Karşıyaka’da “Maziden” adında bir antika ve koleksiyon dükkanı sahibi Hüseyin Tokgöz, antikacılığın kültürel bir hizmet olm...

Karşıyaka’da “Maziden” adında bir antika ve koleksiyon dükkanı sahibi Hüseyin Tokgöz, antikacılığın kültürel bir hizmet olmasına rağmen ağır vergilere tabi tutulduğunu söyledi Hüseyin Tokgöz, emekli bir kimya mühendisi. 25 yıl boyunca obje biriktirdi. Emekliliğinden üç yıl sonra biriktirdiklerini kolilerden çıkardı ve “Maziden” adıyla bir işyeri açtı. Tokgöz’ün hafıza adına çok farklı pencereler açan işyerinde hem mesleğini hem dükkandaki objeleri konuştuk. Tokgöz, mesleğin inceliklerini ve sıkıntılarını da anlattı. Keyifli sohbet sizi bekliyor… -Çokça oyuncak görüyorum burada. Özel koleksiyonu olan oyuncaklardan söz eder misiniz? Örneğin “Şirinler”, “Buz Devri”, “Avengers”, “Star Wars”… -Kibrit kutuları görüyorum. O meyanda objeler var… Sigara koleksiyonu yapanlar da var. -Kaç fuarın (İzmir Enternasyonal Fuarı) var? -Çok vardı. Satıldı. Şu anda bir tane var. 52’inci İEF’nin sigarası var. Her sene bu sigara çıkardı. Kibrit koleksiyonu var. Ki o kibritlerin desenleri çok güzeldir. Yine Türk büyükleri, arabalar, desenler… Ama koleksiyondan eksilen de oluyor. Örneğin gelip “ben şu kibriti almak istiyorum” diyor, ben de satıyorum. -Satışını nasıl tercih edersiniz? Teker teker satmak mı daha avantajlı yoksa takım halinde mi? Alışılmış bir sistem birilerinde. Örneğin kişi diyor ki, “Abi ben 50 tane alıyorum. Neden indirim yapmıyorsun?” Oysa tam tersi bir tutum sergilemesi lazım. Çünkü 50’lik bir koleksiyona sahip oluyorsun. O 50 taneyi kim bilir ben ne zorluklarla buldum. -Tam tersin pahalı olması lazım, değil mi? Tabii, daha pahalı olması lazım. Onu demek istiyorum. Kan, ter, gözyaşı; pazarlıklar. Bildiğin gibi değil. -Evet, anlıyorum. Yeni bir bardak takımı değil kültürel değerli olan bir nesne satın alıyor oysa… Aynen öyle. Ama bizdeki inanış tam tersi: Çok fazla aldım, indirim yap… -Peki, şurada şişeler görüyorum… Onlar depozitolu kola şişeleri… -Geçtiğimiz günlerde çok bilinen bir içecek markası şişesini yeniledi. Yani artık farklı bir şişeyle satışı söz konusu olacak. Şu anda o eski şişe antika değer kazandı mı? Evet, aslında dün çıkan bir ürün bile koleksiyona girer. Kişi koleksiyon yapıyorsa bir değer taşır. Ama birileri de diyor ki, “Ama bu yeni”. Yeni de sonuçta şimdi bir koleksiyon yapıyorsan aynı anda bir değer taşır. -Bir de Karadenizli Temel çarpıyor gözüme. İlginç bir oyuncak. Onun hikayesini merak ettim… Şimdi, “Fatoş Oyuncakları” var. 1970’lerde bir kadın Fatoş İnhan doğum yapıyor. Çocuğuna oyuncak bebek arıyor. Bir bakıyor ki bebeklerin suratları hep asık surat. Böyle oyuncak olur mu, diyor. Biraz da elinden geliyor. Eşine söylüyor. Eşi de destek oluyor. Ve “Fatoş Oyuncakları” adı altında bir sürü oyuncak üretiyor. Örneğin şu cadılar. Fatoş cadılar. Bir sürü çeşit üretiyor. Sonra da, bir “Anadolu Serisi” yapıyor. Karadenizli Laz… O gördüğünüz Fatoş oyuncağı değil; ama Fatoş figüründen esinlenerek birebir yapılmış, sıkıştırılmış mermerden üretilmiş. -Evet, Gorbaçov da görüyorum… O, matruşka. Beş liderli bir takım. Ama bende hepsi yok. -Kaç yıldır buradasınız? Hep burada mıydınız? Ben kimya mühendisiyim. 25 yıldır bunları topluyorum. 65 yaşındayım. Emekli oldum. Üç yıl dolaştım. Çok sıkıldım. Bunları bir yerde tutuyordum. Kolilerde bekliyordu. 2013’te açmaya karar verdim. Aynı yıl dükkanı açtım. Ama öncesi kolektördüm. -Peki, duygusal olarak ne hissediyorsunuz? Sonuçta önceden satmıyordunuz. Kolay kolay kopamaz insan bazı eşyalardan… Maalesef çocukların pek ilgisi yok bu uğraşla. Belki ben öldükten sonra bir eskiciye gidecekti. Değerinde olmayan fiyatlarda gidecekti. Burası benim için meşguliyet oldu; ama buranın da bir masrafı var. Mecburen satıyoruz. -İlk zamanlar satmakta zorlandınız mı? Evet, zorlandım. O zaman taktiğim şuydu: Fiyatı çok yüksek söylüyordum. Satışı zorlaşıyordu. Ama buna rağmen sattığım zamanlar da oluyordu. -Albümler görüyorum. Sanatçı albümleri gördüm. Onlar nasıl ulaştı size? Ulaşmadı. Ben tasnif ettim. Üçer beşer geldikçe sınıflandırdım. Ha diye gelmiyor. Şimdi birisi gelse Türk artistleriyle ilgili bir şey arasa, 500 tane var orada. 500 sanatçının fotoğrafına aynı anda sahip oluyor. -Örneğin bazı sinemacılarda, yazarlarda bile kendilerine ait bazı objeler olmuyor. Size o şekilde denk gelen oldu mu? Sunay Akın benden çok oyuncak aldı. Tabii biz İstanbul’da olsak, film endüstrisi orada olduğu için durum değişir. Bu tür objeleri kiralanması da söz konusu oluyor. Diyelim ki şu motosikleti istedi. Bunun değeri benim gözümde 700 lira. Ben diyorum ki, “700 lirayı bırak, al git”. Getirdiği zaman yüzde 25-30 düşerim, geri kalan parayı geri veririm. -Bizim kültürümüzün dışında, dünyanın farklı yerlerinden size ulaşan ne var? Söz eder misiniz? Örneğin, 2’inci Dünya Savaşı yıllarından sahra telefonu var. -Peki, kurumlardan gelen oldu mu? Örneğin Kızılay müze oluşturacak…. Bir ara bir üniversiteden geldiler. Sağlık standı açacaklarını söylediler. Neler olduğunu sordular? Ben de ilaçları, kartpostalları, reçeteleri gösterdim. Benden üniversitede bir sunum yapmamı istediler. Ben de “yapamam” dedim. -Neden? Çünkü sergileyeceklerimin içinden seçip satın alacaklarını söylediler. Ben de, “gelin burada bakın” dedim. Sonrasında da gelmediler zaten… -Antikacılık sizce kültürel hayatımızda nasıl bir yer kaplıyor? Önemi ne? Eskiyi yeni nesle aktarmış oluyoruz. Bunlar çöpe gitmekten kurtuluyor. Bunun dışında efemerik olaylar da (kağıt koleksiyonu) önemli. O günkü sosyal yaşantı o belgelerden çıkarılıyor. Tren biletleri. Trenlerde eskiden mukavva bilete delgeç vurulurdu. Bunun gibi belgeler de geleceğe aktarılmış oluyor. -Koleksiyonculuğun püf noktası nedir sizce? Tabii ki bir konu üzerinden yoğunlaşmak. O konuda gittikçe uzmanlaşıyorsun ve gittikçe herkes sana elindeki objeyi vermek istiyor. Ama ücretli, ama ücretsiz. Sonunda da kitap yazıyorsun. -Sizde bu uzmanlık ne durumda? Ben ticarete döktüğüm için koleksiyon kalmıyor. Ben kumbara koleksiyonu ile başladım. Belki binlerce kumbara vardı. Şimdi baksanız en fazla yüz tane var. -Dilerim uzun ve sağlıklı yaşarsınız; ama sonuçta ölüm var. Sizden sonra buraya ne olmasını istersiniz? Birisi gelsin “ceketini al git” desin. Bir para versin ve gitsin. -Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Var, tabii. Bunları bir emtia yani satılacak ürün olarak görüyorlar. Maliyeciler bizi 2’inci sınıf vergi mükellefi olarak kabul ediyor. Yazarkasan, muhasebecin, stopajın olacak. Yani bu tip şeyleri farklı ülkeler teşvik ediyor. Bizim ülkemizde bu hizmet ya vergisiz olsun ya da götürü vergi alınsın. Çünkü bunlar kaç defa el değiştiriyor. Ona göre vergi alınıyor, fiş kesince. Masrafları ağır bir iş.