğilmeleri kendileri yararınadır söyleyeyim.