Köşe yazımı yazacağım konuyu belirlerken, öyle herkesin dediği gibi “Al eline kalemi, yaz başına geleni” değil. Bir de...

Köşe yazımı yazacağım konuyu belirlerken, öyle herkesin dediği gibi “Al eline kalemi, yaz başına geleni” değil. Bir de hikâye değil de güncel konuları yazıyorsan, araştırıyorsun dinliyorsun, izliyorsun, yazacağını belirledin mi düşünüp taşınıp, başlıyorsun cümleleri ardı ardına kurmaya…         51 yıllık gazeteci ve ulusal bir gazetenin bölge temsilciliğin bulunduysanız, ister istemez ülke koşullarından bağımsız düşünemiyorsunuz. Muhalefeti dinlerseniz çok yönlü bir kaosa doğru ilerleyişten başka bir şey dinlemiyorsunuz. İktidarda bulunan AK Parti Hükümetine bakarsanız ülke için yaptığı icraatlar, Adnan Menderes ve Turgut Özal Hükümeti’nden sonra ülkeye en çok hizmet getiren, tüneller, köprüler, limanlar, bölünmüş oto yollar, okullar, çok yataklı şehir hastaneleri, yeşil alanı çoğaltma, millet bahçeleri, kütüphaneler, her şehre bir üniversite, hava alanları, saymakla bitmiyor…         Kirlenmemiş siyaset mi, kirlenmiş siyasetçi mi? Bunu düşündükçe içinde bulunduğumuz durumun, toplumsal açıdan sorgulanma ve irdelenme gerektirdiğine inanıyorum. Hayatın içini, sorunları, ülkemizin içinde bulunduğu durumu, tartışmaları, aklınızdan geçen karamsarlığın hâkimiyetinin, umudun önünde olduğunu görmek için ise uzman olmaya gerek yoktur...          Halbuki her şeyin tükenmiş ve tıkanmış gibi göründüğü durumlarda bile, doğru bakış açısı, durumu, siyahtan beyaza çevirebilir. Bu siyahtan, beyaza dönüş elbette ki bakanın perspektifi ile doğrudan bağlantılıdır. Tabi ki ülkemizde her şey güllük gülistanlık değildir. Hayat pahalılığı aldı başını gidiyor, mutfaklarda yangın var. Ev sahipleri kiralarda aşırı artışlar yapıyor. Hükümetin çok çalışması lazım. Pahalılığı aşağıya çekmesi gerekir…              Cumhurbaşkanı Erdoğan; “İnsanımızı enflasyona ezdirmeyeceğiz” dese de insanlar yük altında eziliyor. Önlemler alınmazsa vatandaş aldıkları maaşlarla geçinemedikleri için inlemeye başlayacak. Burada eğri oturalım doğruyu söyleyelim. “Sezar’ın hakkını da Sezar’a, verdik yukarıda yapılanları yazdık ama bizleri arayan vatandaşın sorunlarını da dile getireceğiz tabi ki…           Yaşadığımız ülkeye bir bakalım ve basit bir soru soralım. Hayat kalitemiz iyiye doğru mu, yoksa kötüye doğru mu gidiyor? Aklıyla, vicdanı birlikte çalışan bir tek kişinin, bu soruya,“iyi yönde”, yanıtını vereceğine inanmıyorum. Yapılan işleri geride bırakıyoruz. Vatandaş önce cebindeki parayı ve geçimini düşünüyor. Hayat pahalılığı, ön plana çıkıyor. İnsafsız, gözlerini para hırsı bürümüş satıcıların eline düşen vatandaş, gün geçmeden iğneden ipliğe, ekmeğe zam yapılıyor. İktidar bu pahalılığı durdurmak için geç kalmadan kanunlar çıkarması ve hayat pahalılığına “dur” demelidir…         Yakın dünya geçmişine baktığımızda, gelişim nitelikli birçok önemli olay arasında, bana göre devrim niteliğinde, Elon Musk’ın sahibi olduğu SpaceX, özel şirketin uzaya çıkmasıdır. Dünya üzerinde yörüngeye uzay kapsülü gönderip, geri getirmeyi başaran ABD, Rusya ve Çin devletlerinin olduğu dünyada, Musk yönetiminde, özel bir şirketin bunu başarması devrimdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, açıklamasında uzaya ilk defa bir Türk göndereceğini duyduğumda, aklıma Elon Musk geldi. Bunu başarıyorsa, Türkiye olarak ilk uydumuzu uzaya gönderdik. Bu kadar mühendislerimizle neden biz uzaya insan göndermeyelim…            Uzaya istasyonuna ulaşmak için, ABD, 1,5 milyar dolara veya kilogramı 54.500 dolara fırlatırken, Musk’ın firmasının geliştirdiği yeniden kullanılabilir roket teknolojisiyle Falcon 9 roketinin maliyeti, kilogramı sadece 2.720 dolar oldu…          Bugün Elon Musk bunu şirketleriyle, uzaya çıkmayı başardıysa, Türkiye neden kendi uydusu ve kendi insanını uzaya göndermesin…