Geçen haftaki yazımda Amerikan seçimlerinin bizi neden çok ilgilendirdiğini yazdım. İkinci Dünya Harbi’nde Amerika, Avrupa’da kurtarıcı gibi oldu. Bu sebeple 1945’ten sonra Avrupa’da iyiden iyiye tanı...

Geçen haftaki yazımda Amerikan seçimlerinin bizi neden çok ilgilendirdiğini yazdım. İkinci Dünya Harbi’nde Amerika, Avrupa’da kurtarıcı gibi oldu. Bu sebeple 1945’ten sonra Avrupa’da iyiden iyiye tanındı ve sempati uyandırdı. Amerika da harpten sonra Avrupalılar’a Orta Doğu’ya iyiden iyiye ısındı kalıcı olmak için yoğun bir algı yönetimi kullanır oldu. Sonuçta, özellikle bizim ülkemizde 1945 sonrası gençlik Amerikan rüyasına kapıldı. Tabii bu rüyaya kapılanlar 1975’e kadar yetişenler… Sonra 1960 Anayasası’nın sosyal bir anayasa olarak ortaya çıkmasına dönersek, felsefi kitaplar yok satar oldu. Sonra çoklu basın yayın patlama yaptı, televizyon ortaya çıktı, gençlik hareketleri ve yeni bir akım Amerika aleyhtarlığı başladı. Önce sol, sonra ırkçı, sonra dinci akımlar, bazen de hepsi bir arada bu günlere kadar yol aldı. Her akım bir takım zararlarla devrini kapattı. Sonra bu güne kadar uzayan yozlaşma devri başladı.1980 İhtilali var olan yozlaşmaya çanak tuttu. Yozlaşma sonraki iktidarların ve kurumların tümünde hızla devam etti. Dilde, eğitimin her alanında, her sektörde yozlaşma oluştu. Ülke genelinde denetimsizlik, adam sendecilik, ardı arkası kesilmeyen yolsuzluklara neden oldu. Bilgisiz, sünepe, miskin atamalar… İmalat sanayi üretimi unutuldu. Daha vahimi, özelleştirmenin cacık denecek boyutlara ulaştırılması oldu. En önemli yozlaşma, sahipleri nedeniyle ulusal basında oldu. Elli yıldır aynı basın fikri yapı yok, hepsi aynı yolda, yıkma, karalama, adaletsizlik, iftira konuları değişmedi. Hiç bir erdemli, bilgili, basın emekçisi barındırılmadı. Hiç bir vicdanı hür, irfanı hür muhabir ve yazar barındırılmadı. İşte o meşhur dördüncü kuvvet böyle yok oldu. Devam edenler ve şürakası da emekçileri olmadıkça onlar da yok olacak. Gerçek basın tekrar ortaya çıkmanın yollarını arıyor. Tabii yolunu bulur ve kaybetmez ise… Bir faktör de İngiltere Orta Doğu’dan elini çekmemekte ısrar etmekte. Bu alışkanlığını sanırım ülkemizde de devam ettiriyor. Misyonerliğin ağa babası bir ülke. Kavramlar karışık! Çünkü işimize bakmıyoruz, siyasi kavgalardan vazgeçmiyoruz, günü birlik işleri yapıyoruz, şehirlerin imarını dahi yapamıyoruz. Partizan anlayışla yürüyen bürokratlar işini yapmıyor, kontrol da edilemiyorlar. Tarımda, ödemeler dengesinde, imalat üretiminde, turizmde, genel ekonomide, faiz kararında, trafikte, belediyelerde, sivil toplum kuruluşlarında, sendikalarda, her alanda derin boşluklar mevcut. Duyguları kaybolmuş, miskin, boş insanlar olduk. Her konuyu her işi karmakarışık yaptık. Televizyondan cinsel ürünler satan dindar millet olduk. Karmakarışık, alternatifsiz, fikirsiz bir toplum olduk. Bir de yalancı mı yalancı olduk. Şimdi alternatif toplum yaratmak için çok uzun yıllar gerek. ‘Ekonomi ne olacak?’ desen ‘Uçağı sat!’ ile başlayıp halk adına gelirlere zamla fikir üretiliyor. Yokluktan bahsederek zamla nasıl ekonomi üretilir bilen yok. Eğitim desen köklü değişiklik üreten yok. Yani yeni normlar yok, söyleyebilen de yok. Çok acil her alanda denetim sağlanamazsa hedeflenen ülke olmak hayal olur. Sonumuz hayır olsun demekten başka çare yok sanki…