İnsanların terbiyesinden bahsedelim. Nasıl terbiye oluyoruz? Evde mahallede, okulda, üniversitede nasıl terbiye alıyoruz? Spor kulüplerinin, sivil toplum kuruluşlarının terbiyeye katkısı nedir? Özel...

İnsanların terbiyesinden bahsedelim. Nasıl terbiye oluyoruz? Evde mahallede, okulda, üniversitede nasıl terbiye alıyoruz? Spor kulüplerinin, sivil toplum kuruluşlarının terbiyeye katkısı nedir? Özel kurumların, kamu kurumlarının terbiye konusunda rolü var mı? Siyaset bir ülkenin terbiyesini ve edebini nasıl etkiliyor? Sosyal yapının, örf adetlerin insan terbiyesinde etkisi ne? İnsanların terbiye konusunu geliştiren veya zafiyete uğratan duygular neler? Bütün bu saydıklarımız geniş ve çok ciddi bir sosyolojik inceleme konusu. Kısa bir köşe yazısında böyle bir incelemeyi yazmak çok zor. Ancak bu satırlara sığabilecek ciddi bir takım gözlemlerimi yazmak mümkün. İnsanlar saygı görmek, insan yerine koyulmak istiyor. İnsanların saygı görme talebi, becerikli olup olmadığı dikkate alınmadan ortaya çıkıyor. Hayatın içinde saygı, fukaralık, beceriksizlik, başarılı olmak veya başarılı olmamaya bakmıyor. Zaman içinde sebepli-sebepsiz gururu kırık insanların toplumsal saygı talebi daha çok oluyor. Sonradan zengin olanlarında talepleri aynı; saygı görmek… Çok pahalı veya devlet okullarında okuyan insanlarda aynı talebi taşıyor. Varlık sahipleri ise durumlarını aşılmaz güç olarak görerek saygı talep etmekte en çok kendi hakları olduğuna inanıyorlar. Görgüsüzlük insan hayatını etkileyebilen olumsuz bir olgu. Görgü ise olumlu. Bir insanın nerede, nasıl davranması gerektiğini, sözlerinin ortama, edebe, terbiye kurallarına uygun olmasını belirler. İnsanoğlu yetersiz kaldığı durumda çareyi vurmak, kırmak, küfretmekte bulmaya başlıyor. Hatta, toplumun gözü üzerinde olduğunu bildiği halde kabalık denen hal, hareket, sözleri sergilemekte sakınca görmüyor. Özellikle televizyon yorumlarında ve topluluklara karşı yapılan konuşmalarda bu durumlara sıkça rastlanabiliyor. Şimdi yukarıdaki kompozisyon içinde bir insanın yetkili olarak hayatın içinde yer almasının sonuçları ne olabilir bakalım. Üzücü şeyler olabilir. Yetkisini ezmek için kullanabilir, haksızlık yapabilir, adaletsiz olmaktan mutlu olabilir. Yürüyüşü, konuşması dahi farklı olabilir ve kibrini yansıtabilir. Fakat o ne yaptığı konusunda farkında olmayabilir. Kötü olan da bu. Son zamanda liyakat diye hep bir ağızdan bağıranlar bu kelime ile neyi kastettiklerini bilerek mi söylüyor? Sanmıyorum. Öğrenciliğinden itibaren cemaat toplantılarında yetişen ilim adamlarının veya meslek yüksekokulu mezunlarının kamu hizmetine üst düzey amir olarak atanması mı liyakat oluyor? Hayır. Liyakat öncelikle görgü, bilgi, namuslu olmak üzerine iyi bir eğitim ile oluşuyor sanırım. Liyakat kamu düzeninde dik duran insanlardan oluşuyor. İşte bu insanlar her konuda ‘Evet efendimci’ olmuyor. Ayrıca bu insanlar ‘Ölmüş eşek kurttan korkmaz’ esprisinin içinde çok da cesur oluyorlar. Zafiyet, bu insanlardan korkan takımdan kaynaklanmakta. Bu yüzden miskin, korkak insanlar kamuya uygun tavır sergileyerek koltukları kapma maharetini biliyorlar. Bunu da beceriyorlar gibi geliyor. Hal böyle olunca ne liyakat ne terbiye ne adil davranış hak getire… Uzun yıllardır yaşadığımız hayat bunun ispatı gibi. Allah beterinden korusun, Lafı bile çok uzun yıllar içinde bulunulan durumu kabullenmenin en baba lafı değil mi? Sessiz çığlık da ne ki bu durumun yanında…