2020’nin gelmesiyle birlikte kalbi duygularımızla hayatı yaşayamayacak hale geldik. Yaşama dair bir disiplinimiz, bir yaşam tarzımız yoktur. Emek vermeden, düşünmeden, araştırmadan yaşıyoruz. Hayat fe...

2020’nin gelmesiyle birlikte kalbi duygularımızla hayatı yaşayamayacak hale geldik. Yaşama dair bir disiplinimiz, bir yaşam tarzımız yoktur. Emek vermeden, düşünmeden, araştırmadan yaşıyoruz. Hayat felsefemiz imaj her şeydir. Ama bir gün bakıyoruz ki hesapsız ve kitapsız şekilde peşine düştüğümüz o imaj, yaşamlarımızı mayın tarlasına çevirmiş. Ne tarafa adım atsak yaşam bizi sobeliyor. Tıpkı Türkiye’nin içerisinde bulunduğu bir ateş çemberinde ki gibi! Yaşamla öylesine kavgaya tutuşmuşuz ki sevgi dahi bu kavganın önüne geçemiyor. İçimizdeki boşluğu doldurmuyor. Yalnızlığımız bizi günden güne eritirken, fikirlerimizin uyuşmadığı dostlarımız, yaşamlarımızda ayrık otu olmaktan öteye gidemiyor. Hayallerimiz yaralı, yarınlarımız karanlık, sabrımız tükenmiş, mayın tarlasına dönmüş yaşamlarımızda her an havaya uçacacağımız günü bekleyen bir kurban gibi yaşam sürüyoruz... Yaşama karşı, belki de kendimize karşı yitirdiğimiz inancın bedelini ödüyoruz. Hem de çok ağır. Aslında ihtiyacımız olan anlattığımızı anlayacak, daha doğrusu bizi anlayacak insanlardı. Ama biz, ihtiyacımız olanın para olduğunu zannettik. Ve uğruna kendimizi dahi feda ettiğimiz paramızla farkında olamadan bir gün bizi havaya uçuracak kendi mayın tarlamızı ellerimizle, düşüncülerimizle inşa ettik. Ne yapıyoruz? Nereye gidiyoruz. İşte Koronavirüs, Doğa’yı hor kullanıp yağmalayan insanoğlundan adeta intikam alırcasına insanlara musallat oldu. Önce kınadıkları yüzü kapalı insanlar gibi herkes maske ile dolaşmaya mahkûm oldu… Yaşamlarımızdaki acılarımızla baş edemeyeceğimizi anlayınca çareyi ruhsuz yaşamlarda aradık. Tabii ruhsuz bir şekilde yaşarken gözlerimizdeki ışığı kaybettik. Karanlıklar içerisinde kalan yaşamlarımızda kendi kendimizden dahi korkmaya başladık… Yaşamlarımızda doğru olan tek şeyi yani sevgiyi kaybettiğimiz gün, kendimizi zincirlere vurmuştuk. Parayla yaşamlarımızı mükemmelleştirelim derken, yüreğimizdeki sevgiden olduk. Midyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmanın en acıklı dramı bu olsa gerek değil midir? Olsun. Olsun. Sonu ne olacaksa olsun be! Artık bir şeyin farkındayız ki o da tek suçlunun kendimiz olduğudur. Ama kendimizi affettirecek adımı bir türlü atamıyoruz. İşte bir virüs, okulları kapattı. Öğrenciler okullara gidemedi. Camilerimiz kapandı Müminler Namaz kılmaya Camilere gidemedi. Bir virüs ile etrafımız mayın tarlasına döndü... Omuzlarımızda bize ait olmayan birçok duyguyu yük olarak taşıyoruz. Yani imaj peşinde koştuğumuz yaşamda sanki bir hamal olmuşuz. Yaşadıkça bilinçleneceğimize, yaşlandıkça yaşamın baskılarına maruz kalmışız. Dünyaya adalet dağıtalım derken, bir bakmışız ki yaşamın adaletsizliği, Hukukun eksik adaletsizliği altında ezilerek pestilimiz çıkmaya başlamış... Son tahlilde üzerimize düşen ise ‘dünya adil olsaydı, yuvarlak olmazdı.’ diyerek kendimizi teselli etmeye çalışmazdık. Yaşadığımız hayattan artık bunalmaya başladık. Ama yaşam tarlamızın her tarafına kendi ellerimizle mayın tarlaları döşemişiz. Bir kıpırdasak yitirdiğimiz kolumuz, bacağımız, belki de kendimiz olacağız. Bu yüzden yaşamlarımızı iyileştirmek için ilk önce hayatımızdaki, yaşamımızda ki mayınları temizlemeliyiz…