Asrın Felaketi adlandırılmasıyla ‘gerçeklik duygumuzu’ hırpalayan depremin ardından neredeyse bir aya yakın bir süre geçti. Depremin ilk anından itibaren geçen günler içinde birçok ana, duruma...

Asrın Felaketi adlandırılmasıyla ‘gerçeklik duygumuzu’ hırpalayan depremin ardından neredeyse bir aya yakın bir süre geçti. Depremin ilk anından itibaren geçen günler içinde birçok ana, duruma tanıklık ettik. Depremin yıkıcı etkisini gösterdiği 11 ilin yanı sıra depremden etkilenmeyen ancak kalpleri yıkıma uğrayan milyonlarca kişi elinden geldiği kadarıyla bir şeyler yapma mücadelesi gösteriyor. Dayanışmanın en iyi örneklerini gördüğümüz, bir arada, benzer duygulara sahip olmayı başarabildiğimiz şu günlerde görevi bu tip felaket anlarında tüm imkanlarıyla vatandaşın yanında olması gerekenleri ise sanki tüm dünyanın ve zamanın donduğu bir filmin sahnelerindeki gibi geriden takip ediyoruz. Yazıyı kaleme aldığım şu anlarda deprem bölgesinde en temel giderilmesi gereken çadır konusunda bile sıkıntının bitmediğini bölgeden gelen yardım isteklerinden rahatlıkla görebiliyoruz. Kızılay ve AHBAP arasındaki çadır alışverişinin kamuoyunda yarattığı infial ise bir kez daha afet hazırlık süreçleri konusunda sınıfta kaldığımızı gösteriyor. Birçoğumuzun ilkokul sıralarında zarflarla tanıştığı Kızılay’ın şirketleşme politikasıyla adeta dev bir afet holdingine dönüşmesi kimsenin vicdanında ve mantığında sağlıklı bir yere konulamıyor. Afet anında ihtiyaç duyulacak yemek, çadır, konteyner gibi en temel malzemelerin Kızılay aracılığıyla AFAD, Türk Tabipler Birliği, Türk Eczacılar Odası, belediyeler ve AHBAP gibi birçok kurum ve kuruluşa satışının yapılmasının mantıklı izahını hala bulamıyorum. Madem ticari bir işletme gibi bu malzemeler satışa konu olabiliyor, o zaman bu satış sürecini serbest piyasada daha ekonomik bir şekilde çözüme kavuşturmak mantıklı değil mi? KIZILAY HOLDİNG Başta kan temini olmak üzere, farklı iştirakleri üzerinden devasa bir holdinge dönüşen Kızılay’ın yaptığı tüm iş ve işlemler yasalara, kurallara veya başka yapılan örneklere uygun olabilir ancak kesinlikle ahlaki ve vicdani değildir. Kızılay’ın çadır satışını çadır üretiminde devamlılık açısından fonlanması (desteklenmesi) gerektiğini savunanlar için de şöyle bir şey söylemek şart oldu sanırım. Devletin bir cebinden alınıp diğer cebine aktarılan yardım gelirleri ve bağışların bu satışta kullanılması en doğrusu değil miydi? Madem halk bu çadırların satış bedelini bağışlarla finanse edecekti, o zaman Merkez Bankası ve kamu kurumlarının aktardığı bağışlarla bu süreç yönetilebilirdi. Tüm bu çürümüş sistemin içerisinde ülkedeki her gelişmeden haberdar olmak, denetleyen ve sorgulayıcı konumda bulunmaya zorlanan vatandaşlar olarak artık yıldık ve sıkıldık demek istiyorum. En kötü günümüzde yanımızda olması gerekenlerin sokağa çıkamadığı, depremzede belediye başkanlarının kentlere gelen yardımları görmezden geldiği şu günlerde halkın kendinden başka dostu yokmuş gibi görünüyor.