Vaktiyle bir derviş tıraş olmak için berbere gider. "Vur usturayı berber efendi!" der. Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş bir yandan da aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısm...

Vaktiyle bir derviş tıraş olmak için berbere gider. "Vur usturayı berber efendi!" der. Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş bir yandan da aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, dükkâna bir kabadayı girer. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak; "Kalk bakalım kabak derviş, kalk da tıraşımızı olalım" der. Dervişlik bu ya, sövene dilsiz, vurana elsiz olmak gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber dervişe karşı mahcup olmuş, aynı zamanda korkmuştur. Ne de olsa mahallenin kabadayısı, elinde silah, astığı astık kestiği kestik. "Ne diyorsak o'' diye ortalıkta dolaşan bir belalı. Berber ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında sürekli dervişi aşağılar ve alay eder. Kabak aşağı, kabak yukarı, bal kabağı, su kabağı!.. Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki bir at arabası yokuştan aşağı hızla kabadayının üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yolun ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına girer. Görenlerin çığlıkları arasında, kabadayı oracığa yığılır kalır. Ve oracıkta ölmüştür. Berber ise yaşananlar karşısında şaşkın; bir ölen kabadayıya, bir dervişe bakar, berber dervişe gayri ihtiyari sorar: "Biraz ağır olmadı mı derviş efendi!" Derviş mahzun, düşünceli cevap verir: "Vallahi gücenmemiştim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı” der. Dememiz o ki, zamana, duruma, güç odaklarının hâkimiyetine göre zaman zaman mazlum ve mağdurlar olabilir. Sanmayın ki, haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik yapanların, kul hakkı yiyenlerin, devletin, milletin menfaatlerini bireysel çıkarları için ya da çevresi için kullananların yaptıkları yanına kalsın. Günlük hayatımızda hep deriz ya, “etme bulma dünyası”, “hiçbir kötülük yapanın yanına kar kalmaz”, “kimse kimsenin ahını almamalı bu hayatta” diye. Bilmekte fayda var ki, birinin emeğini, iyi niyetini harcarsanız, er ya da geç zamanda sizi harcar. Haksızlıkların bir bir önünüze döküldüğü son zamanlarda, karanlık dehlizlerde kalan ahların kısık sesinin az da olsa duyulmaya başladığı bir zamanda olduğumuzu düşünüyorum. İyi biriyseniz, iyi bir insan olmak için çabalıyorsanız sorun yok. Ancak kötü işler peşindeyseniz bunun bir bedeli muhakkak olacaktır. Bu gün olmazsa, yarın. Yaptığınız her iyiliğin veya kötülüğün karşılığı, ceza veya mükâfat olarak anında insanların karşısına çıksaydı, "inanmak" diye bir sorun olmaz, tüm insanlar bu somut gücün karşısında eğilmek zorunda kalırdı. Hâlbuki herkesin hür iradesiyle iyi veya kötü yapmak istediği her şeyi yapmasından sonra artık yapılanların unutulduğu, yaptıkları yapanın yanına kar kaldığı inancının yerleştiği bir zamanda, haklının en küçük hakkının değer kazanacağı, haksızın en küçük haksızlığının ortaya çıkacağı bir mizanın kurulacağını da unutmamak gerek. İşte, zerre kadar iyiliğin ve zerre kadar kötülüğün göz ardı edilmeyeceği bu mizanda tahakkuk edecek sonuç, gerçek "ilâhî adalet" olacaktır. "Hiç kimse, birine söylediği söz başına gelmeden ölmeyecek" ile açıklanmış, üstüne söylenecek bir şey bırakmamış bu kavrama inancımızı kaybetmeyelim. Varlığına kanımın son damlasına kadar inandığım adalet türü, Allah’a havale etmenin sonucu yaşanabilecekleri görünce insan ürperiyor. Ancak hayatın manası, başımıza gelen ve gelebilecek her türlü haksızlığı hukuksuzluğu inancımız gereği olan Allah’a havale etmek değil elbet. Gördüğümüz bildiğimiz haksızlıkları, hukuksuzlukları bir şekilde müdahale etmekte görevimiz.