Kanal İstanbul projesi, yaklaşık on yıldır Türkiye’nin gündeminde… Ancak son birkaç aydır, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve ihale sürecinde gözle görünen bir hızlanma yaşanıyor. Projenin, Türkiye...

Kanal İstanbul projesi, yaklaşık on yıldır Türkiye’nin gündeminde… Ancak son birkaç aydır, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve ihale sürecinde gözle görünen bir hızlanma yaşanıyor. Projenin, Türkiye’ye ekonomik ve stratejik katkısının / maliyetinin ne olacağı; askeri, çevresel, iklimsel, ekoloji başlıklarında olası etkileri tam bir muamma… Hükümetin ve Başbakanlığı döneminden beri Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu yönde kapsamlı bir bilgilendirme yapmadığı dikkat çekiyor. “Bu devlet projesi, biz karar verdik, yapacağız, kimse karşı çıkmasın” söylemi, projeyi bilimsel tartışma zemininden uzaklaştırıyor. Korkutucu bir hızla hem de… Yani, “Bilim ve akıl bu projeye kesinlikle hayır dese de biz bunu yapacağız” demek gibi bir durumdan söz ediyorum. 1936’dan itibaren yürürlükte olan Montrö Antlaşması’na göre, Türkiye’nin hiçbir ticari gemiyi, ücretsiz geçiş hakkı bulunan İstanbul Boğazı yerine bu kanaldan geçirmek zorunda bırakması mümkün değil. Hâl böyle iken, Türkiye’nin bu projeden nasıl kazanç sağlayacağının, en azından maddi temellerinin belli olması gerekiyor. // MALİYET 75 MİLYAR TL Mİ? Ayrıca Kanal’ın –Sayın Cumhurbaşkanı’nın deyişi ile- 6-7 sene sürecek inşaatında, kentin su havzalarını barındıran bu coğrafyalarda nasıl değişimler olacağı, nüfus hareketlerini nasıl etkileyeceği, 75 milyar TL olarak öngörülen maliyetinin yap-işlet yöntemiyle mi yoksa milli bütçeden mi karşılanacağı tam bir bilinmezlik içeriyor. Böylesine büyüklüğe sahip bir projede maliyetin, öngörülenin çok üzerine çıkacağını söylemek zor değil. Zaten açıklanan maliyete İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve diğer kamu kurumlarının yapacakları diğer yatırımlar dâhil değil. Metro hatlarında, karayolu ve demiryolu sistemlerinde, arıtma tesislerinde, içme suyu isale hatlarında, doğalgaz sistemlerinde çok önemli değişiklikler gerekecek. Konunun birinci elden muhatapları olan Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, üniversiteler, çevre kuruluşları, uluslararası hukuk uzmanları, deprem bilimciler en kısa sürede bir araya gelerek, projeyi tüm yönleriyle tartışmalı ve doğruları halka anlatmalı. Hatta meslek kuruluşlarımızdan Ekonomi Gazetecileri Derneği, “İklim Değişikliği Zirveleri”nden birisini Kanal İstanbul’un olası iklim etkilerine ayırmalı. İstanbul Belediyesi’nin bir çalıştay hazırlığında olduğunu biliyoruz. Ancak daha şimdiden bu çalıştaya bakanlıklardan temsilcilerin katılmayacağını; bakanlıkların yapacağı toplantılara da Büyükşehir’in çağırılmayacağını kestirmek zor değil. // 40 TANE STAR RAFİNERİSİ Bir diğer bilinmezlik, İstanbul’un altını üstüne getirecek hafriyat işinde yaşanıyor. 45 kilometre uzunluğunda, 25 metre derinliğinde, 150 metre genişliğinde bir su yolundan bahsediyoruz. İnşaat aşamasında ortaya çıkacak hafriyatın büyüklüğü konusunda bile tam anlamıyla mutabakata varılmış değil. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 1 milyar 150 milyon metreküp, İstanbul Büyükşehir Belediyesi 2 milyar metreküp, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ise 2,1 milyar metreküp hafriyattan söz ediyor. Uzmanlar, 45 kilometrelik güzergâhta en az 2 milyar metreküplük büyüklüğe ulaşılacağını belirtiyor. Sadece 10 binden fazla kamyonun İstanbul yollarında cirit atacağı konusunda herkes ittifak halinde. Biz de TMMOB’un bilimsel bakışına yakın olan 2 milyar metreküpü esas alalım. Ve size çok iyi bildiğim bir projeden örnek vererek kıyaslama yapalım: İzmir-Aliağa’da Petkim Yarımadası’nda inşa edilen ve “Türkiye’nin en büyük özel sektör yatırımı” olan Star Rafinerisi, çok zor ve engebeli bir coğrafyada teraslama yapılarak gerçekleştirilmişti. Adeta coğrafyanın değiştirildiği ve beş yıl süren bu hafriyat, hedeflenenin yaklaşık beş kat üzerine çıkmış ve 50 milyon metreküp toprak hareketi gerçekleşmişti. 5 yıl kadar süren hafriyat, Aliağa başta olmak üzere yörede yaşayan vatandaşların haklı tepkilerine neden olmuş, döküm alanları çok yakın lokasyonlarda olmasına rağmen bölge halkına rahatsızlık vermişti. Yaklaşık 6 milyar dolara mal olan rafinerinin sadece hafriyat maliyeti 300 milyon doları aşmıştı. Çok daha zorlu ve 45 kilometrelik bir coğrafyada, dağları tepeleri sıfırlaması gereken Kanal İstanbul için yapılacak hafriyat, ölçek olarak Star Rafinerisi için yapılanın tam 40 katı olacak! Maliyetlerin sekiz yıl öncesinde çakılı kaldığını varsaysak bile, sadece hafriyatın 12 milyar doları, yani yaklaşık 72 milyar TL’yi bulması söz konusu… Binlerce hafriyat kamyonu, sonuçta ne kazanacağımız belli olmayan bir proje için yıllarca İstanbul trafiğini katledecek. Türkiye’de giderek sosyal bir yara halini almaya başlayan, gençlerde yüzde 27,4 olan işsizlik acil çözüm beklerken; insanı delirtecek kadar büyük riskler içeren, neye ve kime hizmet edeceği belli olmayan bir projeye bu kadar parayı harcamak… İş mi Allah aşkına! Bu proje ile ancak “en iyi toprak kazma ödülü” alabiliriz. Bu para ile Türkiye’nin net ithalatçı olduğu sektörlerde, sözgelimi kimya sanayisinde, onlarca fabrika kurulur, on binlerce insanımıza doğrudan ve dolaylı istihdam sağlanır. Keza o paraya “en az” üç PETKİM kurulur ve yüzde 80’den fazla ithalat bağımlısı olduğumuz petrokimyasal ürünler büyük ölçüde yerlileştirilebilir. Ezcümle, projenin tüm ayrıntılarıyla enine boyuna masaya yatırılacağı, sadece bilimin konuşacağı bir çalıştaya ihtiyaç var. Hem de hiç zaman kaybedilmeden… “EYVALLAH” DİYORUZ AMA MALİYETİN MİLLİ BÜTÇEDEN KARŞILANMASI MÜMKÜN DEĞİL Kanal İstanbul ile ilgili en sık sorulan soruların başında maliyetinin tam olarak ne olacağı ve nereden karşılanacağı geliyor. Sayın Cumhurbaşkanının, AK Parti İl Başkanları Toplantısı’nda bu konuda yaptığı açıklama şu şekilde: “Proje eğer yap-işlet-devret ile olursa zaten bizim bütçemizden herhangi bir para çıkmadığı gibi bütçeye dönüşü olan bir para var. Milli bütçeden bunu yapar mıyız, eyvallah yaparız. Onun da bütün bu noktadaki kaynakları bellidir.” Sayın Erdoğan’ın “milli bütçede kaynakları bellidir” cümlesinden neyi kastettiğini elbette bilmemiz mümkün değil. Ancak gerçekler şu şekilde: 75 milyar TL’ye (yaklaşık 15 milyar dolar) mal olacağı söylenen, uygulamada ise bu rakamın çok üzerine çıkması muhtemel maliyetin, Türkiye’nin milli bütçesinden karşılanması, teorik olarak da pratik olarak da mümkün görünmüyor. Nedeni basit… Merkezi yönetim bütçesinde, 2019 yılının ilk 10 ayında gerçekleşen açık geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 62 artarak 100,7 milyar TL oldu. // BÜTÇE AÇIĞINDA DEVASA ARTIŞ Şayet 2019 yılında bir kereye mahsus olarak bütçeye aktarılan bedelli askerlik, imar affı, Merkez Bankası’ndan alınan 40 milyar TL’lik “kefen parası” olmasaydı, açık 160 milyar TL’ye yaklaşacaktı. Türk ekonomisindeki küçülmeye bağlı olarak, bütçenin gelir-gider kalemlerinde ciddi bozulmalar yaşanıyor. Hedeflenen vergi gelirleri elde edilemiyor, toplam vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin payı yüzde 70’e ulaşmış durumda. Bağ tutmayan bütçe için “lüks konut vergisi” gibi akıl almaz girişimler yapılıyor. Tepkiler büyüyünce geri adım atılıyor. Yetmiyor, bu manzaraya rağmen hedeflerin çok üzerinde kamu harcaması yapılıyor. 2020 bütçesi için Cumhurbaşkanlığı’nın açıkladığı resmi bütçe açığı hedefinin 139 milyar TL olması, -ki bu rakamın üzerine çıkılacağını şimdiden söylemek mümkün- Kanal İstanbul gibi bir projeye kamu kaynaklarının tahsis edilmesini mümkün kılmıyor. Zaten TBMM’de kabul edilen 1.1 trilyon TL’lik 2020 bütçesinde, kamu yatırımları için ayrılan pay sadece 88,5 milyar TL ile sınırlı tutuldu. Bu konuda Hükümet anlamsız bir direnişe girebilir mi? Enflasyonu patlatma, 82 milyon insanın geleceğini geri dönülmez risklerin içine atma pahasına, belki… İşsizlikte tarihi zirveler görünürken, kamu kaynaklarının ne işe yarayacağı belli olmayan bu projeye aktarılmasının halk nezdinde yaratacağı tepki ve bunun siyasi sonuçlarının ne olacağını daha konuşmadık bile… // YABANCI YATIRIMCI GELİR Mİ? Pekâlâ Kanal İstanbul’a yerli ya da yabancı yatırımcı bulunabilir mi? Çok zor… Velev ki böyle bir yatırımcı bulundu. Bu şirket ya da konsorsiyum, bu projeyi cebindeki para ile yapmayacak. Gidecek, uluslararası finans kuruluşlarından kredi arayacak. Doğayı böylesine tahrip etme potansiyeli olan bir projenin, uygun maliyetle kredi bulması çok çok zor. 2019, TÜRKİYE İÇİN BOMBOŞ GEÇEN BİR YIL Türkiye için hemen hiçbir sorunun çözüm bulmadığı, siyasi ayrılıkların daha de derinleştiği, yarısından çoğu seçim hayhuyu içinde geçen bir yıl oldu 2019… 2020 yılına adım atmaya hazırlanıyoruz… Hiç kuşkusuz hepimiz; ailemiz için, çocuklarımız için, işimiz için bazı planlar yapıyoruz 2020 için. Peki ya ülkemiz? Türkiye’nin kendi iç problemleri ile boğuşa boğuşa ne kadar çok zaman ve enerji kaybettiğinin farkında mısınız? Dünya bu kadar hızla değişirken, üretim ilişkilerinde kurallar sil baştan yazılırken, biz saçma sapan işlerle vakit öldürüyoruz. Gerçekten kahrolmamak elde değil. Düşünsenize, Türkiye’nin son altı yılında 8 seçim ve bir darbe girişimi yaşadık. Siyasetin Türkiye’nin önünü bu derece tıkadığı başka bir dönem yaşandığını sanmıyorum. Derin bir ekonomik krizin içindeyiz. 2019 yılını 0 ilâ 1 arasında bir büyüme ile kapatacağız. Nüfus artış hızını düştüğünüzde reel olarak küçülüp yoksullaştığımız bir yıl oldu 2019… Yeni bir yıla merhaba derken, daha aydınlık, yapısal sorunlarına yoğunlaşmış bir Türkiye elbette en büyük dileğimiz. Güzel bir 2020 yılı olsun.. YAZIKLAR OLSUN GALATASARAY! Adını anmama gerek yok… Resimdeki arkadaşı tanımışsınızdır. Kendi eşi karnı burnunda hamile iken, bir popçunun eşine sarkıntılık eden, herkesin içinde “evli olmasaydım seni alırdım” diyebilen, kavga çıkarıp kafa atan, yaraladığı popçunun hastane odasını silahla basan, havaya kurşun sıkan zavallı bir karakterden söz ediyoruz… Küfürbaz, kavgacı, uçakta dedesi yaşındaki gazeteciye yumrukla saldıran; bu cüretini, bu cesaretini, bu vurdumduymazlığını kimden aldığı bilinmeyen biri… Halen Başakşehir futbol takımında, topçuluk yapıyor. Ve benim taraftarı olduğum Galatasaray, “yerli futbolcuya ihtiyacımız” var diyerek, daha önce kovar gibi Avrupa’ya yolladığı böyle bir profili yeniden kadrosuna eklemeye hazırlanıyor. Hem de takım kaptanı olarak… Mezkûr topçunun sosyal medyada göz kırpma emojisi yayınlamasından, işin bittiği anlaşılıyor. Vallahi ne diyeyim? Teknik Direktör Fatih Terim ise, bu kişinin futbolu Galatasaray’da bırakması gerektiğini söylüyor. Yazıklar olsun sana Galatasaray… Evet, futbol takımı beklentilerin çok altında bir sezon geçiriyor. Daha kötü sezonları da geçirdiğini hatırlıyoruz. Ancak 115 yıllık köklü geleneklere sahip bu kulüp; ilkelerinden, değerlerinden taviz vermeye başladıysa; asıl o zaman batağa saplanmış demektir. Başarısızlığın çaresi var; çalışır, başarırsın. İlkesizliğin çaresi de, tedavisi de, sınırı da yok. Yazıklar olsun sana Galatasaray!