“Zekâ dedikleri şey nedir ki! İnsanın gerçek değeri yüreğinde yatar. Sevgi dolu bir yü...

Zekâ dedikleri şey nedir ki! İnsanın gerçek değeri yüreğinde yatar. Sevgi dolu bir yürek en büyük zenginliktir; gönülde zenginlik olmadıkça zekâ yoksulluk sayılır.” (Adem ile Havvanın Güncesi’nden) Sanat adamının zeki olduğu düşünülür genelde... Çünkü o duyu ve duygularını teknik bir soğukkanlılıkla yazıya, notaya ya da tuvale aynı sıcaklıkla aktarmayı başarır da ondan… Herkes sanatla istese de istemese de ilişkidedir ya, sanat üretmeyen diğerleri de elbette duyarlı ve sıcakkanlıdır kuşkusuz. Tek bir fark vardır arada; bir sanat adamının ustura keskinliğindeki sesi, sözü ya da fırçasının kitleleri ilgilendiren toplumcu yanını işletemez diğerleri. Madem bu gün sanatın, sanatçının zekâsından söz edeceğiz, buyrun akılları zorlayan bir yazarın, Samuel Langhorne Clemens’in ya da daha çok bilinen takma adıyla Mark Twain’in gülünç, gülünç olduğu kadar düşünce varyantlarımızda devrim yaratan bir kaç anısından konuşalım da aklımızın pası silinsin biraz... Mark Twain ünlü olduğunda bir gazeteci onunla söyleşi yapmak ister. Her iki adam karşı karşıya otururlar. Gazeteci sorar: “Efendim kendinizle ilgili ilginç bulduğunuz bir çocukluk anınızı bizimle paylaşmak ister misiniz?”… Twain bir an durur, derin bir iç geçirme sesinden sonra son derece sakin bir sesle anlatmaya başlar: “Ne anlatayım ki kendimle ilgili? Ben var olduğumdan bile emin değilim.” Gazeteci şaşırır: “Nasıl yani, pek anlayamadım efendim? Varsınız işte. Karşımdasınız ve konuşuyoruz ya!” Mark Twain’in yüzüne alaycı bir gülümseme yayılır: “Bakın sayın gazeteci benim bir ikiz kardeşim vardı. Onunla o kadar birbirimize benzerdik ki, kuzu gibi boynumuza taktıkları renkli bir kurdeleyle bizi birbirimizden güç bela ayırabilirlerdi. Bir sabah yıkanırken kurdelelerimizi çıkarttık. Sonra da – şanssızlık bu ya – birimiz suyun içinde boğuldu. Ne acı değil mi? Asıl acı olan hangimizin boğulduğunun hiçbir zaman anlaşılamaması bence… Şimdi sizce ben kendim miyim yoksa ikiz kardeşim miyim?” der. Yine bir rivayete göre bu keskin zekâlı adam, bir arkadaşının işten çıkarılması ihtimaline karşılık Amerikan başkanının kızına bir mektup yazıp, “Ben devlet büyüklerinden istekte bulunamam ama çalışmak isteyen herkese iş sağlamak da devletin görevidir. Yine de şunu ısrarla söylemeliyim ki ben devlet büyüklerimden herhangi bir istekte bulunamam” gibi sözlerle süslenmiş bir mektup yazar... Tabi işin cinliği şu ki; o sıralar başkanın kızı 1 yaşındadır ve onun adına yazılmış bir mektubun, başkan tarafından mutlaka okunacağından emindir yazarımız. Sonuçta, bir hafta içinde başkanın el yazısından arkadaşının işten atılmayacağına dair bir yanıt mektubu alır Mark Twain... Canının sıkkın olduğu bir başka günde sırf alay olsun diye Mark Twain oturup küçük kâğıtlara, “Kaçın! Her şey açığa çıktı” diye bir not yazar. Bu notun yazılı olduğu kâğıtları yaşadığı kasabadaki evlerin posta kutularına atıp beklemeye başlar. Ertesi gün dört kişinin tası tarağı toplayıp kasabayı terk ettiğini görür… Korku sosyolojisinin sobelendiği bu muhteşem deneyi kaçımız yapabiliriz, emin değilim? Ne denir ki hayatla dalga geçen böyle güçlü bir adamın yaptıklarına? Her şeyi mantığıyla ve “ciddiyetiyle” çözeceğini sanan dodoy horoz tayfası, buyurun görün zekânın ve eleştirinin gücünü.İmkansız olduğunu bilmiyorlardı, bu nedenle başardılar.” (Mark Twain) Mark Twain 1870 yılındaki karaladığı ilk denemelerinde nehir yaşamının kendisine takma ad bulmasına da yaradığından söz eder “Missisipi’de Yaşam” kitabının önsözünde... Yolculuk sırasında nehrin derinliğini ölçerken kullandıkları iki kelimenin nehir gemisinde duyulabilecek en güzel sözcükler olduğunu söyler. Derinliği ölçmekle görevli mürettebat nehre kulaç ölçüsüyle ayarlanmış bir halat atar önce. Bir kulaç 182,88 santimetredir. Halat yalnızca bir kulaç kadar aşağı inerse, mürettebat dümenciye derinliğin bir kulaç olduğunu belirtmek için “bir kulaç” (Mark one) diye seslenir. Bunu duyunca bir kulacın teknenin kıyıya yanaşabilmek için suyun fazla sığ olduğunu bilen teknedeki herkes homurdanmaya başlar. Ama eğer halat iki kulaca kadar inerse, denizci, “iki kulaç” anlamına gelen “Mark Twain-Mark Twain” diye bağırır. Twain “İki” için kullanılan bir ölçü terimidir. Bu sesi duyan teknedeki herkes neşelenir; iki kulaç geminin yanaşabileceği, böylece şehirde gönüllerince gezineceği ve hoşça vakit geçirecekleri, başka eğlencelere katılabilecekleri anlamına gelir. Yani anlayacağınız gibi Mark Twain; “Önümüzde hoş saatler var... Ohhh, her şey yolunda” anlamına geldiği için, çocukluğu Missisipi Nehri’nde geçmiş olan Samuel Langhorne Clemens, bu sözcükleri adı olarak benimseyerek ölümsüzleştirmiştir. Twain, 1835'te, Amerika'da Halley kuyruklu yıldızının göründüğü gün doğmuş, sonra hayatı boyunca Halley bir daha göründüğü gün öleceğinden bahsedermiş çevresindekilere... Tuhaf bir şekilde, 75 yıl sonra Halley tekrar göründüğü gün de ölmüştür. Halley kuyruklu yıldızının söz konusu yıllardaki geliş tarihleri 16 Kasım 1835 ile 20 Nisan 1910’dur. Mark Twain’in doğum ve ölüm tarihleriyse 30 Kasım 1835 ve 21 Nisan 1910... Bugün edebiyatseverlerin neredeyse tamamı, onun Amerikan edebiyatındaki gelmiş geçmiş en büyük yazar olduğunu tartışmasız kabul ederler. Bunun nedeni ne yayınlandığı yıllarda “ırkçılık karşıtı” oluşundan ötürü okullarda yasaklanan “Huckleberry Finn’in Maceraları”, ne artık bir klasik kabul edilen “Tom Sawyer”, ne de bir başka ün kazanmış eseridir. Bugün pek azımızın bildiği “Calaveras Köyünde Zıplayan Kurbağa Kutlaması” adlı hikâyesi onu Amerikan edebiyatında başka bir yere oturtur. O hikayeye kadar - ne ilginçtir ki - Amerikan edebiyatında hiç güldürü hikayesi yazılmamıştır. Mark Twain’den önce Amerika’da hiç kimse, Amerikan edebiyatının başlangıç tarihinden itibaren tam 250 yıl boyunca hiç kimse, güldürü hikâyesi yazmamıştır. Bir başka ilk de, Twain’e kadar hiçbir hikâye kahramanı bir Amerikalı gibi, Amerikan İngilizcesiyle konuşmamıştır hikâyelerde… Mark Twain laf aforizmaları konusunda bir dehaymış. Öyle ki, Seksen yaşında doğup yavaş yavaş onsekizine doğru ilerlesek; yaşam sonsuz mutluluk olurdu” sözü, son dönemlerde epey gürültü koparan ve Scott Fitzgerald’ın 1921 yılında yayınlanan ünlü romanı “The Curious Case of Benjamin Button (Benjamin Button’nun Tuhaf Hikâyesi) nden uyarlanan filme de fikir veren bir Mark Twain sözüdür. Daktiloyla ilk roman yazan yazar olarak bilinen Mark Twain sonsuzca yazılsa bitmeyecek bir yazar ya, biz onun çok ustaca kullandığı dilinin en keskin olduğu, yine diller üzerine dediği bir sözle yazımızı bitirelim. Twain, Almanca hakkında “Hep sonsuzluğun neden var olduğunu merak ederdim, şimdi anlıyorum ki Almanca öğrenmek içinmiş” derken, Flemenkçe hakkında da “Flemenkçe bir dilden ziyade bir boğaz hastalığıdırdemiş; bunlar da Almanya-Hollanda sınır kapısının ilgili taraflarına kazınmıştır. Aynı İzmir Hipodromu’nun giriş kapısına yazılan “Fikir ayrılıkları olmasaydı at yarışları olmazdı” sözü gibi... Hayatı kendisine zindan eden dostlara, zorla da olsa “Her güne, hayatının en güzel günü olma şansını ver” diyen, Mark Twain mi okutmalı, ne yapmalı?