Türkiye’nin yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarında taşıdığı potansiyeli sıklıkla vurguluyoruz. “Temiz enerji” olarak adlandırılan bu enerji türlerinde rüzgâr ve güneş enerjisi başı çekiyor. Ülke...

Türkiye’nin yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarında taşıdığı potansiyeli sıklıkla vurguluyoruz. “Temiz enerji” olarak adlandırılan bu enerji türlerinde rüzgâr ve güneş enerjisi başı çekiyor. Ülkemizde yerli ve yenilenebilir enerjiye yönelik farkındalığın da her geçen gün arttığını söylemek mümkün. Türkiye, çok geç fark ettiği temiz enerji gerçeğinde ve çok geç çıktığı bu yolculukta hızlı adımlarla ilerliyor. Toplumsal farkındalığın yanı sıra, yakın zamana kadar enerji sektörü ve karar alıcılarda da “Şu rüzgâr gülleri mi ihtiyacımız olan elektriği üretecek?” soruları, müstehzi bir eda ile sorulurdu. Çok değil 15 yıl önce, 2006 yılında, rüzgâr enerjisi kurulu gücümüz 55 Megavat seviyesinde idi. Bugün 10 bin Megavatı aşmış ve toplam kurulu güç içinde yüzde 10’luk bir paya ulaşmış durumdayız. Güneş enerjisinde ise gecikmemiz daha dramatik durumda. Uzun yıllar boyunca güneş enerjisini sadece su ısıtmak için kullanan Türkiye’de ilk Güneş Enerjisi Santrali (GES) 2011 yılında 500 Kilovat kurulu güç ile İstanbul’da kuruldu. Sadece 10 sene öncesinden bahsediyorum… // ALKIŞLAMAK GEREK Bugün 7 bin 500 Megavat kurulu güce ulaşmış durumdayız. Biyokütle ve jeotermal enerji yatırımlarımızı dâhil ettiğimizde yaklaşık 20 bin MW seviyesinde yenilenebilir ve temiz enerji kurulu gücümüz var. Ki 15 senede alınan yol, bana göre büyük bir başarı… Avrupa Birliği’nin hidoelektrik enerji yatırımlarını yenilenebilir enerji tanımlamasından çıkardığını da anımsatmam gerekiyor. Bu başarılı sonucu alkışlarken; başta Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bürokrasisi olmak üzere, yenilenebilir enerji ana sanayi yatırımcılarını, tüm zorluklara rağmen ekipman üretimi yapan üreticileri, yan sanayicileri ve yerel yöneticileri kutlamak gerekiyor. Türkiye şimdilerde çok geç keşfettiği Denizüstü (Offshore) RES’lerinde hızlı bir büyüme trendine girmeye hazırlanıyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından önceki yıllarda 1000’er Magavat olarak yapılan Rüzgâr ve Güneş Yenilenebilir Kaynak Alanları (YEKA) ihalelerinin benzeri, Denizüstü RES’ler (DRES) için yapılacak. // TÜRKİYE’DE DRES’LERİN DURUMU Bu noktada Türkiye için görünür gelecekte risk ve avantaj oluşturması beklenen bazı başlıkları dile getirmekte yarar var: Türkiye’nin DRES’lerde ne kadar potansiyel kurulu güce sahip olduğu belli değil. İlgili kamu otoritesi olan Enerji Bakanlığı’nın son teknolojik olanaklarla yeni bir ölçümleme yaptırması ve “Denizüstü RES’ Potansiyel Atlası”nı yayınlaması gerekiyor. Avrupa Rüzgâr Enerjisi Birliği’ne (WindEurope) göre Türkiye’nin bu alandaki potansiyeli en az 32 bin MW seviyesinde. Dünya genelinde DRES’lerin büyük kısmı İngiltere, Almanya, Çin, Danimarka, Belçika ve Hollanda’da bulunuyor. Küresel Rüzgâr Enerji Konseyi (Global Wind Energy Council) tarafından hazırlanmış Küresel Rüzgâr Raporu 2020’ye göre dünya üzerinde işletmedeki DRES’lerin toplam kurulu gücü 35,2 Gigavat (GW) seviyesine ulaşmıştı. Özellikle son 10 yılda yaşanan teknolojik gelişmeler, düşen yatırım maliyetleri ve güçlü teşvik programları DRES’lerin geliştirilmesine destek veriyor. // SU DERİNLİĞİ ÖNEMLİ Türkiye’de DRES’lerin kurulumu için yerel özelliklere (denizlerin derinleşmesi, deniz tabanı yapısı vb. gibi) dikkat edilerek gerekli meteorolojik ve oşinografik ölçüm verilerinin toplanmasına, finansman yapısının ve mevzuatların belirlenmesine ihtiyaç duyuluyor. Bunların yanı sıra DRES’lerin kurulacağı denizlerdeki su derinlikleri ve deniz tabanı topografyası (batimetri) da oldukça önemli bir unsur. Kurulacak DRES’in temel tipleri ve seçimi bölgenin batimetrik özellikleri dikkate alınarak yapılıyor. DRES’ler dünya genelinde Ağırlık Tipi, Kazıklı Tip ve Yüzer Tip olarak üç temel yayılım gösteriyor. DRES’lerin kurulacakları bölgelerde rüzgâr enerji potansiyeli, deniz derinliği ve taban yapısı, kıyıya uzaklığı, çevresel ve sosyal faktörlere dikkat edilmesi gerekiyor. Ayrıca projelerin askeri yasak bölge ve eğitim-atış sahası içinde olmaması, deniz trafiğini engellememesi ve kıta sahanlığı açısından sorun teşkil etmemesi önem taşıyor. // DEV POTANSİYELE HAZIR MIYIZ? Türkiye’de DRES’lerde sıfır noktasında olmasının nedenleri arasında; Karadeniz, Ege Denizi ve Akdeniz’in derin denizler olması geliyor. Ancak son yıllarda deniz derinliklerinden bağımsız olarak yüzer DRES’lerin kuruluyor olması, Türkiye’yi hem kendi denizlerinde hem de yakın coğrafyasında lider ülke yapma potansiyeline sahip. Karasal RES’lerin kule ve kanat üretiminde 20 yılı aşkın süre üretim deneyimi olan Türkiye, Siemens’in Aliağa OSB’de gerçekleştirdiği türbin fabrikası ile bu alandaki eksikliğini de giderme yolunda. Yüzer Tip DRES teknolojilerinin dünyada yaygınlaşması ile doyum noktasına ulaşan Kuzey Denizi ve Baltık Denizi’nde uygulanan projeler; büyük bir hızla Karadeniz, Akdeniz ve Ege’ye kayacak. Binlerce kilometrelik sahillerde kurulacak santraller için Türkiye’deki üreticiler en yüksek rekabetçi üretim yapısı ile ciddi bir mukayeseli üstünlüğe sahip olacak… Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı başta olmak üzere, ilgili tüm kamu otoriteleri, iş dünyası örgütleri, rüzgâr enerjisi sektöründe faaliyet gösteren tüm yatırımcı şirketler, ana ve yan sanayilerin yakın gelecekte karşımıza çıkacak bu büyük potansiyele hazır olması gerekiyor. DÜNYADAKİ İLK DRES 1991’DE DANİMARKA’DA KURULDU Dünyadaki ilk Denizüstü RES (DRES), 1991 yılında Danimarka’da kuruldu. 2020 yılı sonu itibarıyla Avrupa’nın toplam kurulu rüzgâr enerjisi kapasitesi 220 GW seviyesine ulaşırken, bu kapasitenin 195 GW’lık kısmı karasal, 25 GW’lık kısmı ise Denizüstü RES’lerden oluşuyor. WindEurope verilerine göre Avrupa’da 2020 yılında toplam 2 bin 927 MW kurulu gücünde DRES devreye alındı. Avrupa Birliği Ulusal Enerji ve İklim Planları kapsamında 2021-2025 yılları arasında bölgede 29 bin MW yeni DRES kurulumu yapılacak. Avrupa’daki Yeni DRES Yatırımların ülke dağılımına bakıldığında ise Hollanda açık ara önde gidiyor. Bin 495 MW DRES yatırımı yapacak Hollanda’yı 710 MW ile Belçika, 485 MW ile İngiltere, 220 MW ile Almanya, 17 MW ile Portekiz izliyor.

AMAN KEMAL BEY, BU NE BİÇİM VAAT?

Suriye’de yaşanan iç savaş on yılı geride bıraktı. En uzun sınıra sahip güney komşumuzda taş üstünde taş kalmadı. Ne amaçla burnumuzu soktuğumuzu hâlâ anlamadığım bu kanlı kapışma, bize on yıllar boyunca sürecek demografik bir sorun bıraktı. AFAD verilerine göre Türkiye’de kayıtlı geçici koruma altındaki Suriyeli sayısı 16 Eylül 2021 tarihi itibarıyla 3 milyon 710 bin 497 kişi. Bunların dışında kayıtlı olmayan Suriyeli sayısının bir bu kadar daha olduğu tahmin ediliyor. Irak, Afganistan vb ülkelerden gelenlerle birlikte Türkiye, en az 8 milyon göçmen ve sığınmacı nüfusunu besliyor. Bu durum sokaktaki her on kişiden birinin bu kapsamda olduğu anlamına geliyor. // ASIL BEKÂ SORUNU BU! Geçmiş yazılarımızda “gerçek bir bekâ sorunu” olarak adlandırdığımız bu mesele, elbette siyasi tartışmaların da odağında. Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bu konudaki söylemleri sıklıkla işiteceğimiz anlaşılıyor. Hiçbir siyasi parti ile bağı ve bağlantısı olmayan bir gazeteci olarak, liderlerin bu konudaki çözüm önerilerini büyük dikkatle izliyorum. CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, özellikle son bir yıldır söylemlerinde bu konuya sıklıkla değiniyor. “İktidarımızda Suriyeli kardeşlerimizi onların gönül rızası ile kendi ülkelerine göndereceğiz. Suriye’de huzuru, barışı sağlayacağız” dedikten sonra, bu akıl almaz soruna nasıl çözüm getireceğini ifade ediyor. // KEMAL BEY’İN HESAP HATASI Buna göre Gaziantep başta olmak üzere sınıra yakın illerimizdeki iş adamları, Suriye’ye fabrika kurmaları için teşvik edilecek. Sınırın karşı tarafında yapılacak bu fabrikalarda, Türkiye’deki Suriyeliler çalışacak. Böylelikle aileleri ile birlikte ülkelerine dönmeleri teşvik edilecek. Kemal bey, bu büyük sorunu sadece iki senede tamamıyla çözeceğini iddia ediyor ve katıldığı canlı yayınlarda, “Bu iddiam kayıtlara geçsin” diyor. Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu konudaki vaatlerini dinlerken, büyük bir hesap hatası içinde olduğunu düşündüm. Bakınız… Türkiye’de işgücüne katılması gereken her üç gençten biri işsiz. İş dünyası temsilcileri enflasyon-döviz-faiz cenderesinde zorlukla kafasını suyun üstünde tutmaya çalışıyor, yatırım yapmak için dış kaynağa, yani kredilere gereksinim duyuyor. Bugün ticari kredilerin brüt yüzde 25 ve üzerinde faizle iş dünyasına sunulduğu anımsandığında, kredi ile yatırım yapmanın çılgınlık olduğunu söylemek zor değil. // NASIL VE NEDEN YAPSIN? Pekâlâ her sene işgücüne katılan yaklaşık 1 milyon gencimize ve mevcut işsizlerimize iş alanlarını nasıl yaratacağız? Kafe, dönerci, lokanta açarak mı? Ya sanayi yatırımlarını kim yapacak? Hâl-i pür melalimiz böyle iken, kendi insanlarına iş sahaları yaratacak yatırımlar yapması gereken Türk iş dünyası, nasıl Suriye’de yatırım yapsın? Ve neden yapsın? Sayın Kılıçdaroğlu’nun göçmen meselesine iddialı çözümler üretmesine saygı duymakla birlikte, uygulama olanağı mümkün olmayan çözüm önerileri ile bu sorunun daha da kalıcı olmasından endişe duyuyorum…  

TAHİR AĞABEYİN ARDINDAN…

Tahir Zengingönül, 2000’li yılların başında görev yaptığım ekonomi gazetesi Gözlem’in kıdemli yazarları arasında idi. İş dünyasının Ankara’daki nabzını tutan Tahir ağabey, 1980 sonrasında 15 yıl Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin Basın Danışmanlığı’nı yaptığı için “camia” ile arası çok iyiydi. Kuş uçsa haberi olurdu. 1970’li yıllarda ise dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in Basın Müşaviri olan Zengingönül, bir ayağı siyasette diğer ayağı iş dünyasında olan renkli bir meslek büyüğümüzdü. Şiir gibi yazılarında, kelimelerle bir çocuğun oyuncağı ile oynaması gibi oynar, ince espriler ve kulis bilgileri ile süslerdi. Ona kimi zamanlar takıldığımızda aldığımız tepki “gomünistlik yapmayın” olurdu. Yaz aylarını geçirdiği Seferihisar’daki yazlığında bile kulislerle irtibatını koparmazdı. Eskrim sporu ile özel olarak ilgilenir, yazılarında sıklıkla atıfta bulunurdu. 1980 öncesinde Eskrim Federasyonu Başkanlığı da yapmıştı. Son yıllarını hastalıklarla boğuşarak geçirdiğini biliyor, dualarımızı esirgemiyorduk. Tahir ağabeyi geçen hafta 85 yaşında kaybettik. Haberin ciğerini söken, kendisine sunulanla yetinmeyen “eski tip” renkli gazetecilerden biri daha aramızdan ayrılmış oldu. Kendisine Allah’tan rahmet, sevgili oğlu Prof. Dr. Oğul Zengingönül hocamız başta olmak üzere ailesine ve tüm sevenlerine baş sağlığı dilerim… HAFTANIN SÖZÜ Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsınız… Konfiçyüs