Çocuktuk. Yaklaşık 40 yıl önceydi. Kemalpaşa’dan bir çuval meyve sebze geldi eve. Parasıyla değil, bir yakınımız gönlünden ne koptuysa doldurmuş içine. Domates, biber, kabak, börülce, üzüm... Lezze...

Çocuktuk. Yaklaşık 40 yıl önceydi. Kemalpaşa’dan bir çuval meyve sebze geldi eve. Parasıyla değil, bir yakınımız gönlünden ne koptuysa doldurmuş içine. Domates, biber, kabak, börülce, üzüm... Lezzetli mi lezzetli meyveler. Evimiz günlerce mis gibi koktu. O ürünlerin toplandığı bahçeyi de gördüm. Cennet bahçesi adeta. Rüyalarımda bile görmüştüm. Gençtik. Yaklaşık 25 yıl önceydi. Anayol kenarında sanayi kuruluşları olsa da Kemalpaşa yine güzeldi. Sağlı sollu kiraz bahçeleri karşılardı bizi. Çiçek açtığı mevsimde ayrı bir güzel olurdu. Şahane bir kiraz yemiştim o zamanlar. ‘İhracat kirazı. Biz bunu direkt ihraç ediyoruz’ dediler. O lafı duyduğumda bir tuhaf olmuştum. Ve şimdi… Geçtiğimiz günlerde Kemalpaşa’ya gittim. İlçeye girişteki o güzelim kiraz ağaçlarından eser kalmamış. Her yer işyeri, konut… Her yer, sonu ‘san’ ile biten, ‘mak’ ile biten sanayi kuruluşu. Bahar kokularının kapladığı bölgeyi fabrikalardan homurdanarak yükselen dumanlar kaplamış. Yazık olmuş! Kemalpaşa’yı yazdım, siz üzerine ekleyin. Seferihisar’ı ekleyin, Urla’yı ekleyin, Dikili’yi ekleyin… ‘Sanayi olmasın mı?’ Olsun tabii. İstihdam, üretim, katma değer… Çok güzel, mutlaka olmalı. Ancak verimli tarım arazisine olmamalı! Araştırmalar ürkütücü. Türkiye’nin yüzölçümü 78,35 milyon hektar. Bunun 23.1 milyon hektarı tarım arazisi. Peki, 2007 yılında bu rakam ne kadarmış? 26.6 milyon. Yani yaklaşık 15 yılda 3.5 milyon tarım arazisini kaybetmişiz. Bu bana göre sadece gıda değil, bir güvenlik meselesidir. Tarım arazileri, toprağın bozulmasının yanı sıra geri dönüşü olmayan bir şekilde elden çıkıyor. En kıymetli miraslarımız arasında yer alan zeytin bahçeleri madenciliğe, birinci sınıf tarım arazileri sanayiye açılıyorsa, burada çok büyük bir yanlış vardır. Durum tespiti falan da değil bu yazdıklarım. Hal-i pürmelalimizi siz benden daha iyi biliyorsunuz. Benimki doğma büyüme bir İzmirli olarak küçük bir hatırlatma. Çözüm mü? Çözüm yöneticilerde. Mesela, Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkanı Şemsi Bayraktar’ın şu önerilerini dikkate almak gerek: Toprağın korunması için kara yollarını ve şehirlerin gelişimini projelendirirken, verimli tarım arazileri yerine tarıma elverişli olmayan, daha verimsiz arazilerin kullanılmasına özen gösterilmelidir. Birinci sınıf sulamaya uygun tarım arazilerimizin imara açılmasına asla izin vermemeli, bu arazilerin üzerine sanayi tesisleri, şehirler kurmamalıyız. Turizm, madencilik ve ulaştırma için verimli tarım arazilerimizi kullanmamalı, meyve ağaçlarını, zeytinlikleri kesip yazlıklar inşa etmemeliyiz. Büyükşehir belediyeleri, tarıma kaynak ayırmalıdır. Valilikler ve büyükşehir belediyeleri, verimli tarım arazilerinin korunması konusunda çok hassas hareket etmeli, meraların tespit, tahdit, tahsis ve ıslah çalışmaları hızla tamamlanmalı, meraların amaç dışı kullanımı önlenmelidir. Son sözüm, ‘Sanayi daha önemli. Üretelim satalım. Gıdaya bir şekilde ulaşırız. İthal ederiz, yine karnımızı doyururuz’ diyenlere… Kendi toprağın varken, kendi tohumunla kendi buğdayını, baba ocağının mercimeğini mi yemek istersin, yoksa Kanada’nın, Çin’in, Romanya’nın bilmem nesini mi? Seçim senin.