Yoğun geçen bir haftanın sonunda, öylece durma fırsatı yakalayabildiğim bir Cuma kahvesi arasında oldu olanlar. Aslında yazının bir kısmı yazılmıştı, geçtiğimiz haftanın terapilerinden, karşılaştığımı...

Yoğun geçen bir haftanın sonunda, öylece durma fırsatı yakalayabildiğim bir Cuma kahvesi arasında oldu olanlar. Aslında yazının bir kısmı yazılmıştı, geçtiğimiz haftanın terapilerinden, karşılaştığımız bazı konulardan bahsedecektim. Direnmekle ilgili bir şeyler karalıyordum. Direniyoruz ama neye, akıştayız, gelip geçiyor zaman diyordum. Hani böyle çok ama çok kalabalık bir oda düşünün, bir sürü insan var içinde, siz de kapıda bedeninizi germişsiniz ve kimsenin geçmesine izin vermiyormuşsunuz gibi. Zorla tutuyorsunuz ama o insanları, patlamak üzere olan bir oda düşünün. İşte bu imgeyle yazıyordum direnç yazısını. Kimleri ve neleri tutmaya çalışıyoruz, o kalabalığı görmemek için yüzümüzü çevirerek bedenimizle bir şeyleri korumaya çalıştığımız her an daha fazla baskı yükleniyor üstümüze. Ezilecekmiş gibi hissediyoruz. Velhasıl, kafamda böyle imgeler dönüyor, ben de bunun üzerine yukarıdakileri yazmaya çalışıyorum. Bir yandan da dönüyorum evin içinde. Görüşme yaptığım koltuktan uzaklaşmaya çalışıyorum. Yemek yediğim yerde durmak istemiyorum. Tez yazdığım sandalyede oturunca da olmuyor, kendime yazmak için yer arayıp duruyorum. Her şeyden uzaklaşabildiğim bir ara yaratmaya çalışıyorum kendimce. Bununla birlikte, bir de telefondan kaçıyorum. Odaya girip kapıyı kapatıyorum mesela. İstemiyorum telefona bakmak, birinin aramasını görmek hoşuma gitmiyor. O an, çalışmak da istemiyorum, tezle ilgili bir şey de görmeyeyim, kimseyle de konuşmayayım. Neden yapayım ki? Kendi kendime yer arıyorum zaten, dış dünyadan banane demek istiyorum. Bazen, böyle hissettiğiniz anlarınız olur mu? Sadece kendinizle birlikte kaldığınız ve ötesini berisini hiç düşünmediğiniz. Dinlendiğiniz. Öylece durduğunuz. Yarattınız mı hiç o anı? Bunun bir çeşit direnme olduğunu düşünüp güldüm kendime. Sonra direnmediğimi, sakince durmaya çalıştığımı fark ettim. Her yerden bilginin fışkırdığı, hiç boş anımızın kalmadığı zamanlardayız. Basitçe bir kişiyle temas edip evlerimize geri döndüğümüz günlerde yaşamıyoruz ki. Aklımız şaşıyor, hareket asla durmuyor. Ne yapsın bizim bedenlerimiz? Ne düşünsün zihnimiz? Kendimize bile yaratmadığımız bu anları kim yaratsın bizim için? Bilgide kaybolduğumuz, kendimizden uzaklaştığımız anları kim telafi edecek? Arada televizyonları, işi, telefonları, arkadaşları, akrabaları kapatıp durmak lazım demek ki. Büyük bir kapatma tuşuna basmalı, bir saat ya da fazla, durmalı biraz, okumalı, sakinleşmeli. Kendiyle bile konuşmamalı, tartışmamalı. Merak etmeyin, birkaç saat ulaşılamaz olursanız, dünya ve evren hakkında bir fikriniz olmazsa hiçbir şey olmayacak. Muhteşem radikal değişimler yapılmayacak. Hayatınız bambaşka bir yöne kaymayacak. Zaten güvendesiniz. Neden denemeyesiniz ki? Kapatma butonları aktif! İyi denemeler dilerim!