Dünya ekonomisi, belki de tarihinde hiç yaşamadığı bir dönemden geçiyor. Bir taraftan gelişmiş ülke ekonomilerinde resesyon (durgunluk) endişeleri kökleşiyor, diğer taraftan imalat sanayilerinin hamm...

Dünya ekonomisi, belki de tarihinde hiç yaşamadığı bir dönemden geçiyor. Bir taraftan gelişmiş ülke ekonomilerinde resesyon (durgunluk) endişeleri kökleşiyor, diğer taraftan imalat sanayilerinin hammaddesi olarak kullanılan emtia fiyatlarındaki aşırı yükselişlerin nerede duracağı öngörülemiyor. Rusya-Ukrayna krizi ile uç veren enerji fiyatlarındaki artış da cabası… 2021 yılı başında 5-6 dolar/cent seviyesinde olan elektriğin kilovat maliyeti bugün 22 dolar/cent seviyesinde… 2023 yılında 30 dolar/ cent seviyesinin görülmeyeceğini kimse garanti edemiyor. Jeopolitik gerilimler emtia fiyatları üzerinde geçici etkiye sahipken, bu emtiaların en önemli tedarikçileri arasında yer alan Rusya’nın sıcak savaşın içinde olması, krizin nerede sonlanacağının belli olmaması sonucunu doğuruyor. NİKEL FİYATLARI UÇUYOR Sözgelimi nikel… Üretim ve satış rakamları katlanarak artan elektrikli otomobillerde kullanılan bataryaların üretiminde hayati önem taşıyan nikelin fiyatı son bir yılda üç kattan fazla arttı. Fiyatlardaki yükselişin ardından çip endüstrisi için vazgeçilmez neon gazında da tedarik sorunu yaşanıyor. Bu durum halihazırda tedarik sorunlarıyla boğuşan sanayilerin geleceğini belirsizliğe sürüklüyor. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) “Temiz Enerji Dönüşümünde Kritik Minerallerin Rolü” başlıklı raporunda, temiz enerji teknolojilerinin hızlı biçimde uygulamaya konulmasının; demir dışı, nadir toprak ve değerli metallerin arzında sıkıntıya yol açabileceği ifade ediliyor. Bu fiyat artışlarının yenilenebilir enerji üretiminin ekipman üretimi ayağında sıkıntı yaşatabileceği vurgulanıyor. Bakır, kobalt, nikel, lityum, grafit, nadir toprak metalleri ve alüminyum; IEA tarafından kritik ham maddeler arasında gösterilirken, arzda ve bunun sonucunda üretimde sıkıntı yaşanma riski bulunuyor. 2019 yılında dünyada satılan her 100 arabadan 4’ü elektrikli iken bu yıl satılan her 100 arabadan 15’i elektrikli oldu. LİTYUMDA DÜNYADA BİR İLK 2030 yılında, yani çok değil 7 sene sonra satılan her iki arabadan biri elektrikli olacak. Bu araçların üretimi için gereken emtiaların sürdürülebilir tedariği ise tam bir muamma. Tüm gelişmiş ülkelerin gündeminde olan lityum üretiminde Türkiye için önemli bir haberi geçen hafta mutlulukla okuduk. Afyon Uşak Zafer Teknoloji Geliştirme Bölgesi'nde (Zafer Teknopark) faaliyet gösteren bir firma tarafından jeotermal sudan batarya teknolojisinde kullanılan lityum karbonat üretildi. Proje ile jeotermal sudan, elektrikli araçların en kritik bileşeni olan lityum iyon bataryalarda kullanılan lityum karbonat imal edildi. Bölgeye kurulacak 0,6ton/saat kapasiteli üretim tesisinden yılda 55 ton lityum karbonat elde edilecek. Afyon Kocatepe Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı ve şirketin sahibi Prof. Dr. Ahmet Yıldız, proje ile kentteki jeotermal kaynaklardan lityum kazanımını sağlamayı, daha sonra da lityum karbonat üretmeyi hedeflediklerini belirtiyor. Bu girişimin en önemli yanı, elbette lityum karbonatın en önemli kullanım alanı olan lityum iyon batarya teknolojisinin kullanımının çok yaygınlaşması… LİTYUM TALEBİ 6 KAT ARTACAK ABD, AB, Kanada, Avustralya ve Japonya farklı tanım ve gerekçelerle kendi kritik ham madde listelerini oluşturdu ve güncelliyor. Örneğin, AB’nin 2020’de güncellediği listede 30 kritik ham madde bulunuyor. Elektrikli araç dönüşümünün planlandığı kadar hızlı ilerlemesi halinde, 2040’a kadar lityum talebinin 2021’deki küresel üretim hacminin 6 katına çıkacağı tahmin ediliyor. Elektrikli otomobil bataryaları ve enerji depolama için de acil kobalt ve grafite ihtiyaç bulunduğu belirtiliyor. Bilinen kobalt yataklarının yaklaşık yüzde 70’i Kongo’da bulunuyor, grafitin yüzde 74’ü ise Çin’de çıkarılıyor. Benzer şekilde, bakır için de talepte önemli bir değişiklik olabileceğine işaret ediliyor. Söz konusu metal, tüm şekillerdeki elektrik kabloları ve bobinleri için gerekiyor. Elektrikli otomobillerden elektrik hatlarına ve rüzgâr türbinlerine kadar hepsinin bakıra ihtiyacı bulunuyor. Dünyanın en büyük bakır üreticisi ise Güney Amerika ülkesi Şili. MADENLERİ ÖZELLEŞTİRİYORUZ AMA DÜNYADAKİ EN GÜÇLÜ EMTİA ŞİRKETLERİ DEVLETLERİN YÖNETİMİNDE Türkiye özellikle son 20 senede nerdeyse tüm madenlerini özel sektöre devrederken, dünyada madencilik alanında öncü ve en güçlü emtia şirketlerinin çoğunluğunun kamu şirketi olması dikkati çekiyor. Bu durum özellikle petrol ve gaz sektörlerinde daha yaygın. Çin’de Sinopec, Petro China, Suudi Arabistan’da Aramco, Rusya’da Gazprom ve Brezilya’da Petrobras, Azerbaycan’da SOCAR kamu şirketleri olarak dikkati çekiyor. Bu şirketlere bakarak, “Küresel petrol şirketlerine sahip olmak için mutlaka petrole sahip olunması gerekir” diye düşünmeyin. Avusturya, İtalya, Güney Kore gibi pek çok ülkede petrol çıkmadığı halde, dünyanın en büyük enerji şirketleri arasında bu ülkelerin şirketleri bulunuyor. Piyasa değeri açısından en büyük madencilik gruplarının çoğunluğu halka açık durumda bulunuyor. Pazara Avustralya’dan BHP ve Rio Tinto, Brezilya’dan Vale, Çin’den Zijin, China Molybdenum ve Gangfeng Lithium, Rusya’dan Nornickel ve İsviçre’den Glencore hâkim.  

“GERMENCİK’E DOĞALGAZ GETİRMEK VATAN HAİNLİĞİDİR”

Okurlarımız anımsayacaktır. Geçen haftaki köşe haberimizde jeotermal zengini Aydın’da yaşanan akıl almaz diyalogları konu almış ve “Ayağının altındaki enerjiye sırt çevir, 3 bin kilometre öteden getirdiğin doğalgazı müjde olarak gör…” demiştik. Aydın’ın Germencik ilçesi Belediye Başkanı Fuat Öndeş’ten dikkatimizi çeken bir açıklama okuduk geçen hafta. İlçesinin, hatta tüm Aydın’ın jeotermal enerji ile ısınabileceğini belirten Öndeş, “Germencik’e doğalgazı getirmek vatan hainliğidir” diyor. Doğrusu bu ya “vatan haini” tanımlamasını kolaylıkla dile getirmem. Son yıllarda, özellikle de siyasetçiler arasında kolaylıkla söylenen bir suçlama vatan hainliği. Ben sayın Başkan kadar iddialı cümleler kuramam ama şunu tekrar söyleyebilirim: Elimizin altındaki yerli, temiz ve sürdürülebilir enerji kaynağı jeotermale karşı çıkalım, 3 bin kilometre öteden dövizle satın alınan doğalgazı kutsayalım. Bu aklı anlamak gerçekten de mümkün değil.  

BOZULMADIK NEYİMİZ KALDI BU MEMLEKETTE!

Eğitimde, sanatta, sosyal bilimlerde, akademik başarıda ve elbette sporda adeta yerlerde sürünen bir ülke olduk. Arjantin’in şampiyon olduğu Dünya Kupası maçlarını izlerken, sportif başarıda geçmişte bizden çok daha geride olan ülkelerin bugün bizi nasıl fersah fersah geride bıraktıklarına bakıp kahrolduk. Kendisini çok zeki, dünya alemi aptal sanan spor yöneticilerimiz sayesinde rezil olmamız da cabası. İşte Sözcü Gazetesi’nden Devrim Demirel’in köşesine taşıdığı rezaletin perde arkası: Olimpiyatlara daha fazla atlet gönderebilmek için Erzurum'daki kota yarışlarında derecelerin fotofinişler değiştirilerek manipüle edildiği ortaya çıkıyor. “TÜRKİYE DIŞINDA YARIŞIN” Ve World Athletics, Türkiye'yi “yarışma sonuçları denetime tabi olan ülkeler” listesine sokuyor. Artık Türkiye sınırları içinde elde edilen hiçbir derece kabul edilmiyor. 12-13 Haziran 2021 tarihleri arasında Türkiye Atletizm Federasyonu (TAF) tarafından Erzurum’da International Sprint& Relay Cup’ düzenliyor. Türkçesi “Uluslararası sprint ve bayrak yarışları” Gerekçe ise olimpiyata sporcu gönderip Spor Bakanı’nın gözüne girmek! Yarışlar bitiyor. Türkiye’nin dereceleri, dünya atletizmini yöneten World Athletics’e (WA) bildiriliyor. Ama bir terslik var! Organizasyonu izleyen Ukraynalı bir gazeteci, hem ülkesinin hem Türkiye’nin derecelerine anlam veremiyor. Meslektaşımız olayı araştırırken dosya WA’e gidiyor. Skandal ortaya çıkıyor: 4×400 erkek bayrak takımımız, bildirildiği gibi 3:02.50 değil 3:03.23 koştuğu için olimpiyata kabul edilmiyor. WA, 4×100 takımımızın 38.20’sini de geçerli saymıyor. 2019’da Yokohama'da elde edilen 38.47 ile olimpiyat vizesi veriliyor. ŞAŞIRDIK MI, ŞAŞIRMADIK… “Ukrayna ülke rekoru kırdı” diye duyurulan 38.51'in aslında 38.77 olduğu; B takımımızın U23 Türkiye rekoru olarak açıklanan 39.92’sinin de aslında 40.12 olduğu ortaya çıkıyor. Peki bu fark, nasıl oluyor? Yanıtı basit: Dereceler değiştiriliyor. Yani; olimpiyat için manipülasyon yapılıyor. Futbolda 1-0 biten maça ‘1-1 bitti’ demek gibi! Rezaletler dizisi, 4×400 karışık takımımızın derecesinde de aynı şekilde yaşanıyor. Ne bakanlık ne de federasyon, bu tarihi skandal ve sorumluları hakkında gerekeni yapmayınca WA duruma el koyuyor. Türkiye, yarışma sonuçları denetime tabi olan ülkeler arasına sokuluyor. Bu ‘geçici’ karar ne demek oluyor: “Türkiye’deki hiçbir yarışmanın derecesini kabul etmiyoruz. Atletleriniz Türkiye dışında yarışsın.” Samimi olarak cevap verin: Bu haberi okuyunca şaşırdınız mı? “Bu kadarı da olmaz, bu ne rezalet!” dediniz mi? “Hayır” dediğinizi duyar gibiyim. Liyakat kelimesinin adeta anlamını yitirdiği, tel tel dökülen bir memlekette kime ne anlatıyoruz Allah aşkına!   HAFTANIN SÖZÜ Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor. Edip Cansever