Yaşlı dünyamız tam dört buçuk milyar yaşında. Bugüne kadar insanoğlunun her türlü tahribatına direndi; türlü savaşlarını, cankırımlarını, katliamlarını, soykırımlarını, salgınlarını yaşlı gözleriyle...

Yaşlı dünyamız tam dört buçuk milyar yaşında. Bugüne kadar insanoğlunun her türlü tahribatına direndi; türlü savaşlarını, cankırımlarını, katliamlarını, soykırımlarını, salgınlarını yaşlı gözleriyle izledi. Ama bunun gibisini görmedi. Korona virüs, tıbbî adıyla COVID-19, dünya tarihini değiştirecek, akılları yerinden oynatacak bir devrimin adı bana göre. Neredeyse on beş gündür evlere tıkılı kalsak da, adeta yaşadığımız çağın tanığı gibi düşünün kendinizi. Gelecek güzel günlerimize inanarak, bu büyük insanlık devriminin tanıkları olduğunuzu unutmayın. Evladınızın elini tutarak temiz hava almanın, sevdiğinizle iki kadeh tokuşturmanın, tiyatro salonunda sanatın güzelliğini duyumsamanın, gözlerinizi kapatıp güneşte kemiklerinizi ısıtmanın değerini anlayın. // BİR DÜNYA DEVRİMİ… Fransız Devrimi gibi, Fatih’in İstanbul’u fethi gibi, 50 milyondan fazla insanın canına mal olan 2. Dünya Savaşı gibi, insanın aya ayak basışı gibi bir büyük dönüşüm yaşıyoruz… Belki de onlardan çok daha önemli ve etki gücü yüksek bir dünya devriminin tanıklarıyız. Mikrondan daha küçük, özel mikroskopla görülebilen bir virüs, 7,5 milyar insana hayatı zından etmeye fazlasıyla yetiyor. Sokaklar boşalıyor, fabrikalar susuyor, tüm trafik duruyor, ekonomiler çöküyor, yağma olayları yaşanıyor, belirsiz bir gelecek insanlığı kucaklamaya başlıyor. Dünyanın en gelişmiş silah sistemlerine, ordularına, teknolojilerine sahip ülkeler naçar vaziyette. O her gün parmaklarını gözümüze gözümüze sokan “sözüm ona” dünya liderlerinden çıt çıkmıyor. Hepsi konutlarına, saraylarına, saltanatlarına büzüşüp tehlikenin geçmesini bekliyorlar. Yahu yan yana bile gelemiyorlar! Muhabbetlerini bile telekonferans ile yapabiliyorlar. Hepsinin kağıttan birer kaplan olduğu bir kez daha zihinlere nakşoluyor. Korkudan her gün virüs testi yaptırdıklarına bahse girerim. Hiçbiri, bu virüse posta koymayı aklından bile geçirmiyor. // BİR VİRÜSLÜK SALTANAT… Aralarından birkaçı, ailesi ile birlikte bu virüsle tanıştı bile. Daha kaçının tanışacağı bilinmiyor. Cahit Sıtkı’nın o meşhur “Otuz beş yaş” şiirinde dile gelen “Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? / Bir namazlık saltanatın olacak, / Taht misali o musalla taşında” dizelerinde benzer… “Ulen hepinizin bir Korona virüslük saltanatınız var” diyesim geliyor. Dünyaya “medeniyet”i öğrettiği iddiasında olan Avrupa Birliği’nin, gerçekte bir balon olduğunu görüyor insanlık. Birliğin en önemli ülkelerinden İtalya salgından çaresiz duruma düşmüşken, burnunun dibindeki Fransa’dan, Almanya’dan test kiti yardımı bile alamıyor. Yardım, binlerce kilometre öteden, Çin’den geliyor. AB ülkeleri kendi paçalarını kurtarma derdinde. Hepimiz bu “medeniyet”e (!) şapka çıkarıyoruz. COVID-19 herkese eşit uzaklıkta ve eşit yakınlıkta. Son derece demokrat bir virüs. Zengin, yoksul, yaşlı, genç, kral, kraliçe, başkan, başbakan, işsiz, işadamı, papaz, imam, haham, dinci, dinsiz dinlemiyor. Girdiği bedende akıl almaz bir hızla çoğalıyor, en fazla iki hafta içinde titrete titrete öldürüyor. Ne ilacı var, ne dermanı… Veeee şimdi herkes uzuuun zamandır unuttukları bilim insanların gözünün içine bakıyor. Hani Atatürk’ün hepimize “manevi miras” olarak bıraktığı, “Hayatta en gerçek yol gösterici” dediği “Bilim” ile uğraşan insanlar… Kabaca on yıldır dudak bükülürdü pozitif bilimlere… Tıp, mühendislik gibi alanlar “demode” olmuştu adeta. // YAPAY ZEKÂNIN ZEKÂSI “Ay şekerim sorma, bizim kız beş yaşında kodlamayı söktü vallahi. Zamane çocukları bir âlem..” diyenleri çok duydunuz sağda solda. “Öyle miii! Hadi ablacım, kızına kodlama öğreten arkadaş bulsun o zaman COVID-19 aşısını” diyesiniz geliyor bu aralar. Son yıllarda adeta dillere pelesenk olan “yapay zekâ” metaforunun da dünyayı kilitleyen bu krize kifayet etmediği anlaşılıyor. “Öyle miii! Hadi bakalım, yapay zekânızın zekâsı yetiyorsa bulsun o zaman COVİD-19 aşısını” diyesiniz geliyor bu aralar. Dibimdeki Bostanlı Camisi’nden selâlar, dualar okunuyor her akşam. İki lafın belini kıramayan hocaefendiler “Dua etmemizi” önermekten öteye gidemiyor. “Öyle miii! Hadi kardeşim, eteğini öptüğün cübbeli cübbesiz tarikat liderleri bulsun o zaman COVİD-19 aşısını” diyesim geliyor bu aralar. // HER ŞER’DE BİR HAYIR… Her şer’de bir hayır vardır misali, kendine bile hayrı olmayan laf ebeleri çenelerini uzunca bir süre kapatacak. Bana soracak olursanız, elbette korunuyorum bu virüsten. Burnumu çıkaramıyorum adeta dışarıya. Ama tüm dünyadaki ezberlerin bozulduğuna tanık olmak, kağıttan kaplanların ezilip büzülmesine gülmek bana iyi geliyor. Hülasa, şayet anlayabilirsek COVID-19 bize bir şey anlatmaya çalışıyor. Tüm dünya ülkelerini hurafeleri elinin tersiyle itmeye, akla ve bilime davet ediyor. Davete icabet etmeyenlerin sonunun ne olacağını açık açık gösteriyor… Gün gelecek, yeryüzünün yüzakı bilim insanları bu bela ile elbet baş edecek. Ama yarın, ama bir ay, ama bir yıl sonra; bu virüsün aşısı, ilacı geliştirilecek. Ben kısa bir süre sonra bu müjdenin birileri tarafından insanlığa verileceğini düşünüyorum. Ancak bu büyük dünya devriminin etkisi on yıllarca sürecek. Mustafa Kemal’in bir kez daha haklı çıktığını görecek tüm insanlık. “Günün birinde fikirlerim bilimle çelişirse, tereddüt etmeden bilimin yolunu izleyin” diyen adamın, “En gerçek yol göstericisi”nin önemini, tüm insanlık COVID-19 ile bir kez daha anlıyor.  

2020 BÜTÇESİ İLE BU KRİZLE ASLA MÜCADELE EDEMEYİZ

Geçen hafta Ege Telgraf’ta yayınlanan “Fransa’nın parası, Türkiye’nin duası, Hisarcıklıoğlu’nun neşesi” başlıklı yazıma, tahminimin ötesinde teşekkür aldım. Virüs salgınının yarattığı ekonomik durgunluk, acil müdahale edilmezse çöküntü noktasına varabilecek. Anlatımında çok fazla cümle kurulsa da, önü sonu 14,5 milyar dolar tutarında bir destek paketi açıklayan Hükümet, yaşanan büyük ekonomik sorunun yaratacağı etkileri, açıkladığı paketle çözemeyecek. Bu anlaşıldı. Son bir hafta içinde parça parça yeni destek ve teşviklerin devreye alınması bu farkındalığı yansıtıyor. Ancak “akmasa da damlar” misali açıklanan bu destekler, iş dünyasının dişinin kovuğuna yetmeyecek. Pekâlâ ne yapmalı? // SİHİRLİ SÖZCÜK: TASARRUF Türk ekonomisinin, hiç kimsenin hesabında olmayan bu krizle, mevcut bütçe ile mücadele etmesi mümkün değil. Zira hem arz hem talep şokunun pik yaptığı, geçmişteki hiçbir krize benzemeyen bir durum söz konusu. Bu durumda Hükümetin 2020 bütçesini derhal bir kenara bırakarak, yepyeni bir strateji geliştirmesi, bu stratejinin temeline ise parasal genişlemeyi oturtması gerekiyor. Halen yüzde 13 seviyesnde olan işsizlik, birkaç ay içinde yüzde 20’lere yaklaşabilir. Gençlerde yüzde 25 olan işsizlik yüzde 40’ın üzerine çıkabilir. Türk ekonomisi için 2020 yılı, 1 Nisan 2020 tarihinden itibaren yeniden başlamalı. Ve sihirli sözcük hiç kuşkusuz “tasarruf”… Adeta para yutma makinesi gibi çalışan devletin, çok acil ve çok sıkı bir tasarruf dönemine girmesi gerekiyor. Bu noktada KKTC’deki milletvekillerinin davranışları anavatana da örnek olmalı. Bizim milletvekilleri de en az bir maaşlarını, virüs ile mücadele için bağışlamalı. Ayda 15 bin TL’ye yakın maaş alan emekli milletvekilleri de elbette. // ÖNCELİK KÜLLİYE’DE Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, tasarruf önlemlerinde ilk önceliği Külliye’ye vererek örnek olmalı. 2019 yılında 2,1 milyar TL olarak belirlenen Cumhurbaşkanlığı bütçesi, 2020 yılında yüzde 50 artırılarak 3,1 milyar TL’ye çıkarılmıştı. Zaten salgın nedeniyle etkinlik yapmayan Cumhurbaşkanlığı’nın bu kadar büyük bütçeye ihtiyacı da kalmıyor. Sayın Erdoğan bütçesinden en az 2 milyar TL’yi Hazine’ye iade edebilir. 2020 yılı bütçesinden 11,5 milyar TL pay alan Diyanet, tasarrufta liderliği almalı. Nasılsa camiler ve Kur’an kursları kapalı. Umre ve hac ziyaretleri de yapılmayacağına göre bu bütçenin en az yarısı kullanılmayacak demektir. 8 bakanlıktan daha fazla bütçesi olan Diyanet’in en az 6 milyar TL’yi Hazine’ye iade etmesi gerekir. Ve şu meşhur müteahhitler… Geçiş garantili otoyollar, köprüler, tüneller; hasta garantili Şehir Hastaneleri inşa eden büyük müteahhitlik şirketleri, derhal ellerini taşın altına koymalı. 2019 yılında tahminlerin yarısına bile ulaşmayan geçişler için, Nisan ayında bu şirketlere 7,8 milyar TL ödeme yapılacak. Onlar da toplumun kendilerinden beklediği özveriyi yerine getirmeli. // KANAL İSTANBUL DURDURULMALI Ve Kanal İstanbul… Sayın Cumhurbaşkanı’nın “100 milyar TL’lik harcamayı milli bütçeden yapabiliriz” cümlesinin daha mürekkebi kurumadı. Milyonlarca insanın işsizlik, hatta açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu düşünüldüğünde Kanal İstanbul’a harcanacak para Türkiye’nin geleceğini ipotek altına alması, hatta IMF’ye mahkum olması sonucunu doğurur. Yıllardır “IMF’yi biz kapı dışarı ettik” övünmesini dile getiren Sayın Erdoğan’ın, bu seçeneği benimsemeyeceğini tahmin ediyorum. Ne işe yarayacağı da belli olmayan Kanal İstanbul’un defterinin, açılmamak üzere kapanması gerekiyor. Örnekler elbette çoğalabilir. Bütçe kalemlerinde yapılacak transferler, kuşkusuz bu krizin aşılmasında yeterli olmayacak. Son 6 yılda seçim üstüne seçim yapan, kıt kaynaklarını har vurup haran savuran Türkiye, yaz aylarını şarkı söyeyerek geçiren ağustos böceği durumunda. Yapısal reformlarını geciktirmenin, Merkez Bankası’ndaki kefen parasını bile borç kapatmaya harcamasının bedelini maalesef ağır ödeyecek. Hızlı hareket etmek zorundayız ve manevra alanımız hemen hiç yok. Almanya ve Fransa gibi yüzlerce milyar Euro’yu masanın üzerine koyacak değiliz. Para basacağız ve o parayı milletin cebine koyacağız. Evet; enflasyon artacak, bütçe dengesi daha da bozulacak, kamu maliyesi ciddi darbe alacak. Ama bunu yapmak zorundayız. Suriyeli göçmenlere 9 yılda 40 milyar doları gözünü kırpmadan harcayan kadim devletimiz, kendi vatandaşına da aynı babalığını gösterecek. Başka da bir şansı yok…