Köyün delisi köşesine hoş geldiniz, bu hafta elimizi serbest bırakalım. Bakalım neler yazacak… Ilık bir sabah Bodrum’dan çıktım yola. Sıcak bir İzmir gününe vardım. Alsancak’tayım elimde valizimle. V...

Köyün delisi köşesine hoş geldiniz, bu hafta elimizi serbest bırakalım. Bakalım neler yazacak… Ilık bir sabah Bodrum’dan çıktım yola. Sıcak bir İzmir gününe vardım. Alsancak’tayım elimde valizimle. Vapurla geçtim karşıya. Kocaman bir çarşı var önümde ve ben valizle duruyorum öylece. Nasıl kalabalık bir görseniz. Hafta içinden öylece bir gün. Bu kadar kalabalığı yaz vakti görürsünüz Bodrum’da. Öyle çok farklı simalar da görmezsiniz, tanıdık yüzler doludur her yer. Bu kalabalık bir zamanlar çok ürkütücü gelirdi bana. Aralarına karışamıyormuş gibi hissederdim, çarşıda itilip kakılacakmışız gibi gelirdi. Geçtiğimiz 10 seneden sonra öyle gelmiyor, valizimle uğrayacağım duraklar belli, başlıyorum gezmeye… Çarşının başından sonuna kadar işlerimi halledip eve geçmeye karar veriyorum. Tanıdık esnaflarıma uğruyorum, karşılıyorlar beni. Sürekli hareket halinde olmanın böyle garip bir etkisi var işte. Bende onu anlamaya çalışıyorum. Bu şehir hem sizin gibi, her yeri bildik, aynı zamanda halen aynı yabancı efektini koruyabiliyor. Bir yerlere kök salma konusundaki bu kararsız yapım artık ufak tefek şeyleri değerlendirerek, şehirlere anlamlar biçerek sonlanmaya çalışıyor. Sokaklara bakıyorum, apartmanlara, bildiğim insanlara, tanıdığım ağaçlara. Hiç kök salmadığımı zannederken bu kadar köklenmiş olmama şaşırıyorum. Umut da veriyor bir yandan. Belki şehirlere değildir köklenmiş olmamız. Yaşamaya, hayata köklenmişizdir diye düşünüyorum. Bir eve kök salmak, bir arkadaşlığa, bir sevgiliye, bir aileye, bir işe, kendi yarattığınız bir fikre. Neler getirir beraberinde bir yerlere bağlanmak? Tanıdık hissetmek, güven çemberinde olmak… Yarattığımız bu çemberde hayata bağlı olmak demek her zaman en keyifli, en iyi olduğumuz versiyonumuz olamayabilir. Bazen güven çemberinin dışına taşmak, kaç yaşında olursak olalım kendinizin bir tık ötesine yürümenizi, büyümenizi sağlayabilir. Böyle yazınca kök salıyor olmanın büyümenin önünde bir engel olduğu fikrine kapılıyorum. Ancak bunun da bir çeşit illüzyon olduğunun farkındayım. Bir yerlerde kendini inşa etmek, iyi gelmediğinde inşaatı başka alanlara taşımamak için bir bahane değil. En azından olmamalı. Bu durum bazı kök saldığımız kişilik parçalarımız ve fikirlerimiz için de geçerli. Hangi fikirlere ve kendinize dair hangi inançlara sıkı sıkıya bağlısınız? Bu durum bize şunları göstermeli. İstediğimiz herhangi bir versiyonumuza doğru yola çıkmak, kök saldığımız yerleri biraz sallamayı, belki de değiştirmeyi göze alabilmeyi gerektiriyor. Bir çiçeğin saksısını büyüttüğünüzde, onu bildiği alandan, rahat olduğu yerden ayırmış olursunuz. Bu yeni haline alışması biraz zaman alacaktır. Ama artık daha geniş bir saksıyı kaplayabilir, daha çok serpilebilir. Bir insan olarak da farklı fikirleri yeşertebilir ve bazı zorlayıcı inançları, kendimizi yargılamayı belki bu sayede bırakabiliriz. Yaşama kök salıyor olmak da buralarda bir yerlerde başlıyordur belki… Köyün delisinden bu hafta bu kadar. Haftaya görüşmek üzere…